“MAFM yalnız değil, kesinlikle yalnız değil!”

Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’ndeki (MAFM) işlerine son verilen Elif Ergezen ve Zeynep Ünal ile işten çıkarılmalarına varan süreçte ve sonrasında yaşananları, MAFM’nin son senelerde karşılaştığı müdahaleleri ve baskıları, MAFM’nin yıllar içinde başardıklarını ve tabii ki gösterilen dayanışmayı konuştuk


Kaynak: altyazi.net

SUMRU TAMER – SONAY BAN

Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilerin ve akademisyenlerin kayyım yönetime karşı direnişleri devam ederken; sinema ile ilgilenen öğrencilerin bu alanda işler yapabileceği bir alan açan ve sinefillerin buluşma noktası diyebileceğimiz Mithat Alam Film Merkezi’nin (MAFM) yöneticileri Elif Ergezen’in ve Zeynep Ünal’ın işlerine 12 Ağustos 2022’de son verildi. Bu olaydan sonra yolu MAFM’den geçmiş birçok sinemacı MAFM’nin yok ediliyor olmasına karşı açıklamalar yaptı, yazılar yazdı, desteğini gösterdi. Bu destek açıklamalarının en yakın örneğini, 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin kapanış ve ödül töreninde gördük: Yönetmen Ceylan Özgün Özçelik’in sahnede, Ergezen’in ve Ünal’ın işlerine son verildiğini ve fakat MAFM için mücadelelerinin devam edeceğini söyledi. Bizler de üniversite içerisindeki iktidar ilişkilerinden bağımsız olabilecek bir yapıya sahip ve bu yüzden sinemasever öğrencilere önemli bir özgürlük alanı açan MAFM’nin; hem Türkiye sineması açısından hem de akademik ve sanatsal özgürlük açısından parmakla gösterilir bir oluşum olduğunu düşünüyoruz. MAFM yalnız değil, asla da olmayacak! 

“MAFM’NİN ÜNİVERSİTEDEN ALDIĞI BÜTÜN BÜTÇE KALEMLERİNİ KESTİLER”

Sonay Ban: Bu söyleşiyi yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkürler. İşten çıkarılma sürecinizden önceki süreçte, yani Boğaziçi Direnişi sürecinde MAFM ile ilgili neler yaşandığını anlatabilir misiniz?

Elif Ergezen: Aslında direnişin öncesini anlatarak başlamak lazım, yani Mehmed Özkan dönemini. O rektör de cumhurbaşkanı tarafından atanmıştı. O dönem ilk anlarda öğrenciler kararlı şekilde ses çıkarmış olsalar da akademisyenler bir direniş göstermedi ve Mehmed Özkan ile devam edildi. Aslında MAFM olarak Mehmed Özkan döneminden itibaren çeşitli şekillerde müdahalelere ve baskılara maruz kaldık. Bunlar daha çok ekonomik baskılardı. Rektör değişimi tam da Mithat Bey’in vefatının olduğu tarihteydi maalesef. Ya da “iyi ki” demeliyim, çünkü Mithat Bey o yaşananları görmedi. Beni ekonomik gerekçelerle işten çıkardılar. Sonra şöyle bir çözüm bulduk; Boğaziçi Üniversitesi Vakfı’nda Mithat Alam’ın şartlı bağışı ile sadece MAFM tasarrufuna ayrılmış bir bütçemiz var, bu bütçe ile ben işime devam ettim. Bu durum çalışmalarımız açısından herhangi bir aksaklık yaratmadı ama MAFM’ye maddi bir yük yüklendi. Sonra MAFM’nin üniversiteden aldığı bütün bütçe kalemlerini kestiler –personel giderlerini de. Memur çalışanlarımız vardı, yönetim onları aldı ve yerlerine yeni memur vermedi –o süreçte MAFM’de tek bir memur kaldı. Yani ekonomik olarak zorlandık. Altyazı’nın MAFM’den ve üniversiteden ayrılması da o döneme denk gelir. Mali gerekçeler sunularak derginin dijital ortama geçirilmesi vs. için baskılar oldu. 

