Bir garip sansür kaosu: Kaos GL Dergisi’nin sansürle imtihanı

2000 ve 2006 yıllarında iki sayısı muzır ilan edilen Türkiye LGBTİ+ hareketinin en köklü yayınlarından Kaos GL Dergisi’nin sansürlenme hikayesini o dönemki Yazı İşleri Müdürü Umut Güner ve Kaos GL Derneği’nin avukatı Hayriye Kara’yla konuştuk


LARA ÖZLEN

2000 ve 2006’da farklı sebeplerle Kaos GL dergisini muzır ilan eden Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, Ekim 2019’dan beri 8 çocuk kitabını da muzır ilan ederek tanıtımına sınır koydu ya da kapalı zarfta satılmasına karar verdi. Muzır yayın ilan edilmelerinin gerekçesi ‘şiddet, cinsiyet karşıtlığında aşırılık ve çocuklarda transsekssüelitenin özendirilmesi’ olarak açıklandı. 

Ekim 2019’da muzır ilan edilen Kız Çocuk Hakları Bildirgesi kitabının çevirmenine ‘müstehcen yayınların yayılmasına aracılık etmek’ suçlamasıyla mart ayında dava açıldı. Çevirmenler Birliği çevirmenlik mesleğinin icra edilmesini zorlaştıran bu tür uygulamalara son verilmesini talep eden bir açıklama yayınladı. Bunlara ek olarak, Buket Uzuner’in ilk baskısı 34 yıl önce yapılan Ayın En Çıplak Günü kitabı ve Ersan Pekin’in Bu Kadınlar Yedi Bitirdi Beni kitabı da ‘müstehcen’ bulunup, tanıtımına sınır kondu ve +18 ibaresiyle satılmaya başlandı. 

Susma Platformu olarak sansürlendiği dönemde Kaos GL Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürü olan Kaos GL Genel Koordinatörü Umut Güner’le ve Kaos GL Derneği avukatı Hayriye Kara’yla hem bu sansür sürecini konuştuk, hem de sansüre karşı neler yapılabileceğini tartıştık.  

Kaos GL Dergisi 2000 yılının sonundan 2002 yılına kadar kapalı zarf içinde satışa sunuldu. Bu süreçten kısaca bahsedebilir misin?

Umut Güner: Aslında 1994’ten bu yana yayınlanan Kaos GL dergisine devlet, 1999’un sonunda Kaos GL Dergisi’ni fark edip “süreli bir yayın çıkarttığınız için, bunu kayıt ettirmeniz gerekiyor” dedi. Kayıt ettirdiğimizde, devlet mekanizması yayını kendi normları üzerinden şekillendirmeye başlamış oldu. 

Böylece dergi, 1999 yılının sonunda Basın Savcılığı’na kayıtlı bir dergi olarak çıkmaya başladı. Kayıtlı dergi olarak çıkardığımız ilk sayımızda (63. sayı) yer alan, HIV’e ilişkin farkındalık geliştirmek için yapılan bir çizimle ilgili Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun

2000 yılındaki kararı sonucunda Kaos GL dergisi kapalı zarfta satılmaya başlandı. 

Bize gelen tebliğden, kararın bütün Kaos GL dergileri için bağlayıcı olduğunu ve Kaos GL dergisinin bundan böyle zarfta satılması gerektiği anlaşılıyordu. Bu nedenle 2002 yılına kadar bütün sayıları kapalı zarf içerisinde satmamız gerektiğini düşündük. Dolayısıyla Kurul’un bu kararı üzerine dergi, 63. sayıdan 73. sayıya kadar zarfta satıldı. Fakat, bu karara yaptığımız itiraza 2002 yılında verilen yanıt sonucunda sadece ‘HIV çizimini içeren ilgili sayının’ zarfta satılmasına karar verilmiş olduğunu öğrendik. Bu karmaşa nedeniyle sanki kendi kendimizi “zarfa sokmuş, sansürlemiş” gibi olduk. Bu dönemde siyah poşet pornografik içerikli dergilerin satışında kullanılan bir uygulamaydı. Kaos GL olarak poşet uygulamasını kabul etmeyip sarı zarfa koyduk. 

Bu konuyla ilgili Ali Erol o zaman “derneğimizin avukatı olsaydı, bu kararın hukuki olarak anlamını çözebilirdik ve kendi kendimizi sansürlemeyebilirdik” diye yazmıştı. Siz ne düşünüyorsunuz?

