Hakikatte ısrar etmek…

Son günlerde üç çalışanı daha tutuklanan ETHA’nın internet sayfası yıllardır kapalı. Okura sosyal ağlar aracılığıyla ulaşan ajansın peşini sansür ve engellemeler bu mecralarda da bırakmıyor. ETHA editörleriyle üzerlerindeki baskıyı ve buna karşı dayanışmayı arttırma yollarını konuştuk…


ÖZGÜN ÖZÇER

Türkiye’de basın topyekûn saldırı altındayken ve bu saldırılar her geçen gün artarken geçtiğimiz hafta Etkin Haber Ajansı’nın (ETHA) üç çalışanın tutuklanması yeni soruşturma ve davalarla sürekli körüklenen ifade özgürlüğü ihlallerinin son örneği oldu.

Öte yandan internet sayfası kapatıldığı için okura yıllardır sosyal ağlar aracılığıyla ulaşan ETHA’nın peşini sansür, bu mecralarda da bırakmıyor: Facebook sayfaları ve YouTube kanalları hâlâ, tekrar tekrar kapatılıyor.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen ETHA çalışanlarında ne yılgınlık ne de yakınma var. 2009’da kurulan Etkin Haber Ajansı, neredeyse 10 yılı bulan yayın hayatı boyunca Türkiye’de emek ve özveriyle ilmek ilmek örülen basın özgürlüğü mücadelesinin öznelerinden biri oldu. Ajansa yönelik son günlerde daha da artan saldırıları konuşmak için bir araya geldiğimiz ETHA editörleri Derya Okatan, Emin Orhan ve Serdal Işık ne olursa olsun habercilik çizgilerinden ödün vermeden çalışmayı sürdüreceklerini söylüyorlar. Berat Albayrak mailleri davasında yargılanan altı gazeteciden biri olan Derya Okatan, ETHA’nın kuruluşunda yer alanlardan. Emin Orhan daha önce Atılım Gazetesi’nde çalışmış deneyimli bir gazeteci. Serdal Işık ise Diyarbakır’da muhabirlik yaptıktan sonra İstanbul’daki editör ekibine katılmış.

ETHA çalışanları, baskılara karşı dayanışmayı arttırmak için “ETHA için yaz, ETHA için çiz, ETHA için çek” diye bir kampanya başlattı. Böylece ETHA’yı takip ederek sansüre karşı verdikleri mücadeleye destek verebilir, mesajlarınızla da onlara güç olabilirsiniz. Derya Okatan’ın vurguladığı üzere: “Bugün ETHA için dayanışmak, basın özgürlüğü için, halkın haber alma hakkı için bir şey yapmak anlamına geliyor”. Söz ETHA çalışanlarının…

Son tutuklamalarla birlikte toplamda tutuklu ETHA çalışanı sayısı kaç oldu?

Derya Okatan: Toplamda altı arkadaşımız tutuklu ama aynı zamanda yazarımız olan Atılım gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Bakır da tutuklu. Deniz Bakır’ın da ETHA’nın çalışmalarına desteği vardır. Son olarak 17 Nisan’da muhabir Adil Demirci, 19 Nisan’da editör Semiha Şahin ve muhabir Pınar Gayıp tutuklandı. Muhabirlerimiz Ali Sönmez Kayar ve Havva Cuştan ile editörlerimizden İsminaz Temel önceki aylarda tutuklanarak cezaevine sevk edilmişti. Dolayısıyla altı ETHA çalışanı ve Deniz’le birlikte yedi arkadaşımız tutuklu.

Hakkında dava açılan kaç çalışanınız var?

D.O: İki kişi – ben ve Meşale [Tolu] – tutuksuz yargılanıyoruz. Ben, Berat Albayrak mailleri ile ilgili davada yargılanıyorum. Meşale de bir süre tutuklu kaldı, şu anda tutuksuz yargılanıyor. İki editörümüzün, haklarındaki hapis cezası nedeniyle artık Türkiye’de çalışma ve yaşama koşulları kalmadı. Arzu Demir’in yazdığı iki kitap nedeniyle altı yıl kesinleşmiş hapis cezası var. O Belçika’da yaşıyor. Eski editörümüz Önder Öner hakkında da yakalama kararı var. O da artık ne yazık ki ETHA çalışmasında yer alamıyor.