“İKİ YÖNETİCİNİN ÇIKARILMASININ, MAFM’NİN YÖNETİMİNE EL KOYMAK VE ORAYA ÇÖKMEK OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜK”

Biz 2016’dan beri benzer bir durumu yaşıyoruz ve bu olanlar bizim için beklenmedik değildi. Rektörlük değişimiyle ve mevcut Boğaziçi Direnişi’nin başlamasıyla, sıranın bir şekilde bize de geleceğini düşünerek önlemlerimizi alıp “neler yapabiliriz” diye konuşuyorduk. Sonunda MAFM yöneticileri olarak, bu senenin başında ilk ihtarnameyi aldık. Bu, MAFM ile ilgili bir sorun değil de –aslında direnişe katıldığımız için– iki yönetici ile ilgili kişisel bir sorunmuş gibi yansıtılmaya çalışıldı. Hocalar da bazen bu minvalde yorumlar yapma gafletinde bulundu. Ama aslında biz iki yöneticinin çıkarılmasının, MAFM’nin yönetimine el koymak ve oraya çökmek olduğunu düşündük. Bunun, cumhurbaşkanının kararıyla bir gecede Hukuk Fakültesi’yle beraber bir İletişim Fakültesi kurma kararıyla bağlantılı bir el koyma olduğunu düşündük. İyi niyetli olmayı ve “bu kişisel bir mesele ve sadece bizimle ilgili” diyebilmeyi isterdik. Keşke gerçekten öyle olsaydı ama olmadığını gördük. 

Zeynep Ünal ve Elif Ergezen

Zeynep Ünal: Mehmed Özkan’ın son döneminde şöyle bir baskıyla da karşılaştık: “Bu merkezi kim yönetiyor?” diye sormaya başladılar. Çünkü baktılar ki bu merkezin yöneticileri üç kuruş paraya çalışmaya devam ediyor, film almadan bağışlarla arşivini zenginleştiriyor vs. Özkan’ın rektörlüğünün son döneminde bu bir krize döndü. “Buraya bir akademisyen atayalım, başında olsun ve böyle devam etsin” dediler. O zamanki rektör danışmanıyla beraber bunu bertaraf etmek için çeşitli yöntemler bulduk. “Yaptığımız etkinliklere beraber karar verelim ve raporlayalım, size ne iş yaptığımıza dair bilgileri gönderelim” dedik ve bu şekilde bu durumu bertaraf ettik. Bence baskı süreci bu bahsettiğim “Bu merkezi kim yönetiyor?” sorusuyla başlamıştı.

EE: Bu tabii daha öncelere dayanan bir soru. Çünkü MAFM’nin yapısı biricik. Gerçekten özerk yapıdayız; kendi bütçemiz var, kendi işleyişimiz var. Yöneticiler olarak bizler aynı zamanda sinemacıyız: Zeynep yapımcı, festivaller organize ediyor; ben belgesel sinemacıyım. MAFM dışında yaşamlarımız, üretim alanlarımız, varoluşlarımız var ve bunu pek anlayamıyorlar. Diyorlar ki “merkezde bir çalışan var, orayı kim yönetiyor o zaman? Bir çalışanın orayı yönetmesi mümkün değil.” Akademinin içerisinde böyle hiyerarşik bir bakış da var. Oranın özerk bir yapıda olmasını akademisyenler de rektörlük de anlayamıyor; maalesef kafalarında oturmuş değil. Akademi içindeki iktidar ilişkileri malumunuz. Dolayısıyla, “burayı kim yönetecek” diye sorarak buranın yönetiminde olma heyecanı duyan akademisyenler de vardır eminim. Bu Mithat Bey’in MAFM’nin kuruluşundan itibaren yaşadığı sorunların başında geliyor. Mehmed Özkan’ın bunu sorması ise bu durumu siyasi iktidara da bağlıyor ve o sorunun buranın yönetimini kontrol etmeye yönelik bir soru olduğunu düşündürüyor. 

“MAFM HERKESİN BULUŞMA NOKTASI OLAN BİR MEKÂNDI”

Sumru Tamer: MAFM’nin üniversitede akademik ve idari statükodan bağımsız/özerk bir yapı olmasının önemi nedir?