Umut Güner: Kaos GL Dergisi’nin sadece itiraz süreciyle ilgili değil aynı zamanda bize ‘tebliğ’ edilen kararı anlamamız için bile bir avukata ihtiyacımız olduğu açık. Söyleşinin başında dediğim gibi kendi kendimizi sansürlediğimizi itirazımıza gelen yanıtta öğrendik. 

Aynı dönemde Meclis Kütüphanesi Kaos GL Dergisi’nin kendilerine gönderilmesini talep etti. Yani Kaos GL, Muzır Kurulu için ‘zarfa girmesi gereken’ bir dergi iken, aynı zamanda Meclis Kütüphanesi’nin yasa yapıcılar ve meclis çalışanlarının faydalanması için raflarına koymak istediği bir yayın da olmuştu. 

2006’da, daha sonra hakkında toplatılma kararı verilen Cinselliğin Görselliği, Görselliğin Cinselliği: Pornografi sayısını çıkardınız. Bu sayıyı çıkarmaya nasıl karar verdiniz?

Umut Güner: Pornografi meselesini tartışma isteğimiz aslında Türkiye’deki feminist hareketin o dönem doğrudan ‘pornografi karşıtı’ bir yerde konumlanıyor olmasından kaynaklanıyordu. LGBTİ+’lar için pornografi ne anlama geliyor? Bu kadar ‘tü kaka’ bir mesele mi? Yoksa bahsedilen ve eleştirilen cinsel sömürünün olmadığı alternatif pornolar var mı? LGBTİ+ alanındaki porno sektörüyle heteroseksüel dünya için üretilmiş porno sektörüne yönelik cümlelerimizi aynı yerden kurabilir miyiz? Bu sayı, bunun gibi sorulara yanıt bulma uğraşıydı. Bu uğraş, hareket içinde dönem dönem gündemleşmeye devam etti.

 

“PENİS VE VAJİNA GÖRSELLERİNİ SANSÜRLEDİK”

Pornografi sayısını hazırlarken, 2000’lerde karşılaşmış olduğunuz sansürü de göz önüne alarak öncekine benzer bir süreç yaşanacağını düşündünüz mü? Eğer düşündüyseniz dergiyi çıkarırken otosansür uyguladınız mı?

Umut Güner: Bu soruyu gönül rahatlığıyla “hayır düşünmedik” diye cevaplayamıyorum. Çünkü halihazırda pornografiyi ele alan bir LGBTİ+ dergisi hazırlarken görsel seçiminde bile ‘dikkatli’ davranmaya çalıştık. Mesela penis ve vajinaları sansürledik. Doğal olarak aldığımız önlemlerin yeterli olacağını düşünüyorduk. Ne önlem alırsak alalım LGBTİ+ alanına ilişkin yapılan her üretimin, hazırlanan her içeriğin muzır ve pornografik bulunma riskiyle karşı karşıya olduğunu biliyorduk. Ancak toplatılmaya sebep olan söz konusu resim, bir sanat eseri. Derginin bu sanat eseri üzerinden pornografik içeriğe sahip olmaktan dolayı yargılanacağını düşünmedik.

Dergi tasarımdan geldiğinde yayın kurulu olarak derginin son bir kontrolünü yapıyoruz. Dergiyi genel olarak değerlendirdiğimiz gibi Taner Ceylan’ın yazısında yer alan ve davaya konu olan resmi hakkında konuşmuştuk. Fakat, aynı dönemde piyasadaki bir sürü yayında benzer içerikler olduğu için bunun sorun olmayacağını düşünerek devam ettik. Bu dönemde piyasada yayınlanan bu içerikleri daha sonra dava dosyasında da sunduk. Benzer içeriklerden en önemli farkı bu görselin bir sanat eseri olmasıydı.

2006’da derginin toplatılma kararı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine dair kararına giden süreci anlatabilir misiniz?

