Ankara’da gecikmeli açılan CSO binasının ardından: “Cumhuriyet dönemi mirasının korunması için daha fazla farkındalık lazım”

Ankara denince akla Atakule, tarihi İş Bankası binası, Gençlik Parkı gelebilir ancak 30 yıldan uzun süredir bu fotoğraf karesine girmeye çalışan bir mekân daha var: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Binası… Susma Platformu Ankara temsilcisi Alican Acanerler, CSO’nun kısa öyküsünü ve başkentin kültür-sanat ortamındaki yerini yazdı


ALİCAN ACANERLER

Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu 1992’de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) eski binasının yetersizliği gündeme gelmiş, bu kapsamda bir yarışma açılmış ve Uygur Mimarlık tarafından tasarlanan proje, yarışmanın galibi seçilmişti. Beş yılın ardından, 1997’de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından temeli atılan binanın inşaatı, yıllar sonra tamamlandı ve yeni binanın 29 Ekim 2020 olarak duyurulan açılışı, 3 Aralık’a ertelendi. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açılışını yaptığı yeni konser salonunda, Genel Müzik Direktörü ve şefi Can Deliorman’ın yönetiminde CSO, dünyaca ünlü soprano Angela Gheorghiu ve dünyanın en iyi piyano ikilileri arasında gösterilen Güher ve Süher Pekinel kardeşleri bir konserde ağırladı.

Yeni salonun açılışının ardından CSO’ya dair haber medyasında binanın kent için önemine, inşaatın geçtiği aşamalara ve Ankara’daki kültür-sanat üreticileri için anlamına dair herhangi bir içerik yer almadı. Aklımızda açılışa dair kalan, CSO yeni konser salonunun proje müellif mimarları Semra ve Özcan Uygur’un görkemli açılış törenine davet edilmemesi oldu. Sonrasında yapılan davette ise Semra Uygur’dan “Özcan Uygur’un değerli eşleri” olarak söz edildi. 

Bu süreç boyunca Susma Platformu olarak Ankara’da klasik müzik hakkında haber yapan gazeteciler ve üretim yapan sanatçılarla yapmak istediğimiz söyleşi talepleri cevapsız kaldı. Uygur Mimarlık sürece dair sorularımızı cevapsız bırakırken CSO müdür yardımcısı ve orkestradan genç sanatçılarla yapmak istediğimiz röportajlar da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izin vermeye yetkili müşavirliği tarafından reddedildi. 

CSO ÇEVRESİ BİR SANAT ADASI OLUR MU?

6 aydan uzun süredir senfoni ile ilgili ayrıntılara ulaşabileceğimiz tek içerik “Haber Ne Diyor?” ekibinin, ‘Korno sanatçısı’ olarak görev yapan Serhat Çalışkan ile yaptıkları kısa söyleşi oldu.

Türkiye’de ‘çok sesli müzik’ dendiğinde akla ilk gelen oluşum olan CSO’nun çocuklar ve gençler için yeni bir proje geliştirdiğini söyleyen Çalışkan, söyleşi sırasında “CSO Doremini” ile herkesin elinin altında çok sesli müziği konu edinen detaylı bir kaynağın yer alacağını müjdeliyor. Çalışkan ayrıca çok sesli müziği öğrenmek isteyenler için eğitici öğretici çekimler yapıldığını da belirtiyor. Söyleşinin bir yerinde ise “dünyada eşi benzeri, olmayan bir ‘sanat adası’ yapıldığından” söz eden Çalışkan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un “yüksek çabaları ve lütuflarıyla” yapının ortaya çıktığını ifade ediyor. 

Ancak CSO çevresinin, kültür-sanat alanında çalışanlar için eserlerini ve işlerini sergileyebilecekleri, üretimin çeşitli disiplinlerde sürekli gerçekleşebileceği bir “sanat adası” olması girişiminin temelleri Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından değil; daha öncesinde Ankara Kent Konseyi tarafından atılmıştı. Yapımı 20 seneden uzun süredir devam eden ve her sene bir arpa boyu yol alınmadığı için eleştirilen binanın pandemide kısa sürede tamamlanması ise birçok sanatçı tarafından şüphe ile karşılanmıştı. AKP öncesine dayanan CSO binasının kısa öyküsüne gelince…

CSO BİNASININ YAPILIŞININ KISA ÖYKÜSÜ

Arkitera’ya verdikleri bir söyleşide Uygur Mimarlık’tan Semra Uygur, yumurta formuyla dikkat çeken projenin yarışmaya katılan 46 proje arasından seçildiğini söylüyor. Uygur, o dönem bakanlık ve akustik uzmanlar arasında yaşanan koordinasyon eksikliklerinin salon projelerinin tamamlanmasını geciktirdiğini söylüyor. Ve yanı sıra inşaat ihalesi 1995 yılında yapılan ve o dönemde inşaatına başlanan yapının projelerinin 2008’de tamamlandığını da ekliyor.