EE: Türkiye’de bir sürü iletişim fakültesi var, Radyo-TV-Sinema bölümleri var. Akademik olarak böyle bir ihtiyaç yok aslında; bu bölümler her sene bir sürü mezun veriyor. Ama bir tane MAFM var ve daha çok uygulamaya yönelik. Bunu yapmak için okunan bölümün iletişim, sinema vb. olması gerekmiyor. Çünkü sinemayı besleyenin aslında başka pek çok alan olduğunu biliyoruz; sinema her yerden besleniyor. Mesela Özcan Vardar matematik bölümünden mezun ve çok iyi bir kurgucu. Dolayısıyla biz sinema üzerine akademik bir eğitim vermeyi amaçlayan bir kurum değiliz. MAFM’nin kuruluş amacı bu değil, her şeyden önce sinefil yetiştiriyor. Sinemaseverlerin, sinemayla ilgilenen öğrencilerin uygulama yapıp hangi alana ilgili olduklarını, ne yapmak istediklerini daha iyi anlayabilmelerine ve sektörle bir bağ kurmalarına aracı ve köprü olmaya çalışan bir kurum. Yapısı ve amacı bu –bir platform oluşturmak; öğrencilere, sinemaseverlere ve amatörlere bir mekân açmak. Bizim öğrencilerimiz sadece Boğaziçi Üniversitesi’nden de değil. Kampüse rahat girilebilirken –maalesef kampüse giriş kısıtlamaları da Mehmed Özkan döneminde başladı– Türkiye’deki tüm öğrencilere ve sinemaseverlere, sinemacılara kapımız açıktı. Herkesin buluşma noktası olan bir mekândı MAFM. Biz orada akademik bir alan yaratma kaygısını hiç duymadık. Akademik tartışmalar çok değerli ama biz başka bir boşluğu doldurmaya çalışıyoruz: İkisi arasındaki boşluğu doldurmaya, bağı güçlendirmeye çalışıyoruz. Her alandan öğrencimiz vardı, liseli öğrencilerimiz bile vardı. O yüzden bu kadar açık olmak; böyle özgür, çerçevesi çizilmemiş bir alanda hareket etmek değerli ve önemli bir şey; özellikle de sanatta.

Kaynak: Mithat Alam Film Merkezi web sitesi

SB: Kişisel bir şey paylaşmak istiyorum bu noktada: 2005’te Boğaziçi Üniversitesi’ne girmiştim. Ondan evvel lisedeyken Altyazı’yı takip ediyordum. MAFM’yi oradan biliyordum ve Boğaziçi’ne geldiğim zaman da en çok istediğim şeylerden biri, MAFM’de bir şekilde görev almaktı. Bunu yapabilmiş şanslı öğrencilerden bir tanesiyim. Bu yüzden dediğinize kesinlikle katılıyorum; herkese açık ve bu denli özerk bir yerin şu an içinin bu şekilde boşaltılmasının bir mezun olarak, bir akademisyen olarak çok yaralayıcı olduğunu düşünüyorum. 

Sürece dair bir kronoloji hazırladığınızı söylemiştiniz. Paylaşmanız mümkün mü?

EE: 14 Aralık 2021’de bize ihtarname çekildi, bize Ocak 2022’de ulaştı, biz de 7 Ocak’ta bir cevap gönderdik. İhtarname; işimizi iyi yapmadığımız, devamsızlık yaptığımız gibi bizi hiç anlamayan bir yerden yazılmıştı. Zeynep’le ben buna cevap bile vermek istemedik ama MAFM’nin çıkarları ve MAEV’deki arkadaşlarla yaptığımız (Mithat Bey öldükten sonra kişisel varlığı ve şahsi temsiliyeti MAEV’e geçti, dolayısıyla bütün süreci hep birlikte yaşadık) görüşmeler ve ricaları sonucu ihtarnameye cevap gönderdik. Ama bunu MAFM’nin statüsünü anlatan şekilde yaptık; onların sorularına cevap vermedik de (“bu gün buradaydık, şu gün şunu yaptık” gibi değil de), MAFM’nin işlevini ve kuruluş amacını anlatarak, kendimizi tanıtarak (kimiz, nasıl üretiyoruz, orada ne yapıyoruz) –çünkü bizi tanımıyorlar– yaptık. Bu cevap onları çok sinirlendirmiş çünkü statükoyu tanımamak gibi algılanmış. Bunun üzerine bize ikinci bir ihtarname çekip bu sefer gün gün nerede olduğumuzu sordular –evet, o kadar anlamıyorlar. Biz Zeynep’le bu duruma sadece kişisel bir direniş olarak baksak cevap vermezdik ama arkadaşlar sağolsunlar “MAFM’nin çıkarları” vs. diyerek bizi cevap vermeye ikna ettiler. Hakikaten gün gün nerede olduğumuzu yazdık onlara. Ben sadece hapishane görüşlerine gittiğim zamanları yazmadım artık, kişisel diye. Büyük bir sessizlik oldu, herhalde dedik tatmin oldular ya da bir şey bekliyorlar. Biz sürecin ve kararın değişmeyeceğini Zeynep’le biliyorduk. Bu sürecin işten çıkarmayla sonuçlanacağını ve MAFM’nin yönetimine el konulacağını biliyorduk.