Bunun yanı sıra sansürle karşılaşıyorsunuz. Şu anda faal bir web siteniz yok. Bu engelleri nasıl aşmaya çalışıyorsunuz?

Serdal Işık: Evet, web sitemiz 2015’ten bu yana engelli. Bu engelleri sosyal medyayla aşmaya çalışıyoruz. VPN aracılığıyla sitemize haberler giriyoruz, bu haberleri de Facebook ve Twitter’dan paylaşarak okuyucuya ulaşmaya çalışıyoruz.

Facebook’ta da zaman zaman engellerle karşılaşıyorsunuz galiba…

S.I: Evet, en son iki hafta önce Facebook sayfamız engellendi. Facebook üzerinden başka bir adresten yayınımızı sürdürmek zorunda kaldık. Yeni bir hesap açtığımız için takipçilerimiz azaldı. YouTube kanallarımız kapatılıyor. Yüklediğimiz haber videolardan kaynaklı olarak iki YouTube kanalımız kapatıldı. İtirazlarımıza rağmen açılmadı. Bütün videolarımızın yüklü olduğu kanal tamamen kapatıldı, daha sonra açtığımız kanal ise üç aylık süreyle engellendi. Şu an giriş yapamıyoruz. Sosyal medya üzerinden de sansür ve baskı görüyoruz.

Çalışan sayısına göre en yoğun saldırı altında olan mecralardan birisiniz diyebiliriz. Size yönelik saldırılar ne zaman arttı?

S.I: OHAL’den önce de baskılar vardı. OHAL’dan sonra daha da arttı. Şu an tutuklu olan bütün arkadaşlarımız OHAL sonrası tutuklandılar.

D.O:  ETHA 2009 yılında kuruldu ve her dönemde baskı gördü. OHAL öncesinde de birçok arkadaşımız gözaltına alındı, tutuklandı ve tahliye edildi.

Özgür basına yönelik baskılar Cumhuriyet tarihi boyunca her dönem olmuş ama arttığı dönemler oluyor elbette. Bunun bir örneği Gezi süreciydi. Gezi’nin daha sıcak günlerinde, 2013’ün 16 Haziran’ında büromuz basıldı, adeta talan edildi. Bunlar arasında iki bin kitap, tüm fotoğraf görüntü arşivlerimiz vardı ki, en taze olanları da Gezi görüntüleriydi. Bir anlamda Gezi’nin hafızasını silmeye çalışmışlardı. Bilgisayar, kamera ve fotoğraf makinalarımıza da el konulmuştu. Çözüm sürecinin bitip savaş sürecinin başladığı günlerde – ki öncesinde de birçok internet sitesine erişim engeli getirilmişti – bize dönük de erişim engeli getirildi ve sonrasında baskılar peyderpey devam etti.

Hedef göstermeler de oldu mu o süreçte?

D.O: İddianamelerde savcılar tarafından hedef gösteriliyoruz aslında. Bu çok ilginç bir durum. Mesela 2012 ve 2013’te büromuz basıldı. Bu savcılık kararıyla yapılıyor, yani bir savcılık soruşturması olduğu anlamına geliyor. Biz nasıl bir soruşturma olduğunu bilmiyoruz. Ama soruşturmanın bir sonucu yok, takipsizlikle sonuçlanma gibi bir durum bile yok. Böyle bir hukuksuzlukla karşı karşıyayız.

Peki, soruşturmanın kendisinde ne aranıyor?

S.I: Ucu açık. Ne kapatılıyor ne de bir yere vardırılıyor.

