Patika yollardan güç devşirmek

OHAL’le artan yasak ortamına öncesinde de aşina olan topluluklardan biri LGBTİ+ hareketi. Onur Haftası yaklaşırken Kaos GL’den Yıldız Tar’la bir araya geldik, hem son dönemdeki yasaklar hem de geliştirdikleri mücadele biçimleri, yapılabilecekler üzerine konuştuk…


 

PELİN BUZLUK

LGBTİ+’lar her koşulda sansürle en çok karşı karşıya gelen gruplardan biri, malum. 2015 yılından itibaren Ankara ve İstanbul’dan başlayarak birçok şehirde yasaklamalarla karşılaşılmıştı. Öncelikle onur yürüyüşlerine konan yasak ve engellemeler Kasım 2017’de Ankara Valiliği’nin süresiz, hemen her etkinliğe karşı yasak kararıyla devam etti. Ankara’daki bu süresiz yasak diğer şehirlerde de polisin keyfi yasaklamalarını bir nevi cesaretlendirmiş oldu.

Bu yıl 25 Haziran-1 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek Onur Haftası ve 1 Temmuz’daki Onur Yürüyüşü öncesinde LGBTİ+ hareketinin en köklü oluşumlarından Kaos GL’den Medya ve İletişim Program Koordinatörü Yıldız Tar’la bir araya geldik; OHAL süresince karşılaştıkları yasak ve kısıtlamaları, bunlara karşı geliştirdikleri mücadele biçimlerini konuştuk.

LGBTİ+ hareketi 90’lardan bu yana örgütlü olarak çalışıyor. Bu süreçte çok fazla yasak, kapatılma davası vs. gördü. LGBTİ+’lar kişisel hayatlarından başlayarak zaten her yerde sansürle savaşırken OHAL bu sıkışmışlığın tuzu biberi oldu. İsterseniz önce OHAL sürecine kadarki zorluklardan bahsederek başlayalım ve sonra bugün nereye doğru evrildiğini konuşalım…

Türkiye’de LGBTİ+ hareketinin geçmişi 80’li yıllara kadar uzanıyor. 80’lerde çeşitli örgütlenme girişimleri oluyor trans kadınların. Darbenin ardından sistematik işkenceye uğradıklarını biliyoruz. Ardından 90’ların başında yine trans kadınların başını çektiği bir açlık grevi denemesi oluyor. Ama kurumsal anlamda hâlâ devam eden örgütlenmeler 1993-1994 yıllarında Ankara ve İstanbul’da başlıyor. Ankara’da Kaos GL, İstanbul’da Lambdaistanbul. O zamandan bu zamana özellikle Kaos GL üzerinden konuşursam, LGBTİ+ hareketinin aslında çok temel bir derdi var: Kendi hikâyeni anlatabilmek ve adınla çağrılabilmek. Bununla neyi kastediyorum, tam senin de bahsettiğin sansür meselesi, salt örneğin bir gazetede haberin yayınlanmaması, edebiyatta var olmamak, çalışma hayatında yok sayılmakla sınırlı bir şey değil. Varoluşun kendisi en temelde yok sayılıyor ve maalesef ki lezbiyen, gey, biseksüel, trans ya da interseks bir kişinin ilk mücadelesi kendi adını koymak ve bu adla var olabilme mücadelesine dönüşüyor. Sansür aslında doğuştan, hatta doğmadan önce başlıyor. Ultrasonda bir kişinin oğlan ya da kız olacağı söyleniyor. Sansür ve görmezden gelme burada başlıyor. Biyolojik birtakım varsayımlar üzerinden bir cinsiyet ve cinsel yönelim de varsayılıyor. İnsanların kadın ya da erkek olmasının biyolojik olarak belirlendiği ve cinsel yönelimlerinin de heteroseksüel olduğu varsayılıyor. Ama hayat ve hakikat böyle değil ve mücadele burada üzerine giydirilen o gömlekle başlıyor. Hayatın her alanı kendi hikâyeni anlatma mecrasına dönüşüyor. Varoluşsal düzeyde böyleyken, özellikle 1990’lar ve 2000’ler boyunca LGBTİ+’ların kurdukları dernekler engelleniyor, medyada durum içler acısı, edebiyatta neredeyse yok denecek durumda. Ama buna rağmen mücadele her anlamda durumu değiştirmeye çalışıyor. Medyada Kaos GL Dergi ve KaosGL.org örneği var. Temelde bu örnekler kendi hikâyeni anlatabileceğin bir mecra yaratıyor. Bu mecrayı başka mecralarla birleştirmeye, sözü güçlendirmeye, bütün LGBTİ+ toplumunun çeşitliliğini yansıtmaya çalışıyor. Diğer alanlarda da hakeza böyle bir işlev görüyor.