“GİREMEDİĞİMİZ O GÜN MERKEZİN ANAHTARLARI REKTÖRLÜK TARAFINDAN İKİ KEZ DEĞİŞTİRİLDİ”

Ağustos ayı akademisyenlerin, Boğaziçi Yönetim Kurulu’nun ve öğrencilerin kampüste olmadığı çok sakin bir dönem. 8 Ağustos Pazartesi işten çıkarılma tebligatını aldık. Zaten o zamana kadar hazırlıklarımızı yaptık. Yine de o tebligat hukuksuz olduğu için –Zeynep belki neden hukuksuz olduğunu detaylıca anlatır, dava süreci de başlattı onun üzerinden– biz bu kararı tanımadık ve işimizin başında olduğumuzu söyleyip yine merkeze gitmeye devam ettik. Zaten çok kısa bir süre sonra yani cuma günü (12 Ağustos) kampüse girişimiz, kartlarımız iptal edilerek engellendi. O tarihten bu yana kampüse giremiyoruz. 

Ama o hafta önemli bir şey oldu. 10 Ağustos Çarşamba üniversite senato toplantısı yapıldı ve o toplantıya ilk defa İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı olarak ve fakülteyi temsil ederek Cihat Arınç katıldı. Kendisini ilk defa o toplantıda duyduk. İki gün sonra kampüse giremedik. Giremediğimiz o gün merkezin anahtarları rektörlük tarafından iki kere değiştirildi. Pazartesi itibarıyla da Cihat Arınç MAFM’yi kendi ofisi olarak kullanmaya başladı. Bu kadar hızlı gerçekleşti el koyma süreci ama resmî olarak tebliğ edilmedi MAEV’e. Şahsen tebliğ edilmesini de beklemiyordum çünkü bu durum kimseyi muhatap almayan bir vandallık aslında; zaten hukuksuz. Kampüse giren arkadaşlarımız, MAFM’den yolu geçmiş sinemacı dostlarımız bir tür nöbet gibi merkeze gidip (orada öğrencilerle sık sık buluşmalar oluyordu) “buluşmaları sürdürelim ve bu kararı tanımayalım, orayı da onun ofisi yapmayalım” yaklaşımıyla orada toplantılar, atölyeler, buluşmalar yapmayı sürdürmek istediler. Bu bir kere 22 Ağustos’ta yapıldı ve bir sorun yaşanmadı. 24 Ağustos Çarşamba günü merkez dostu sinemacı arkadaşımız yönetmen Elif Refiğ merkezde öğrencilerle buluştu. Buluşmaya sivil polis ve güvenlik görevlileri geldi, oradaki insanları zorla dışarı çıkardılar. Ondan sonra da bir doğalgaz ve elektrik arızası gerekçesiyle MAFM’yi 1 Eylül’e kadar kapattılar ve üniversiteye de bunu böyle duyurdular. O süreçte MAEV (Mithat Alam Eğitim Vakfı) rektörlüğe bir ihtarname çekmişti ve o ihtarname üniversiteye [rektörlüğe] aynı gün ulaşmıştı. Hem ihtarnamenin çekildiği hem görevlendirmelerin –MAEV bizler yerine görevlendirmeler yapmıştı, süreçte ne olacağını görmek için– yapıldığı gün, bu toplantı sırasında arkadaşlarımız MAFM’den çıkarıldı ve MAFM kapatıldı. MAFM çalışanları tehdit edildi –bu da önemli. Ben 15 senedir orada çalışıyordum ve o sürede birlikte çalıştığım mesai arkadaşlarım, bizimle konuşurlarsa işten çıkarılacakları yönünde tehdit edildi. Maalesef onlarla iletişimimiz o zamandan bu yana kesildi; bu durum benim açımdan bu sürecin en üzücü kısmıdır. 