D.O: O kadar hukuksuz bir durum ki tanımlamak gerçekten zor. Savcılık başlatmışsa soruşturmayı sonuçlandırmak zorunda. Bu ya davayla olur ya takipsizlikle olur. Öyle bir durum yok. Ne dava var ne takipsizlik. Çünkü bir şey bulamadılar. Dava açabilecek bir şey yok. Delilleri, kanıtları zaten yok. Ama şimdi birçok iddianamede ETHA ve çalışanları hedef gösteriliyor. Mesela arkadaşımız Ali Sönmez Kayar’ın gözaltına alındığına ilişkin haberimizi savcı iddianameye örgüt üyeliğine delil olarak koymuş. Böyle garip bir durumla karşı karşıyayız ve bu sadece bizim tutuklanan arkadaşlarımızla ilgili değil. Mesela ESP’liler gözaltına alınmış veya tutuklanmışlar, haklarında iddianame hazırlanmış, iddianamede ESP’lilere, “ETHA’da yayınlanan örgüt çağrısı üzerine mi eylemlere katıldınız” diye soruyorlar. Bizim her sabah birçok ajans gibi yayınladığımız gündem sayfalarımız var. Savcılar bunları örgüt çağrısı, bizi de örgütle ilişkili bir yayın kuruluşu olarak değerlendiriyor. Ama hakkımızda herhangi bir soruşturma olmadığını, herhangi bir karar, dava olmadığını söyleyebilirim. Yasal olarak faaliyetlerine devam eden bir şirket en nihayetinde.

“Otosansür uygulayamıyoruz ve bedelini ödüyoruz”

Ve herhangi bir soruşturma yürütülmeksizin internet siteniz zaten erişime kapalı, sosyal medyanız da sürekli kapatılıyor…

D.O: Evet. Erişim engelinde zaten öyle, mahkeme çok kolay karar çıkarabiliyor. Birçok internet sitesi için aynı şey uygulanıyor. Nedenini dahi bilmiyoruz.  

Artan saldırı ve tehditlere karşı aldığınız herhangi bir önlem var mı?

D.O: (Gülerek) Sanırım yanlış yapıyoruz ama biz otosansür uygulayamıyoruz.

S.I: Çizgimizi değiştirmeden aynı şekilde devam ediyoruz.

D.O: Uygulamak gerekiyor belli ki ama biz uygulayamıyoruz ve bunun bedelini ödüyoruz, evet. En son Efrin konusunda. Her zaman Efrin’le ilgili ne diyeceksek, haberleri nasıl yayınlayacaksak o şekilde yayınladık. Bedelini ödüyoruz.

Anaakım medyadaki gazeteciler öz kaynağıyla habercilik yapan sol basında çalışanlara yönelik saldırıları neredeyse hiç dile getirmiyor. Tavırları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Emin Orhan: Daha önce havuz medyasına yakın medya, sosyalist basını gazeteci olarak görmüyordu. Artık bu basında çalışanları hükümet gazeteci olarak görmüyor. Kendileri gibi düşünmeyenleri dışlayan bazı sendikalar, basın kuruluşları şimdi kendileri bu duruma düştüler. Dolayısıyla bunun bir sınırı yok. Ölçü nedir peki? Ölçüyü doğru bir yerde kurmak lâzım. Eğer yayınlar halkın haber hakkını sağlıyor ve bu amaçlar doğrultusunda gerçekleri yansıtıyorsa, bu haberdir. Biz gerçek habercilik yapıyoruz. Gazeteci olmadığımızı düşünenler de bugün yalan haber yayınlatmakla meşguller. Gazetecilik etiği, gerçekle ve yaşamla kurulan bağ içerisinden çıkıyor. Onlar da gazetecilik yapıyor ama bir olayı hükümetin istediği şekilde yorumlayabiliyorlar. Bizse halkın, emeğin çıkarları doğrultusunda yorumladığımız için hedef haline getirilmiş oluyoruz.

D.O: Sanırım kapitalizmin egemen olmasıyla ilgili bu. Nasıl sosyalizm Sovyetler’den sonra öldü deniyordu, bu ideolojiye sahip insanları da, gazetecileri de yok sayma durumu gibi galiba…

Haberin metalaştırılmasıyla da ilgili gibi. Bu bakış açısının kendisini bu basında önemli konumda görmek isteyenlere sirayet etmesinin etkisi de var sanki?

