SERDAR SOYDAN
11 Haziran 1981, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihindeki kara lekelerden biri. Çünkü o gün, birçok insanın çalışma hakkı keyfi bir şekilde ellerinden alınmış. Bu insanların ortak özellikleriyse ‘trans’ olmaları. İçişleri Bakanlığı’nın genelgesinde ‘bar, pavyon gibi içkili yerlerde kadın kıyafetiyle sahne alan erkeklerin çalıştırılmasının engellenileceği’ söyleniyor. Peki, neden engelleniyor bu insanların çalışmaları? Yetki sahipleri öyle istediği için. Başka hiçbir dayanağı yok bu yasağın. Olamaz da. Tüm bu insanlar birileri öyle istediği için sahneden indiriliveriyor ve bu keyfi yasaklama; pek çok kadının hayatları boyu kim bilir ne mücadelelerle, ne inatlarla ve çabalarla var ettikleri, etmeyi başardıkları kariyerlerinin sonu oluyor.
Genelgede ‘kadın kıyafetiyle sahne alan erkekler’ deniliyor. Oysa bu insanların çoğu cinsiyet geçiş sürecini tamamlamış, dahası pembe kimliklerini almış. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti kayıtlarında kadınlar. Onlar için olsa olsa ‘kadın kıyafetiyle sahne alan kadınlar’ denilebilir.
Hele, bu yasak aslında onu sahneden indirmek için çıkartıldı denilen, mayfalaşmış, karanlık bir gazino patronuyla husumetine dayandırılmak ve indirgenmek istenilen Bülent Ersoy geçiş sürecini 12 Eylül darbesi sonrası gerçekleştirmiş ve 5 Haziran 1981 tarihinde pembe kimliğini almış.
Devlet, kadınsın dediği kadınlara transfobik bir tavır almış, onların zamanında tescil ettiği kimlik inşalarını yok saymış yani.
Bülent Ersoy’un starlaşmasına ve gitgide bir fenomen haline gelmesine paralel, kendisini var etmiş yahut görünürlüğünü arttırmış Aylin Berkay (Serbülent Sultan), Emel Aydan, Tijen Erman, Merve Sökmen, Talya Özmert gibi isimler bugün ne yazık ki pek azımızın hatırında. Çünkü az önce de işaret ettiğim gibi yedi sene süren bu keyfi yasak, Bülent Ersoy dışındakilerin kariyerini büyük oranda bitirmiş.
11 Haziran 1981 tarihli trans şarkıcılara yönelik sahne yasağı bir çalışma hakkı ihlalidir. Bu insanlara karşı, hem de devlet eliyle suç işlenmiş, hiçbir hukuki dayanağı olmayan bu yasakla ekmekleri ellerinden alınmış. Bugün altmışlı-yetmişli yaşlardaki bu kadınlar keşke bir araya gelse, devlete karşı maddi ve manevi tazminat davaları açsa… Hukuken ne kadar mümkün, zaman aşımına uğramış mıdır bu suç, bilemiyorum.
*
İçişleri Bakanlığı genelgesinde ‘bar, pavyon gibi içkili yerlerde kadın kıyafetiyle sahne alan erkekler’ deniliyor ya aslında… O dönem gazino ve gece kulüplerinde sahneye çıkan kadın kıyafetinde bir erkek, yani bu tanıma tam anlamıyla uyan biri vardı. O da Seyfi Dursunoğlu’ydu.
Seyfi Dursunoğlu yetmişlerin başında çıktığı sahnede yine Bülent Ersoy’un ‘diva’laşmasına paralel bir şekilde yükseliyordu. Daha önce Kaos GL için kaleme aldığım bir yazıda da detaylı bir şekilde anlatmaya çalıştığım gibi şovunda Zeki Müren ve Bülent Ersoy taklitleri yapıyor, büyük ölçüde onların belirlediği gündemden besleniyordu.
1981 yılında getirilen yasak iki kişiye çevirmiş tüm bakışları. Bu insanlar Zeki Müren ve Seyfi Dursunoğlu. İkisinin de cinsiyet kimliği, cinsel yönelimi bilinmiyor. Zeki Müren çoğunlukla kaçamak, çelişen cevaplar veriyor. Seyfi Dursunoğlu da öyle. Bir yıl arayla doğmuş, aynı ekolden iki insan.