Yıldız Tar

Yıldız Tar

“Yaşananlara rağmen mücadele her anlamda durumu değiştirmeye çalışıyor” dediniz. OHAL ve sonrasındaki yaklaşık 20 aylık sürece gelecek olursak, LGBTİ+ hareketi yine pek çok yasakla mücadele ediyor. Bu süreçte  etkinliklerinizi nasıl yapabildiniz, özellikle bazı yöntemler geliştirdiniz mi?

Aslında OHAL’in de öncesinde LGBTİ+’ların ifade, örgütlenme, toplanma özgürlüğüne dönük en ağır girişimlerden biri onur yürüyüşünün yasaklanmasıydı. 2015 yılı yasaklandığı ilk yıl. Onur yürüyüşü yasaklandı ve ciddi polis saldırısıyla engellendi. Ben de gözaltına alınanlardan biriydim. Daha yürüyüş başlamadan üç saat önce İstanbul’da insanları gözaltına almaya başlamışlardı. İstiklal Caddesi kapatılmıştı. Yürüyüşte gözünü kaybedenler, yaralananlar, karakolda kötü muameleye maruz kalanlar oldu. Bu yasak 2016 ve 2017’de de devam etti. Yine 2016 yılında 17 Mayıs’taki Ankara’da homofobi ve transfobi karşıtı yürüyüş (Eşcinselliğin Dünya Sağlık Örgütü tarafından hastalık kategorisinden çıkarıldığı gün) yasaklandı. Aynı yıl yürüyüşten önce askeri bir belge sosyal medyaya sızdı, bu belgede IŞİD’in Kaos GL’yi hedef alacağı yazılıydı. Buna karşı hiçbir yetkili Kaos GL’yi koruyabileceğini söylemedi, aksine yeteri kadar polisin olmadığı söylendi. 2017 yılında onur yürüyüşü yine yasaklıydı. Bunların tamamı yürüyüş yasağıydı ama yine de toplanma, ifade ve bir şekilde örgütlenme özgürlüğünü ihlal eden kararlardı. 2017 Kasım ayında eşi benzeri görülmemiş bir şeyle karşılaştık. Öncesinde Mardin’de Kaos GL ve bianet’in ortak etkinliği vardı. Bu etkinlik hedef gösterildi ve yapılamadı. Biz tam bu meseleyi tartışırken Ankara’da Almanya Büyükelçiliği’nin dört gün süresince yapacağı Alman LGBTİ Film Günleri etkinliği yasaklandı. Sonra tam bu tartışılırken birden Ankara Valiliği’nin yasak kararı ile karşılaştık. Bu yasak süresiz olduğu için eşi benzeri görülmemiş bir yasak. Hukukta süresizlik olmaz, ilk ihlal burada başlıyor. OHAL bile üç ay süreyle ilan edilir, üç ayın sonunda uzatma alır. OHAL kanununa dayanarak LGBTİ+ içerikli film gösterimi, atölye, panel, söyleşi vb. bütün etkinliklere yasak konuluyor, metinde ayrıca “LGBTİ+ dernekleri tarafından” gibi bir ifade var. Süresiz olduğu için hukuka aykırı, ikincisi LGBTİ+’ların ifade özgürlüğünü direkt ihlal ediyor. Toplanma ve dernek kurma özgürlüğünü ihlal ediyor. Çünkü bir derneğin mevcudiyetinin anlamı yaptığı etkinlikler, farkındalık çalışmaları, kamuyla bir şekilde iletişime geçtiği alanlardır.