D.O: Ertuğrul Mavioğlu’nun DİSK Basın-İş’in toplantısında söylediği gibi, gazetecilik egoist bir meslek. İşin böyle bir boyutu da var. Ama aslında dediğim gibi sosyalist fikirleri yok sayma, yokmuş gibi davranmaktan kaynaklanıyor. Anaakım medya burjuvazinin yanında, onun çıkarları doğrultusunda haber yapıyor. Bizler de ezilenlerin yanındayız, onların çıkarları doğrultusunda haber yapıyoruz. Bunun kadar doğal bir şey olamaz.

“Sitemiz engelli, ama hâlâ ceza alıyoruz”

Biraz da ETHA’nın kuruluş sürecinden bahsedelim. Neden ajans fikriyle yola çıkıldı mesela?

D.O: ETHA 2009’da kuruldu ama basın deneyimi 2009’da başlamıyor. Kuruluşunda çok deneyimli gazeteciler, özellikle Atılım gazetesinde çalışan arkadaşlar yer aldı. O zamanlar sol basında günlük hızlı habercilik bu kadar yaygın değildi. Bizler sol basında bir merkez olabilmek iddiasıyla kurulduk ve bunu uzun bir süre yerine getirdiğimizi düşünüyorum. Çok farklı kesimler tarafından takip ediliyorduk. İyi bir takipçi sayımız vardı. Birçok kentte gönüllü muhabirlerimiz vardı. Birçok insan ETHA’ya nasıl katkı sunabileceğini soruyordu ve böyle başvurular alıyorduk. Uzun süre iyi bir çalışma yürüttük. Ama çok ciddi mali ve siyasi baskılarla karşı karşıya kaldık. O ilk baştaki kuruluş iddiası – bunu söylemekte bir sakınca görmüyorum – biraz zayıfladı. Sonrasında internet haberciliğinin sol basın açısından da çoğalmasıyla birlikte aslında ajans fikrini biraz değiştirmiş olduk.  

Buna rağmen, sol ve sosyalist bir ajans ihtiyacını nasıl görüyorsunuz?

D.O: Mutlaka gerekli çünkü AKP hükümetinin basına karşı çok ciddi saldırıları oldu ve bu haberciliği de yıprattı. Otosansür de, kaynakların ve istihbarat kanallarının sınırlı olması da bunda çok etkili oluyor. Sitemiz tümden kapalı olmasına rağmen hâlâ yayınladığımız haberlerle ilgili mahkeme kararları geliyor ya da cezalar alıyoruz. Kadınlar tarafından tacizle suçlanan avukat Onur Kale’nin davası vardır mesela. Çok ciddi miktarda tazminat ödedik. Bunun gibi hem siyasi hem ekonomik birçok saldırıyla karşı karşıya kaldık. Bu da gazeteciliği yıpratıyor. Burada bir haber ajansının bütün sol basın bakımından bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Örneğin büyük kentler dışında zaten haber akışı sağlanamıyor. Bu nedenle de bir ihtiyaç var.

Ayrıca git gide devlet yetkililerinin, cumhurbaşkanının, otorite figürünün bilfiil haberin kaynağı haline geldiğini görüyoruz. Halk ve hak sahiplerini merkeze alan bir habercilik anlayışı gözetilmiyor.

E.O: Halkın yaşadığı sıkıntılar ve sorunların hiçbir haber değeri kalmadı.

D.O: Doğan Medya’nın satılması bir açıdan kaygı verici. DHA, Türkiye’deki en yaygın haber ajansı. Mesela iş ve kadın cinayetlerini en çok servis eden haber ajansı. Birçok kadın örgütü, İSİG (İşçi Sağlığı Ve İş Güvenliği Meclisi) ya da sendikalar o veriler üzerinden istatistik tutuyordu. Bunlar azalacak, yok olacak. Artık iş cinayetlerini, kadın cinayetlerini görmeyeceğiz. Raporlarda ne olacak? Hükümet politikalarıyla iş cinayetleri azalmış olacak.