Zeki Müren zaten inzivaya çekilmiş bir anlamda o dönem. Bodrum’da her yıl daha fazla zaman geçiriyor, İstanbul’dan bedenen de ruhen de uzaklaşıyor. Bu yüzden ciddi bir problem yaşamıyor.
Seyfi Dursunoğlu’ysa sahne kariyerinin başında sayılır. Kazanmaya ve yükselmeye yeni başlamış. O yüzden sahnede inat ediyor. Ancak bu tabii ki kolay olmuyor. 1983’te Şey dergisine verdiği röportajda o sürece dair şunları anlatıyor:
“Bir keresinde de İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne gitmiş Nurhan Damcıoğlu eşi ile birlikte, ‘Bülent Ersoy’u çalıştırmıyorsunuz, peki Huysuz Virjin’in sahnelerde işi ne?’ demiş. Ben de bu olayı tesadüfen orada bulunan bir sanatçı arkadaşımdan öğrendim. Bunun üzerine telefon açtım. Eşi Ercan Bey telefona çıktı her şeyi inkâr ederek, ‘Tam tersine, biz sizi çok seviyor ve takdir ediyoruz’ dedi. Ama bir kere üzülmüştüm. Çünkü kimse kimsenin ekmek parası ile oynayamazdı, üstelik Bülent Ersoy ile benim yaptığım iş birbirinden çok farklıydı. Benim olayım Danıştay’a kadar gitmişti. O tarihlerde günlük, üstelik tirajı oldukça yüksek bir gazetede de ‘Niye Huysuz Virjin hâlâ sahnede, Bülent Ersoy yok’ diye bir haber yayınmlanmıştı. Sonuçta Danıştay benim kadınlığa özenmediğime; sanatımın, işimin gereği kadın giysileriyle sahneye çıktığıma ama özel yaşamımda böyle bir olayın olmadığına karar verdi ve ben kendimi temize çıkardım.”[1]
Seyfi Dursunoğlu, İçişleri Bakanlığı’nın genelgesindeki tanıma uyan neredeyse tek kişi olduğu halde yasaklardan etkilenmemeyi başarıyor. Sahne şovunu biraz değiştirerek, mesela artık Bülent Ersoy’u değil de yıldızı parlamakta olan Kibariye’yi taklit ederek yola devam ediyor. Birkaç yıl sonra Ali Poyrazoğlu’nun Yeşil Kabare’sinde sahne alana kadar daha edepli oluyor. Evet, böylece ilk vartayı atlatıyor.
*
Sonrası daimi bir popülerleşme, adım adım, hatta bir yerden sonra koşar adım zirveye çıkma. Özellikle doksanlı yılların ortalarından itibaren televizyon programları yapması onu geniş kitlelere tanıtıyor.
Huysuz Virjin’in şov programının olduğu geceleri iple çektiğimi hatırlıyorum. O yıllarda onlu yaşlarımın ortalarındaydım. Eşcinsel bir erkek olarak kendime bile açılmamıştım daha. Ancak bir şeylerin farkına varmıştım. Henüz sosyal medya da ortada yoktu. Benzer deneyimlere, örnek alabileceği kişilere kolay ulaşamıyordu insan. Bu ortamda cinsellikten konuşan, arada, çok arada ve oldukça fobik şekillerde de olsa konuyu eşcinselliğe getiren kadın kılığında bir erkeğin ekranda olması iyi geliyordu.
Huysuz Virjin, yani Seyfi Dursunoğlu benim jenerasyonumun en önemli, en görünür kuir (queer) ikonlarından biriydi. Evet, hiçbir zaman eşcinsel bir erkek olarak açılmamıştı, açılmayacaktı, yıllar sonra vereceği röportajlarda eşcinsellerden hazzetmediğini bile söyleyecek kadar homofobikti hatta. Ancak bir yerlere gelmiş, kendisini var edebilmiş ‘bizden biri’ydi. Var olması yeterdi.