Ve böylece bütün faaliyetler engellenmiş oluyor…

Kasım ayından bugüne altı aya yakın bir zaman geçti. Türkiye’nin başkenti Ankara’da LGBTİ+ etkinlikleri tamamen hukuka ve temel insan haklarına aykırı bir şekilde yasak. Yasak yalnızca bununla da kalmıyor. Gerekçesi genel ahlakın korunması, toplumun hassasiyetleri, toplum sağlığı ve başkalarının özgürlüğünü korumak. Bu dört madde çok tehlikeli. Öncelikle ayrımcılık var, ayrıca bu maddelerin her biri olası bir nefret saldırısını cesaretlendiren maddeler.

Peki, bu yasaklara karşı neler yapıldı, yapılabilir sorusuna gelirsek…

İlk elden çok hızlı bir şekilde Ankara’daki LGBTİ dernekleri yürütmeyi durdurma talebiyle dava açtı. Ancak talebimiz reddedildi. Burada da ayrı bir hukuksuzluk süreci işledi. Çünkü yürütmeyi durdurmanın mantığı şudur: İdare bir karar verir, eğer ki bu karar telafisi mümkün olmayan zararlar yaratıyorsa, süreçten zarar görülmemesi için yürütme, dava sonuçlanana dek durdurulur. Bizim durumumuzda telafisi mümkün olmayan çok sayıda zarar yarattı, bir sürü etkinliğimiz iptal edildi ve varoluşumuz hedef alındı. Yürütmeyi durdurma talebinin amacı şuydu, dava süreci görülsün, davaların üç yıla yayıldığı bir süreçte karar alınana kadar süreçten zarar görmeyelim. İki ay yürütmeyi durdurma tartışıldı, valilik savunmasında yasak gerekçesi dışında hiçbir şey söylemedi, yürütmeyi durdurma talebi böylece reddedildi. Şu anda dosya AYM’ye taşınmış durumda.

Sonrasında da AİHM’e mi gidilecek?

İç hukuku tükettikten sonra bütün uluslararası mekanizmaları da zorlayacağız. Çünkü ortada sadece dernekleri değil, Türkiye’de insan haklarını savunan herkesi hedef alan korkunç bir uygulamayla karşı karşıyayız. Bu durumun yarattığı bu gri alan yüzünden hatta belki dernek kapatmadan daha tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız. Süresiz olarak her şeyi yasaklayacak bir irade var. Bunun bir başka tehlikesi de bu tarz idari ve fütursuz kararların daha yukarıdan aşağı keyfiyet yaratması. Bu keyfiyeti Bursa’da görmüştük.

Polis yasağı olarak, fiili yasak yani…

Aynen öyle. Ankara’da resmî olarak yasak var, diğer şehirlerde ise fiili yasak tehlikesi var. İstanbul’da yine bu kararın ardından iki etkinlik engellendi. Bir kuşatma altındayız. Bu kuşatmaya karşı neler yapılabilir dersen, Kaos GL 1994’ten beri var olan bir dernek olarak aslında kurumsal şekilde birçok alanda iş yapıyor ve sürece daha hızlı bir şekilde adapte olma becerisi gösteriyor. Örneğin KaosGL.org güvenilen ve çok fazla insana erişen bir kaynak ve bu alanı korumaya devam ediyor. Bir yandan LGBTİ+ topluluğunun uğradığı hak ihlallerini görünür kılmak, bir yandan da aslında LGBTİ+ topluluğunu güçlendirme çalışmalarına yönelik danışmanlık faaliyetleri, yayınlar, homofobiye karşı buluşmalar devam ediyor. En son 40 kadar şehre gidilmişti. Meslek gruplarına dönük eğitimlerle toplumsal yapıyı değiştirme, dönüştürme mücadelesi sürüyor. Ankara’daysa yasak kararına karşı hem internet ortamında hem de hukukî alanda mücadeleyi sürdürmeye çalışıyoruz.