Yıllar içinde sürekli değişen yönetmelikler sebebiyle CSO binasına ait bazı bölümlerin yeniden projelendirildiğini söyleyen Semra Uygur, söz konusu değişikliklerin 2011’de tamamlandığını ifade ediyor. Uygur Mimarlık, salonların akustik eksikliğinin tespitinin Bayındırlık Bakanlığı tarafından verilecek bazı ziyaret izinleri sebebiyle geciktiğini; iletişim ve bilgilendirmenin süreçte yaşanan görev değişikliklerinin hızına yetişemediğini savunuyor.

Yapının bulunduğu arazi Ankara’nın en alt kotlarından (seviyelerinden) biri olarak tanımlanıyor. Ankara Kalesi ve Anıtkabir arasındaki görsel bir aksa oturan yapı, Anıtkabir’in göründüğü tek açık alan olma özelliğini bozmamak için aşağı çekiliyor. Semra Uygur’a göre bu durum sanatçılar için akustik bir alan yaratıyor. Öte yandan proje tasarımcıları yapının farklı formlardaki unsurlarının bir bütün olarak okunmasını önemsiyor. Semra ve Özcan Uygur, şartnamede belirtilen “zamanla eskimeyecek bir yapı” beklentisine uygun bir yapı tasarladıklarını düşünüyor. Uygur Mimarlık; 2015 yılında verdikleri söyleşide inşaatın tamamlanması için “başbakanlık ya da cumhurbaşkanlığı düzeyinde bir sahiplenme” gerektiğini vurguluyordu.

Yapının başkent için önemine dair Susma Platformu’nun sorularını ise Ankara Aks cevapladı. Kendilerini “Ankara’da kültür, sanat, mimarlık ve tasarım başlıkları altında faaliyet gösteren üniversite topluluklarını tek bir çatı altında toplayan bir oluşum” olarak tanımlayan Ankara Aks, bu amaç için kent yürüyüşleri düzenleyerek kentin mekânsal hafızasını diri tutmaya çalışıyor ve genç sanatçılarla ortak projeler yürütüyor.

23 senede bitemeyen inşaat çok kısa bir sürede verilen önemle bitti. Bu kadar kısa bir zaman içinde CSO’nun bu derece ivmelenen yenilenme sürecinin sebebi nedir? İnşaatta gördüğünüz aksaklıklar oldu mu? Bir mimar gözünden değerlendirecek olsanız yeni binanın Ankara için değerini nasıl tanımlarsınız?

CSO’nun hikâyelere konu olacak bir yapım sürecini yaşadığını anmadan bu sürece değinmemek lazım. Süreç içerisinde birçok başbakan görmüş bir yapıdan bahsediyoruz. 1995 yılında yarışmayı kazanmış, uygulama ile tasarım yönünden modern ve yenilikçi anlayışı inşa eden bir yapı. 

Uygur Mimarlık, Anıtkabir ile Ankara Kalesi aksı arasında imza bir dokunuş üretti. Son zamanlarda ivmelenen yapım süreciyle ilgili olarak Kültür Bakanlığı’nın yeni bir müteahhit firmayla işe başlamasının belirleyici olduğu kanaatindeyiz. 