S.I: Her ay 100 insan iş cinayetinden hayatını kaybetmişse, şimdi mesela daha düşük bir rakam ortaya çıkacak.

Ve özellikle vurgulayalım, ETHA’nın iş cinayetleri ve kadına yönelik şiddet haberlerinde taviz vermeyen bir çizgisi var. Dava vs. gibi durumlarla sıklıkla karşılaştığınız oldu mu?

D.O: Son örneklerden biri: Tuzla Tersanesi’nde bir iş kazası yaşanmıştı, fotoğraflarıyla birlikte yayınladık. Tersane yetkilileri arayıp bu bilginin doğru olmadığını söylediler. “O zaman bize bilgi verin, düzeltelim haberi” dedim. Bilgi vermediler. Biz de haliyle haberimizin arkasında durduk. Orada önlem alınmadığı için iş kazası yaşanmıştı ve haberimiz gerçekti. Şimdi bunun gibi hükümetin yanı sıra patronlardan ve erkeklerden çok fazla baskı görüyoruz. Soruşturmalık veya davalık olan hemen hemen her haberimiz bununla ilgili. Sık sık dava tehditleriyle karşı karşıya kalıyoruz, kimisi de davayla sonuçlanıyor.

“Sansür çok ciddi bir sorun”

Erken seçimle beraber basına yönelik saldırılar da yoğunlaşabilir. Sizi bu süreçte ne tür zorluklar bekliyor?

E.O: Birinci zorluk, çalışan sayımızın az olmasından kaynaklı. Yerel düzeyde muhabir ağımızın önemli ölçüde tırpanlanmış olması ve tutuklamalarla baskı görmesi nedeniyle doğal bir sınırlamaya gidiliyor. Zaten engelleyerek, gözaltına alarak, tehdit ederek, haberlerin etkin bir şekilde değerlendirmesine de mani oluyorlar. Ama bu seçim haberlerini yapan sol, özgür, demokrat gazeteciler bir ağ ya da ortak bir havuz oluşturulabilirse bu engelleri birlikte aşabiliriz.

Muhabirleriniz sahada kolluk kuvvetlerinden tehdit veya şiddet görüyor mu?

E.O: Tabii, görüyorlar. Daha geçen gün Kadıköy’de ESP’lilerin bildiri dağıtımı esnasında haberi takip eden muhabirimiz engellendi, gözaltına alındı, darp edildi. Sonra serbest bırakıldı.

S.I: Eyleme giderken, eylem takip ederken sürekli basın kartı sormak, GBT uygulamak suretiyle muhalif gazetelerin muhabirlerine sürekli bir taciz var. Zaman zaman da gözaltılar oluyor. En son bir arkadaşımız beş gün gözaltında kaldı.

Bu durumun aşılması için sizce ne yapılabilir? Çok sayıda sol ve demokrat basın kuruluşu var, sendikalar da elini taşın altına koymaya çalışıyorlar ya da en azından hazır olduklarını söylüyorlar. Sizce ne yapılırsa bu saldırılara karşı daha güçlü durulabilir?

D.O: Tutuklu gazeteciler meselesi çok önemli. Altı arkadaşımız tutuklu ama toplam tutuklu gazeteci sayısı bazı kaynaklarda 180, bazılarında 200 olarak geçiyor. Sayı gerçekten çok yüksek. Her bir arkadaşımız AKP gibi düşünmemelerinin bedelini ödüyor. Türkiye bakımından basının önündeki en temel sorun bu. DİSK Basın-İş sendikasının geçen gün bir toplantısı vardı. Orada da öne çıkan temel başlık bu olmuştu. Sanırım yakın zamanda bir çalışma başlatılacak. Daha önceki deneyimlerimiz de var. Adliyeler önünde tanıklık günleri yapılmıştı. Her biri gazeteciliğe emek vermiş, gönül vermiş, inanmış arkadaşlar. Mutlaka özgürlüklerine kavuşmaları gerekiyor.