Kaos GL yerelde en güçlü derneklerden zaten. Yerele gitmek tabii şu anda Ankara yasağı olduğu için daha da önem kazandı. Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Ankara yasağına bağlı değişiklikler var mı katılımda? Aktiviteler nasıl geçiyor?

Farklı şehirlerde yaptığımız etkinliklerle, özellikle Gezi öncesindeki homofobi karşıtı buluşmalarla başlayan, Gezi’yle ivme kazanan örgütlenmeler başladı. Çok güzel işler ağ hâline geldi. Bu ağın parçasıyız ve bu ağı güçlendirmeye devam etmek istiyoruz. Yasak kararıyla birlikte birçok şehir yasağın o şehre de gidip gitmeyeceği konusunda tedirginlik yaşıyor, keyfi uygulamalara maruz kalıp kalmayacağını bilemiyor. Biz topyekûn LGBTİ+ hareketinin bir parçası olarak bu tedirginliği aşmanın yollarını arıyoruz. Bunun temel yolu bir araya gelmek, bunun da binbir türlü yolu var. Facebook’tan yapılacak bir canlı yayın da bir araya gelmek, beraber çay içmek de bir araya gelmek, meslek gruplarıyla buluşup örneğin öğretmenlerle eğitim alanında ne sorun yaşadıklarını tartışmak ve buna karşı çözüm önerileri getirmek de bir araya gelmek. Bunların hepsinden de iyi tepkiler alınıyor çünkü insanların buna ihtiyacı var. En yakın örneği 1 Mayıs. 10’dan fazla şehirde LGBTİ+’lar gökkuşağı bayraklarıyla alanlara çıktılar ve oranın bir parçası olduklarını söylediler. Ankara’da Kaos GL olarak alana çıkanlara mikrofon uzattığımızda beni en etkileyen cümle şuydu: “Birbirimizi çok özlemişiz. Bir arada olmayı çok özlemişiz.” Bu özlem alternatif çözümleri hep yaratacak.

Sosyal medyada bir video yayınlamayı da bir nevi birlikteliği ve görünürlüğü sürdürmek olarak değerlendirmişken biraz sosyal medya kullanımından söz etmek isterim. Siz sosyal medyayı güçlü kullanıyorsunuz. İnternet siteniz de yoğun olarak okunuyor, paylaşılıyor. Yasaklardan sonra internet sitesi kullanımı değişti mi? Ne kadar okunuyorsunuz? Sosyal medya ne kadar etkili?

Ankara’daki yasakların ardından İstanbul odaklı iki platform kuruldu. Dayanışma çağrısı yaparak sosyal medyada LGBTİ+ hesapları ile sosyal medyada çok güzel eylemler yaptı. Filmler yasaklanmıştı. Yasak aslında en çok Pembe Hayat Kuir Fest’in filmlerini etkilemişti. Bu platformlar sayesinde sosyal medyada herkes queer içerikli filmler paylaşmaya başladı. Şu anda inanılmaz güzel bir arşiv var. İnsanlar filmleri izlediklerinde ne hissettiklerini de paylaştı. Kuir Fest Ankara dışına taştı, birçok şehri gezdi, birçok yerde filmler gösterildi. Bir şekilde kendi yolunu buldu. Bizim yapmaya çalıştığımız iki şey var: Birincisi LGBTİ+ odaklı, hak temelli habercilik ilkeleriyle ilerleyen bir haber sitesi olmak; ikincisiyse hak ihlallerine maruz kalan kişileri olumlu başarı hikâyeleriyle ya da insanların okuduklarında iyi hissedecekleri, yalnız hissetmeyecekleri içeriklerle güçlendirmeye çalışmak. Gelen olumlu tepkilerin bizi de güçlendiren bir yanı oluyor.