Son dönemlerde modern başkentlerdeki senfoni orkestrası binalarının da Ankara’nın oldukça ötesine geçmiş olması da bu baskıyı arttırmış olabilir şeklinde yorumluyoruz. Ankara’nın ihtiyacına yanıt verecek modernlikte bir konser salonunu gerektiğinden fazla geç kalınmış bir şekilde kazandığını söyleyebiliriz. Ayrıca emeğini ve yıllarını bu yapı için harcayan Uygur Mimarlık’ın kurucuları Semra ve Özcan Uygur’un açılış protokolüne davet edilmemesi, son dakika bir davet ile bunun telafi ediliş biçimi bizleri de derinden üzdü. Oldukça yaygın sayıdaki özgün mimarlık eserlerinin açılışlarında ya da tanıtımlarında mimarlar, sanatçılar, emekçiler yok; çabaları ve çileli uygulama serüvenleri sonrasında hak ettikleri takdiri duyamıyor ve göremiyor olmaları CSO ile bu konuyu tekrar gündeme taşımıştır.

Eski binaya ne olacak peki? Yeni yapılar eski binanın işletmesinden daha farklı bir planlama, organizasyonel yapıyı beraberinde getirecek mi? Yani yeni bina işletmesi daha mı dinamik olacak? Ankara Kent Konseyi “CSO ve çevresini ‘sanat adası’ ilan edelim Avrupa’daki birkaç benzer örnek gibi” diyordu, bu sizce ne kadar mümkün? Ankara’da bir sanat adası/hub’ı kurulabilir mi?

Eski binanın müze ve konser salonu işleviyle korunacağı duyumunu aldık. Gelecekte neler olacağını birlikte deneyimleyeceğiz. Söz konusu alanın bir sanat adası olarak kurgulanması iyi bir söylem fakat nitelikli bir çalışmayı gerektirdiği kanısındayız. Cer Modern ve CSO’nun Ankara’da kültür odaklı iki önemli merkez olduğu ve gelecekte de olacağı aşikâr fakat hâlâ yeteri kadar ulaşılabilir değiller. Bu tarz bir planlamanın katılımcı bir süreç ile gerçekleşmesinin doğru olacağını düşünüyoruz.

Ankara’da kent hafızası son yıllarda sizce nasıl bir dönüşüm geçirdi? İller Bankası binasının yıkılması, örneğin, mimari açıdan bir sanatsal ifadenin engellenmesi olarak da okunabilir mi? Yeni yapılan camiler, sanatçıların, üreticilerin bir araya gelip üretim süreçlerini gerçekleştirdikleri mekânların değişimi sizce Ankara’yı nasıl etkiliyor?

İller bankası binasının yıkılması olayını bir milat olarak tanımlıyoruz. Bu olay Aks’ın bir araya gelip kent için ürettiği bir geleceği meydana getirdi. İller Bankası olayı özelinden hareketle Ankara’nın Cumhuriyet dönemi mirasının korunması için daha fazla farkındalık geliştirildiği inancındayız. Ankara’nın mekânsal değişiminin pandemi ile birlikte daha da hızlandığı bir süreçten geçiyoruz. Kent hafızasının önemli mekânları birer birer kaybedilirken, dayanışmanın önemi her geçen gün daha da artıyor.

(Yapının inşaatı sırasında Uygur çifti. Fotoğraf: Arkitera)

Ankara Aks’ın aktarımlarından da “mekânların hafızasının” bir kentte yaşayan kültür-sanat üreticileri, mimarlar, öğrenciler, kısacası herkes için önemini anlayabiliyoruz.

MEKÂNLAR DA İKTİDARIN KÜLTÜR POLİTİKALARINDAN ETKİLENİYOR

Projenin bir “yetiştirme telaşı” içinde yalnızca bir inşaat gibi ilerlemesinden kaygı duyan Uygur Mimarlık; binanın durumunun sanatsal imalatların kalitesini düşürebileceğini, proje tam anlamıyla tamamlanmadan yapılacak bir etkinliğin CSO’nun prestijini de olumsuz etkileyebileceğini düşünüyordu. Buna rağmen son aylarda gerçekleşen bazı konserlerle adından söz ettiren yeni CSO binası faaliyete devam ediyor. Tüm kompleksin ne zaman açılacağına dair yapının idaresine yönelttiğimiz sorular da, her seferinde farklı bir tarih verilerek geçiştiriliyor. 

Böylece, başkentin yeni simgesi olma potansiyelindeki bir eserin iktidarın kültür politikalarından nasıl etkilendiğine şahit oluyoruz. Hızla bitirilen ve esasına uygun olup olmadığına dair şüpheler taşıyan kültür-sanat mekânlarının içi boşaltılıyor. Sanatçılar için bu yıkımlar ortak hafızada her seferinde bir noktanın daha kaybına yol açıyor.