*
2007 yılında Seyfi Dursunoğlu’nun artık Huysuz Virjin olarak ekranlara çıkamayacağı, buna izin verilmeyeceği haberleri çıkmaya başladı. Önceki sene de sunduğu dans yarışmasını artık kadın kılığında sunmayacak, sunamayacaktı. Zira o zamanki RTÜK (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) başkanı Zahit Akman yarışmanın yayımlanacağı FOX TV’yi aramış, ekranlarda kadın kılığında erkek görmek istemediklerini söylemişti.
1981’deki yasağa benzer bir yasakla karşı karşıyaydık. Ancak o zamanki gibi hukuksuz bir genelgeyle kağıda dökülmemişti bu seferki. RTÜK başkanı, ceza verme, hatta kapatma hakkına sahip olduğu kanalların genel müdürlerini arayıp şifahi bir şekilde uyarısını yapıyordu.
Dahası ekranlardaki efemine ya da kadın kılığındaki erkeklere yönelik bu yasağın ilk kurbanı Huysuz Virjin de değildi. Ali Eyüboğlu, kadınlığını hem de iki defa tescilleten Bülent Ersoy ve Kuşum Aydın lakaplı şarkıcı Aydın Uğurlular’ın da bu yasağın önceki mağdurları olduğunu iddia ediyordu.
“Bir dönem televizyonda ‘kadın kuşağı’ denince akıllara ilk gelen sunuculardan biriydi ‘Kuşum Aydın’… Ama hayli zamandır esamisi okunmuyor. Çünkü, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’ndan (RTÜK) esen rüzgâr, Aydın’ı uçurdu. Ortalıkta ne ‘Kuş’u kaldı, ne de gerdan kırıp ‘Ayol kızlar’ diyen biri. RTÜK, aynı baskıyı Bülent Ersoy için de yaptı. Ersoy’un tek başına sunduğu program o yüzden yayından kalktı ama ‘Diva,’ ‘Popstar Alaturka’daki yerini muhafaza etti. Kadın olmasına rağmen ekranda ‘erkek gibi’ ya da erkek olmasına karşın ekranda ‘kadın gibi’ boy gösterenleri ekrandan temizlemeye kararlı RTÜK’ten son darbeyi yiyen ise ‘Huysuz Virjin’ oldu.”[2]
Zaten 2006 yılında Kanal1’de yayımlanacağı duyurulan, erkek yarışmacıların 21 boyunca kadınlık performansı sergileyeceği ve en iyi ‘kadın’ olanın kazanacağı O Şimdi Hanımefendi adlı yarışma da, yarışmacılar ve jüri üyeleri basına tanıtıldıktan sonra, başlamasına günler kala askıya alınmıştı. Zahit Akman konuyla ilgili görüşü sorulduğunda “Kamuoyunun da tepkisi nedeniyle ilgili yayın kuruluşu durumu gözden geçirme gereği duydu. Bugün aldığımız bir habere göre yayın kuruluşu programı yayımlamaktan vazgeçme kararı almıştır. Bu kararı memnuniyetle karşıladık” demişti.[3]
Dans yarışması başladı ve Seyfi Dursunoğlu, gerçekten de kendisi olarak ekrana çıktı. Kısa süre sonra bir basın bülteni yayınlayan, LGBTİ+ hakları savunucusu Kaos GL ve Pembe Hayat Dernekleri “Türkiye’de TV izleyicisinin Huysuz Virjin’le bütünleştirdiği Seyfi Dursunoğlu, gizli sansüre boyun eğip sanatını feda ederek, ekranda gördüğümüz herhangi birine dönüştü” diyordu.[4]
Tabii ki Seyfi Dursunoğlu’nun ‘Huysuz’luğundan vazgeçmesi bir tür geri adım atma olarak görülebilir ki hakikaten öyleydi. Ama onun kendisi olarak, yani ‘erkek kılığı’nda aynı sahne personasına bürünmesinin, Huysuz gibi yarışmacıları, jüri üyelerini ya da seyircileri ‘madilemesi’nin[5] daha kuir bir hava yarattığı da aşikârdı. Artık hem Huysuz’du, hem değildi. Bu daha ezber bozan, daha tanımsız ve devrimciydi!