Hayriye Kara: Ankara Cumhuriyet Savcısı tarafından 21 Temmuz 2006 tarihinde, Basın Kanunu’nun 25. maddesine dayanarak, Kaos GL Dergisi’nin 28. sayısının üç nüshasına yayımlanmadan önce el konuldu. Aynı gün içerisinde Ankara Cumhuriyet Savcısı, Anayasa’nın 28. Maddesine ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 162. maddesine dayanarak, yayımlanmadan önce Kaos GL dergisinin 28. sayısının tüm nüshalarının toplatılmasına karar verilmesi için Ankara Sulh Ceza Mahkemesi’ne başvurmuş ve bu talep kabul edilerek bu sayının tüm nüshaları toplatılmıştır. Sulh Ceza Mahkemesi, bu sayının ‘pornografi’ dosyası çerçevesinde yayımlanan bazı yazı ve resimlerin içeriğinin genel ahlakın korunması ilkesine aykırı olduğu kanaatine varmıştır. Bu karara karşı Ankara Asliye Ceza Mahkemesi’nde itiraz edilmiş fakat itiraz reddedilmiştir. 

İtirazın reddedilmesinin ardından 2007 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapılmıştır. AİHM 9 yıl sonra, 2016’da ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM genel ahlaka aykırılık konusunun incelenmesinin yerel mahkemeler tarafından daha sağlıklı yapılacağını, çünkü her devletin toplumunun o devletin hakimleri tarafından daha iyi tanındığının altını çizmiştir. Ancak Mahkeme, ihlal kararını şu şekilde gerekçelendirmiştir:

“Oysa somut olayda, yerel mahkemelerin kararlarından hareketle, derginin ilgili sayısında yer alan hangi yazı ya da hangi resmin ne sebeple genel ahlaka zarar verdiğini belirlemek mümkün değildir. Gerçekte, Sulh Ceza Mahkemesi’nin toplatma kararı, hâkimin, derginin içeriğinin genel ahlakın korunması ilkesine uygunluğunu ayrıntılı şekilde incelemeye özen gösterdiğinin düşünülmesini sağlayacak herhangi bir unsur içermemektedir. Sulh Ceza Mahkemesi, derginin bu sayısında yer alan hangi yazı ya da hangi resmin genel ahlaka aykırı olduğunu açıklamamaktadır. Başvuran tarafından toplatma kararına karşı yapılan itirazı reddeden Asliye Ceza Mahkemesi kararı, bu bağlamda herhangi bir ayrıntı veya gerekçe de içermemektedir. Dolayısıyla, verilen kararlar gerekçelendirilmediğinden, ulusal hâkimin başvuranın ifade özgürlüğünü sınırlamadan önce dikkate alınması gereken kriterleri gerektiği gibi incelediği yönündeki iddia kabul edilmeyecektir. Bu nedenle Mahkeme, genel ve nedensiz bir şekilde ileri sürülen genel ahlakın korunması yönündeki gerekçenin, beş yıldan fazla bir süre boyunca derginin 28. sayısının bütün nüshalarına ilişkin toplatma ve el koyma tedbirini haklı göstermek için yeterli olmadığı kanaatine varmaktadır.

Bu sonucun ötesinde, ihtilaf konusu yayını bizzat inceleyerek Mahkeme, derginin söz konusu sayısının bir bütün olarak değerlendirildiğinde, eleştirel ve analitik yazılar aracılığıyla, farklı yaklaşımlara ve özellikle LGBT kişilerin yaklaşımlarına göre pornografi konusunu ele aldığını tespit etmektedir. Mahkeme, ihtilaf konusu yayının aynı zamanda, açık içerikli birkaç resmi, bilhassa her ikisi de ressamın kendisini temsil eden iki erkeğin cinsel eylemini gösteren ve 15. sayfada yayımlanan bir resmi içerdiğini gözlemlemektedir. Mahkeme, bu resimlerin, özellikle söz konusu resmin, entelektüel ve sanatsal niteliğine rağmen, bilgi sahibi olmayan bir toplumun duyarlılığını zedeleyecek nitelikte olduğunun değerlendirilebileceği kanısına varmaktadır. Mahkeme’ye göre, LGBT topluluğunun cinselliğini konu edinen yazıların içeriği ve kullanılan bazı resimlerin açık niteliği dikkate alındığında, derginin 28. sayısı, toplumun belirli bir zümresini hedefleyen spesifik bir yayın olarak değerlendirilebilmektedir. Yukarıda belirtilenleri göz önünde bulundurarak Mahkeme, söz konusu derginin tüm topluma uygun olmadığı ve öte yandan başvuranın bu durumu kabul ettiği kanısına varmaktadır. Dolayısıyla Mahkeme, derginin nüshalarının yalnızca küçük bir kısmının gazete bayilerinde satışı amaçlanmış olsa bile, bazı kişi gruplarının özellikle de reşit olmayanların bu yayına erişimini önlemek için alınan tedbirlerin zorunlu bir sosyal ihtiyaca karşılık gelebileceğini kabul etmektedir. 