Toplantı ve gösteri yasağı olsa da bir arada duruluyor böylece. Mücadele alanları ne kadar sıkışmış olsa da direniş örnekleri görüyoruz. Trans mahpus Diren Coşkun’un cezaevinde yakın zamanda yaşadıklarını biliyoruz. Sonra dışarıdan Kıvılcım Arat’ın destek direnişi var. Türkiye’de birçok mahpus LGBTİ+ birey var. Özetle OHAL dediğimiz şey LGBTİ+’ların sesini daha da kısmış oldu. Ancak farklı direnme biçimleri de keşfediliyor mu?

Öncelikle şunu söylemeliyim Diren Coşkun maruz bırakıldığı tecrit ve kötü muamele, temel insani taleplerinin karşılanmaması üzerine açlık grevine başladı. Ardından İstanbul ve Diyarbakır odaklı bir kampanya örgütlenerek, nihayetinde cezaevi yönetimi ile görüşmelerin ardından açlık grevi sonlandı ve taleplerin bir kısmı kabul edildi. Kampanya ekibindeki arkadaşlar görüşmeleri sürdürüyorlar. Bu sesi dışarıya taşıyıp kazanımla sonuçlanan bir süreç yürüttükleri için hepsinin eline sağlık…

Bunun dışında Pembe Hayat mahpuslarla mektuplaşıyor, mahpusların ihtiyaçlarına dönük giysiler yollamaya çalışıyor, raporlama faaliyetlerini başka LGBTİ dernekleriyle birlikte yürütüyor. Biz de yine mektuplaşarak sorunları tespit etmeye çalışıyoruz. Cezaevi ziyaretleri maalesef Türkiye’de çok zor. Ayrıca Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’yle (CİSST) birlikte çalışıyoruz. Temel sorunlar bazen işkenceye varan kötü muamele örnekleri, tecrit, damgalama. Şu an en endişe verici gelişme de bir LGBTİ hapishanesinin kurulmasının söz konusu olması. Böyle bir durum beraberinde mahpusların başka bir şehre taşınıp ziyaretçilerinden ayrı kalmasını, damgalanmayı ve korkunç bir ayrımcılığı getirecek. Buna dair kamuoyuna ve sivil toplum örgütlerine bilgi verilmiş durumda değil, bu mahpus mektuplarından ve TBMM tutanaklarından bilgisini alıp takibe geçtiğimiz bir durum mesela. (Konuyla ilgili Kaos GL internet sitesinde yayınlanan haber için linke bakabilirsiniz) Bu, hak mücadelesi yürüten bütün örgütlerin bir araya gelerek çözebileceği bir sorun.

Aslında LGBTİ+ hareketinin büyük bir artısı var. Her zaman rahat gidilen bir ana yol vardır. Ancak LGBTİ+ bireyler her zaman patika yollar bulmayı ve o yollardan güç devşirmeyi bir şekilde bilmiştir. Toplum dediğimiz şey kararnamelerle, yasaklarla, bir gece birinin düşünüp yaptıklarıyla değişen bir şey değil, mücadelelerin etkisiyle değişip dönüşüp bir şey.

LGBTİ+’ler kişisel hayatlarında da sürekli bir mücadele içinde. Senin de söylediğin gibi ultrasonografiden başlayan bir adlandırma ve peşin fikir var. Öncelikle kişinin kendi içselleştirilmiş homofobisi ve kendisiyle barışma süreci var. Daha önce yine Susma Platformu tarafından gerçekleştirilen LGBTİ+ Yuvarlak Masa Buluşması’nda şöyle bir cümle beni çok etkilemişti: “Ben güçlü olmak zorunda mıyım?” Her zaman güçlü olmak, savunmada olmak zorunluluğu var. Baskı alanında da mücadele pratikleri en gelişkin topluluklardan LGBTİ+’lar…

Güçlü olmak zorunda kalmak da ayrımcılığın bir göstergesi. İnsanlar aslında sırf cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri yüzünden mücadele etmek zorunda kalmamalılar. Ben kişisel olarak kendi hak savunuculuğumu insanların cinsel yönelimlerini yaşamak için mücadele etmeyecekleri bir dünya hayaline dayandırıyorum.