Dahası vazgeçmemiş, 1981 sahne yasağından sonra iyiden iyiye inzivaya çekilen Zeki Müren gibi yapmamıştı. “Yasak Neymiş Ayol?” demiş; bu vartayı da tüylerinden, pullarından, renklerinden vazgeçerek bir anlamda atlatmayı bilmişti.
2007 yasağının farklarından biri de Seyfi Dursunoğlu’nun özneleşebilmesi, sesini, hem de ana-akım medyada duyurabilmesiydi. Evet, RTÜK’ün istediğini yapmış, Huysuz’u geride bırakmıştı. Ama susmamıştı. Pek çok röportaj verdi o dönemde. Örneğin Hürriyet’e verdiği röportajda “Başkalarının, bu yaştan sonra beni şekillendirme isteğine tahammülüm yok. Ben artık bir şekil aldım. Bu kadar sene, bu şekle hiç kimse itiraz etmedi. Ben şimdiye kadar yaşadığım şekilde yaşamak istiyorum. Ama maalesef bazı ideolojiler uğruna, sanatımda değişiklikler yapılması mecburiyeti geliyor” diyordu. Daha sonra konuyu insan haklarına getirip hükümetin çifte standardının altını çiziyordu. “Türbanlı diye ödülünü alamayan bir genç kız var. Ben o olaya üzüldüm. Orada insan haklarını öne çıkararak, ‘Bunu yapmaya ne hakkınız var?’ diyorlar. Benim, bütün Türkiye tarafından kırk senedir kabul edilmiş işimi engellemeye ne hakkınız var? Burada insan hakları aklınıza gelmiyor mu?”[6]
Milliyet’teki röportajında da bu engellemenin altında yatanın ideolojik olduğunu vurguluyordu. “Beni Amerika’dan seyrediyorlar, telefon geliyor ‘Seni seyrediyoruz’ diye. Geçen gün bir Japon gazetesinde röportajım çıktı. İngiltere’de ‘Dünya nasıl eğleniyor’ diye bir program var. Türkiye’den bir tek benimle röportaj yaptılar. Dünya anlıyor da kardeşim bizimkiler anlamıyor… Bir ideoloji uğruna böyle kararlar alıyorlar. Bu beni çok rahatsız ediyor.”[7]
İnternetin yaygınlaştığı yıllar. Seyfi Dursunoğlu, yine Milliyet’teki röportajında “İnternette var, ‘Biz çocukluğumuzdan beri Huysuz Virjin’i izledik. Hiçbirimiz Huysuz Virjin olalım diye istek duymadık. Sadece güldük, eğlendik,’ diye yazıyorlar” diyordu.
Ve diğerleri… Köşe yazarları, şarkıcılar, sanatçılar… Huysuz Virjin’e getirilen yasak pek çok kesimin tepkisini çekmişti. Nazlı Ilıcak, Sabah’taki köşesinde “28 Şubat sürecinde, demokrat sandığımız bazı kişiler, bugün, tereddütsüzce başkalarının hakkını ve hukukunu çiğneyebiliyor. Derin bir hayal kırıklığı yaşıyorum” demekten çekinmemiş;[8] Hakkı Devrim, Radikal’deki yazısını “Seyfettin Dursunoğlu’nun ekranda Huysuz Virjin olarak görünmesindeki sakınca neydi? Dünya çapındaki bu gösterinin orta oyunundaki zennenin başarılı bir devamı, günümüze uyarlaması olduğunu anlamak için dâhi olmak mı lazım?” diyerek bitirmişti. (29 Kasım 2007)
Yani 1981 yılında konan sahne yasağı sonrası yalnız bırakılan, hatta tu kaka edilen trans kadınlardan farklı olarak, belki açık olmadığı, eşcinselliğini itinayla reddettiği, kadın kılığına girdiği şovunun sahneyle sınırlı olduğunu sürekli vurgulayan Seyfi Dursunoğlu destek görmüştü.