“YEREL MAKAMLAR HAFİF NİTELİKTE ÖNLEYİCİ TEDBİRLER UYGULAMAYA ÇALIŞMAMIŞTIR.”

Mahkeme bununla birlikte, verilen cezaların niteliği ve ağırlığının da müdahalenin orantılılığının değerlendirilmesi söz konusu olduğunda dikkate alınması gereken unsurlar olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkeme, mevcut davada, toplumun bir kısmının bilhassa reşit olmayanların duyarlılığını koruma gerekliliği genel ahlakın korunması bakımından kabul edilebilir olsa da, toplumun tamamının derginin ihtilaf konusu sayısına erişiminin engellenmesinin haklı gösterilmediği kanısına varmaktadır. Mahkeme bu bağlamda, yerel makamların, bilgi sahibi olmayan bir toplumun söz konusu dergiye erişimini engellemek amacıyla sayının bütün nüshalarının toplatılmasına nazaran daha hafif nitelikte önleyici bir tedbiri uygulamaya çalışmadıklarını vurgulamaktadır. Bu türden bir tedbirin, örnek olarak, abonelere yönelik nüshaların toplatılması şeklinde değil, 18 yaşın altında olanlara satış yasağı veya 18 yaşın altında olan kişilere yönelik bir uyarı içeren özel bir ambalaj içinde dergiyi satma yükümlülüğü, hatta bir şekilde, bu yayının büfelerden geri çekilmesi biçiminde uygulanması mümkündür. 28 Şubat 2007 tarihli Ankara Asliye Ceza Mahkemesi kararının düşündürdüğü üzere, el konulan sayının 18 yaşından küçük olanlara yönelik bir uyarıyla birlikte yayımlanmasının, derginin yazı işleri müdürü hakkında yürütülen ceza davasının sonunda el konulan nüshaların iade edilmesinden sonra, yani 29 Şubat 2012 tarihli Yargıtay kararının ardından mümkün olduğu varsayılsa bile, Mahkeme, derginin nüshalarına el konulmasının ve derginin yayımlanmasında meydana gelen beş yıl yedi aylık gecikmenin izlenen amaçla orantılı olarak değerlendirilemeyeceği kanısına varmaktadır.”

Derginin o zamanki yazı işleri müdürü olarak size de 2006’da bir dava açılmıştı. Bundan bahsetmeniz mümkün mü?

Umut Güner: Dergiler matbaa tarafından Kaos GL Derneği’ne teslim edildiğinde, Cumhuriyet Savcısı kararıyla dergilerin bütün kopyalarına el konuldu. Cumhuriyet Savcılığı, beni, derginin sorumlu yazı işleri müdürü olduğum için savcılığa davet etti. Bizden yazının ve fotoğrafın (Taner Ceylan’ın yazısındaki görselin bir fotoğraf olmadığını ve bir resim olduğunu dava boyunca sürekli açıklamak zorunda kaldık) sahibinin adresini kendileriyle paylaşmamızı istediler. Biz de kendisinin ünlü bir ressam olduğunu, isterlerse ulaşabileceklerini söyledik ve adres bilgilerini iletmedik. Bunun üzerine, Kaos GL Dergisi’nin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olduğum için benim hakkımda dava açıldı.

Hayriye Kara: Ankara Cumhuriyet Savcısı, tarafından Umut Güner hakkında müstehcen görüntüler yaymak suçundan kamu davası açıldı. Ankara Cumhuriyet Savcısı, “derginin 28. sayısının 15. sayfasında yayımlanan resmin açıkça müstehcen ve pornografik nitelikte olduğu ve bilirkişi incelemesini gerektirmediği kanaatine” vardı. Fakat kanuna göre müstehcen içerik konusunda sanat eserleri dışarıda kalır, o nedenle içeriklerin sanat eseri olup olmadıkları konusunda bilirkişi incelemesi istenir. 

Sonuçta Asliye Ceza Mahkemesi Umut Güner’in beraat etmesine karar vermiştir. Çünkü mahkeme, “müstehcen içerik olduğunu kabul etmekle birlikte, yayıma çıkmadan derginin tüm sayılarına el konulduğu için suçun tüm unsurları oluşmamıştır” demiştir. Bu karar Yargıtay tarafından da onanmıştır. Ancak AİHM burada bir ihlal bulmamıştır.