Sansür ve otosansürün yanı sıra özellikle sosyal medyanın uyguladığı politikalar da çok ciddi bir sorun. Ne yazık ki sosyal medya ağları da hükümetlerle ilişkileri nedeniyle basın kuruluşlarına sansür uyguluyorlar. Uluslararası çapta bir dayanışma ve mücadele örgütlenmesi gerekir. Türkiye’de birbirimize karşı mesafelerimiz var. Bugüne kadar herkes bir şeyler yapmaya çalıştı ama biz çok şey kaybettik. Ben kapatılmadan önce Özgür Radyo’da çalışıyordum. 20 yıllık çok büyük bir değerdi Özgür Radyo. IMC TV, Hayatın Sesi TV, TV 10… Hepsi çok büyük değerler. Durdurabilir miydik bilmiyorum ama var olandan çok daha güçlü bir mücadele örgütlenebileceği kesin. Eksik kaldığımız birçok konu oldu, tüm basın çalışanları ve basın örgütleri açısından söylüyorum. Bundan sonra daha fazla kaybetmemek için daha güçlü bir şeyler yapmak gerektiği kesin.

Umarım tutuklu gazeteciler için ya da dayanışmanın yükseltilebilmesi için daha güçlü bir çalışma örgütlenebilir. Bir haber havuzu önerildi, biz de önermiştik. Bu da sanırım üzerinde tartışılabilecek bir konu. Bütün özgür ve muhalif basına faydası olacağını düşündüğüm bir dayanışma ağı.

“Dayanışma güç veriyor”

Cumhuriyet Davası kararının açıklanmasıyla kapkara bir gün daha yaşadık. Kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

D.O: Basına dönük bir darbe daha gördük. Cumhuriyet gazetesinin yazar, yönetici ve çalışanlarına büyük oranlarda hapis cezaları verildi. Bu ceza tek tek Ahmet Şık’a, Murat Sabuncu’ya, Akın Atalay’a değil, aslında muhalif gazeteciliğe verilen bir ceza. Gazeteci arkadaşlarımız duruşmalarda iddianameyi çürüttü, haliyle hukuksuzluklarla ilgili bir şey söylemeye gerek yok. Bu dava aslında tüm muhalif gazetecilere gözdağı anlamına geliyor. Ama Ahmet Şık’ın, Murat Sabuncu’nun açıklamaları çok güzel, umut verici. Tüm baskılara rağmen hala dimdik ayakta duran gazeteciler bana da güç veriyor.     

Önümüzdeki dönemde baskılara karşı planladığınız veya öngördüğünüz eylemler var mı?

D.O: “ETHA için yaz, ETHA için çiz, ETHA için çek” diye bir dayanışma kampanyası başlattık. Sonuçları da gayet sevindirici ve olumlu. Birçok kişiden, çevreden destek videoları geliyor.

Son dönemde birçok saldırıyla karşı karşıya olan bir kurum olarak buradan da dayanışma çağrısı yapıyorum. Destekleyenler fotoğraf çekip, haber yapıp ya da video hazırlayıp düşüncelerini paylaşarak bize gönderebilirler. Bunları internet sitemizde ETHA için dayanışma kapsamında yayınlayacağız. Bugün ETHA için dayanışmak, basın özgürlüğü için, halkın haber alma hakkı için bir şey yapmak anlamına geliyor. Önemli olan burada birlikte olmak çünkü gerçekten dayanışma bize güç veriyor.

Arkadaşlar bazen bu koşullarda ne yapacağımızı soruyor. Öyle “Eyvah, ne yapacağız?” diye düşünmüyoruz, eksiğiyle, gediğiyle de olsa devam etmeye çalışıyoruz. Bu saldırılar en nihayetinde ilk değil, ETHA ne olursa olsun yoluna devam edecek. Keza diğer basın kuruluşları da öyle, Özgürlükçü Demokrasi’nin de gasp edilmesine rağmen devam edeceğine inanıyorum. Özgür basın geleneği bitirilebilecek bir gelenek değil.