Belki de bu destekler sayesinde, onlardan güç alarak 2007-2008 sezonunda yayınlanan dans yarışmasının final haftasında yasağı delmiş, bir kez daha Huysuz Virjin olarak televizyona çıkmıştı. Ve sonraki sezon da ratingleri pek de parlak olmayan “Huysuz’la Görücü Usulü” adlı bir evlilik programını Huysuz Virjin olarak yapabilmişti.
Huysuz Virjin son olarak 2018’i 2019’a bağlayan gece, Kanal D’de “Huysuz’la Yılbaşı Özel” adlı programda seyircisiyle buluştu. Armağan Çağlayan, Dursunoğlu’nun ölümünden sonra kaleme aldığı yazısında, bu programdan bahsederken, “Geldi, çekimimizi yaptık. Hâlâ gençti. Disiplinliydi. Algıları açıktı. Sonra gelen bir telefon, ‘Emin misiniz o şovu yayınlama konusunda?’ demiş. Program kuşa döndü. Geç saatte yayına girdi. Seyfi Bey bir kez daha mutsuz oldu. Bana kızdı. ‘Keşke kanmasaydım sana’ dedi” diyordu.[9]
Seyfi Dursunoğlu, Huysuz Virjin’in ekran yasağını birkaç kez delmeyi başarmışsa da siyasal yetke onunla uğraşmayı hiç bırakmamıştı. Sadece onunla da değil, o günden bugüne LGBTİ+ varoluşa dair pek çok şeyle, hatta altı renkli gökkuşağı bayrağıyla bile uğraşmaya, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milyonlarca vatandaşını ötekileştirmeye, onların en temel insan haklarını, var oluşlarını tehdit etmeye devam etti, ediyor.
Ama Seyfi Dursunoğlu gibi, lubunyalar da -ya da LGBTİ+ bireyler diyelim- iki ileri bir geri, üç sağ, beş sol adım atarak, mütemadiyen şaşırtarak, ezber bozarak, yepyeni var olma, biricik kendi olma biçimleri geliştirerek, yeni medyalar, alanlar yaratarak siyasal yetkeye “Yasak Neymiş Ayol?!” demeye devam ediyor. Yasaklara, sansüre ve ayrımcı politikalara rağmen kendi olabilenlerin, kendi kalabilenlerin sayısı her geçen gün -sanki inadına- artıyor.
—
[1] Şenay Düdek, “Eşcinsel değilim. Bunu bana yakın olanlar da çok iyi bilir,” Şey, sayı: 35, 30 Mayıs 1983.
[2] Ali Eyüboğlu, “RTÜK Huysuz Virjin’i nasıl Seyfi Bey yaptı?” Milliyet, 2 Kasım 2007.
[3] “O Şimdi Hanımefendi başlamadan sona erdi,” Hürriyet, 5 Mayıs 2006.
[4] “12 Eylül sansürü ekranlarda” kaosgl.org, 29 Kasım 2007.
[5] Madilemeyi, roasting karşılığı olarak kullanıyorum. Roasting’in biraz amiyane yan anlamlarından biri “ciddi şekilde eleştirmek veya kınamak.” Huysuz Virjin’i de içinde değerlendirebileceğimiz dragqueen kültüründeyse bu terim dragqueenlerin muhataplarına laf sokmalarına, onlarla incelikli bir şekilde dalga geçmelerine deniliyor. Roasting’e karşılık ararken yine eşcinsel alt-kültürünün ‘lubunca’ adı verilen dilinden bir kelimeyi, ‘kötü,’ ‘çirkin’ anlamına gelen ‘madi’yi seçtim.
[6] “Bu kadar sene bu şekle kimse itiraz etmedi,” Hürriyet, 7 Aralık 2007.
[7] “Beni dünya anladı, onlar anlayamadı,” Milliyet, 29 Kasım 2007.
[8] “Huysuz Virjin’e Yasak,” Sabah, 7 Aralık 2007.
[9] “Huysuz Virjin’den Ne Öğrendim?” İstanbul Life, Ağustos 2020.
Serdar Soydan’ın Huysuz Virjin’in tüm baskılara rağmen yükselişini anlattığı, Kaos GL’nin websitesinde yayınlanan bir diğer yazısına buradan ulaşabilirsiniz.