“HER SANSÜR OLAYINI KAMPANYALAŞTIRMAK GEREK”

Son dönemde pek çok çocuk kitabının da yasaklandığı ya da kitaplara yaş sınırlaması getirildiği düşünüldüğünde, Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’na ve muhtemelen sürecek bu sansür dalgasına karşı neler yapılabilir sizce?

Umut Güner: En temelde devletin yayıncılığa ilişkin getirdiği standartlar var ve bu çerçevede yayın çıkarmanız bekleniyor. Bunların kendisi zaten yasal olarak şablonlara uyma halini yaratıyor ve sınırlayıcı bir çerçeve sunuyor. Yayınların, çocuk kitaplarının yasaklanmasının insan hakları hareketi içinde yeteri kadar gündemleşmediğini düşünüyorum. Örneğin yasaklanma kararı sonrasındaki sürecin etkili bir şekilde izlemesi yapılabilirdi. Her yasak, sansür olayını ayrı ayrı kampanyalaştırmak gerekiyor. 

Tam da bugünlerde internette sosyal medyaya ilişkin sınırlandırmalar getirilmeye çalışılıyor. Sosyal medya kullanıcılarının anonim kalmasına izin verilip verilmeyeceği tartışılıyor. Bunun kendisi aslında doğrudan ifade özgürlüğünü anonim bir şekilde kullanmak isteyen internet kullanıcılarının özgürlüklerini kısıtlayan bir süreç olacak. Aynı zamanda internet ortamında üretim yapmak isteyen kişiler için de kısıtlayıcı ve otosansür mekanizmalarını işletecek bir süreç olacak. Nefret söylemi olmadığı müddetçe birbirimizin görüşlerini ifade edebilecekleri alanları açmalıyız ya da tartışma ortamlarını oluşturabiliriz ve en temelde kendi yayın organlarımızda bize benzemeyen görüşlerin yer almasına imkan verebiliriz. 

“LGBTİ+ SANATÇILAR AÇIK KİMLİKLERİYLE DAHA FAZLA ESER ÜRETİYOR”

Hem dernekler üzerinde artan iktidar baskısı hem de artan sansür vakaları ve normalleşen otosansür anlamında 2000’lerden bugüne yaşanan değişimi nasıl gözlemliyorsunuz? 

Umut Güner: LGBTİ+ hareket 2000’lerin ortasından sonra güçlenmeye ve LGBTİ+ hareketin alanı, kapsamı genişlemeye başladı. Ancak buna karşın aynı zamanda mevcut iktidarın baskılarını artırdığı, düşünce ifade ve örgütlenme özgürlükleri alanında baskıların gittikçe arttığı bir dönemden geçiyoruz. Doğal olarak bir yandan kendimizi güçlü hissettiğimiz, yalnız hissetmediğimiz bir dönemden geçerken, bir yandan da özgürlüklerimizin kısıtlanmaya başlandığı, baskıyı daha yoğun yaşadığımız bir dönem yaşıyoruz. Bu gelgit halini yoğun olarak yaşıyoruz ve bu bir gerilime yol açıyor. 

Aynı zamanda LGBTİ+ sanatçıların açık kimlikleriyle daha fazla eser ürettikleri bir dönemden de geçiyoruz. Ancak bu üretim süreçleri mevcut baskılardan nasıl etkileniyor bilmiyorum. Sonuçta otosansür bence her zaman bilinçli yapılan bir süreç olmayabilir, kendiliğinden üretimlere yansıyabilir. Bir sanatçının, örgütün, yayıncının, yayın kurulunun üretim süreçlerine dönüp bakması için, belki o süreçten biraz uzaklaşması gerekebilir. Ancak şunu sanırım söyleyebilirim: Eskiden iktidarı ve siyasi aktörleri daha rahatlıkla eleştirilebiliyorken şu anda kurduğumuz her cümleye dikkat etmek zorunda hissediyoruz. 

Kaos GL, hem kendi örgütsel yapısını korumayı hem de LGBTİ+ örgütlerini baskılara karşı güçlendirmeyi dert ediniyor. İçinde bulunduğumuz süreçten LGBTİ+ örgütleri olarak ne kadar az yara alarak çıkarsak bunun LGBTİ+ toplumuna yansımaları da o oranda az olacaktır.