Gezi direnişi ile birlikte siyasal alandaki LGBTİ+ görünürlüğü ve kabulü arttı ve ortanın solu ile daha solda çok güzel bir kaynaşma oldu. Bu süreç, LGBTİ+’ların 2015 seçimlerinde daha fazla yer almalarıyla devam etti. Siyasal alandaki bu görünürlük, toplumsal alanda da karşılık bulmuştu. Bu gibi kazanımların Gezi sonrası kaybı, toplumsal alanda da eşadım yürüyor mu? Buna karşı ne yapılabilir?

Bana kalırsa Gezi bir katalizördü. Yıllarca süren mücadele bir aşamaya gelmişti ve sıçrama yapmasında Gezi katalizör olmuştu. O mücadele olmasa bu sıçrama olmazdı ama Gezi de olmasa sıçrama olmayabilirdi. Gezi bir açılma süreciydi, şu an bir daralma sürecindeyiz. Salt LGBTİ+ hakları konusunda değil, her türlü hak alanında bir geriye çekilme var ama hak mücadelesi uzun bir süreç. Geriye gidişler, açılmalar, daralmalar hep olacak. Gezi’den sonraki daralma süreci birtakım kazanımların kaybına yol açtı ama toplumda yaratılan etki hiçbir yere gitmiyor. İnsanlar bir kere bir hakikatle yüzleştiler. Bu daralma dönemi de yakın zamanda son bulacak diye ümit etmek istiyorum. O zamana kadar başka mücadele alanları bulmaya devam edeceğiz.

Yine seçim arefesindeyiz ve Onur Haftası da o sürece denk geliyor. Ne umuyor, ne bekliyorsunuz, neler planlanıyor Onur Yürüyüşü ve o süreçteki etkinlikler için?

Onur Haftası Komitesi her yıl olduğu gibi bu yıl da katılmak isteyen herkese açık şekilde haftayı ve yürüyüşü organize ediyor. Son üç yıldır Onur Yürüyüşü yasak ve polis şiddetiyle karşılaşıyor. Barışçıl toplanma hakkı en sert biçimde ihlal ediliyor. Polis saldırısında yaralananlar, bedenlerinde kalıcı hasar oluşanlar oldu. Bu yıl Ankara Valiliği’nin devam eden yasağı, yürüyüş yasağını da aşarak LGBTİ+ varoluşunu suçlu ilan etti. Onur Haftası da böyle bir süreçte yaklaşıyor. İstanbul dışında birçok şehirde Onur Haftası etkinlikleri başlıyor. En son ODTÜ’de Onur Yürüyüşü için yüzlerce kişi bir araya geldi. Umuyorum ki bu sene Onur Yürüyüşü polis saldırısı ve yasakla karşılaşmadan eski coşkusuyla yapılabilsin.

Seçim dönemleri her daim LGBTİ+ kişiler açısından zor süreçler yaratma potansiyeli taşıdı. Siyasi olarak rakip gördüğünü ‘karalamak’, ‘küçük düşürmek’ için cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve ifadesi mücadelesi araç olarak kullanılıyor. Nefret söylemi tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Bütün siyasi parti ve adayların LGBTİ+’ların bu toplumun çok önemli bir parçası olduğunu, temel insan haklarına erişimin herkes için önemli bir mesele olduğunu ve en önemlisi cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve ifadesi temelli ayrımcılığa karşı mücadele etme ve çözüm getirmenin herkesin sorumluluğu olduğunu hatırlaması gerekiyor.