“BİZİM MERKEZİMİZ HİÇ KAPANMAZDI, ANAHTARLAR ÖĞRENCİLERDE OLURDU VE GECE FİLM İZLERLERDİ”

2 Eylül’e kadar MAFM kapatıldı. Elif Refiğ’den iki gün önce de yapımcı Yamaç Okur –MAFM’nin de eski yöneticilerindendir– MAFM’de öğrencilerle buluşmuştu. O buluşmada bir sorun yaşanmamıştı ama 24 Ağustos’ta MAFM’nin kapatılmasıyla beraber Yamaç Okur’un da kampüse alınmadığını, kara listeye alındığını öğrendik. Ondan sonra MAFM uzun bir süre büyük bir bilinmezlik içinde kaldı. Arada giren arkadaşlarımız oldu ama MAFM faaliyetlerini sürdüremedi. MAFM’nin anahtarları sadece üniversite güvenliğinde var, çalışanlara da merkezin anahtarı verilmiyor. Güvenlik merkezin kapısını sabahları 8.30’da açıyor ve akşam 17.00’da kapatıyor. Bizim merkezimiz hiç kapanmazdı, anahtarlar öğrencilerde olurdu, gece film izlerlerdi, sabah bazen içeri girerdik, öğrencilerin gece koltuklarda sabahladıklarını görürdük. 

Kaynak: altyazi.net

SB: Öğrencilerin hazırladığı ve merkezden çıkan Sinefil dergisinin tasarımı için yılda beş kere merkezde ekip arkadaşlarımızla sabahlamalarımızı buraya not ve anı olarak eklemek isterim. Elif Hanım’ın dediği gibi, hepimize alan açan merkezin ve çalışanlarının getirildiği son durum kabul edilemez!

EE: MAFM’nin durumu şu an bu şekilde. Rektörlük yazılı hiçbir şey vermediği ve sürece dair bilgilendirme yapmadığı için MAEV’den arkadaşlar rektörlükle görüşmek için randevu talep ediyorlardı, bu görüşme ekim başında gerçekleşti. Orada rektör açıkça MAFM’yi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü’ne bağlı bir uygulama laboratuvarına, daha sonra da YÖK’ten onay alınarak bir UYGAR Merkezine (Uygulama ve Araştırma Merkezi) dönüştürmeyi hedeflediğini belirtmiş. Bunun da hukuki gerekçelerini açıklayan uzun bir mektup yazmış MAEV’e. Dolayısıyla niyetini ilk defa birinci ağızdan belirtmiş oldu. Ama Mithat Alam adını saklayacakmış, niyeti o yönde. Ve böylelikle hem hukuki olarak MAFM’yi güya kapatmamış olacak hem de Mithat Alam adıyla bunca yıllık birikimin de üzerinden bir şeyler inşa etmeye çalışacak. 

ZÜ: Ben Elif’in dediklerine şunu ekleyebilirim. Görevden almaları hukuksuzdur dememizin sebebi şu: Aslında biz bordrolu olarak BÜVAK’tan maaş alıyorduk fakat Mithat Bey’in şartlı bağışındaki sözleşme gereğince Mithat Bey öldükten sonra bütün kişisel hakları MAEV’e geçti. Mithat Bey’in şartlı bağışındaki sözleşme gereğince Mithat Bey öldükten sonra bütün kişisel hakları MAEV’e geçti. Bizler BÜVAK’ın bordrosu üzerinden sigortalıydık ve maaş alıyorduk. Bu maaş da Mithat Bey’in şartlı bağışı üzerinden ödeniyordu. Aslında maaşımızı yine bizzat Mithat Alam ödüyordu. Bu şartlı bağış sözleşmesinde diyor ki; “MAFM’nin genel koordinatörünü MAEV ya da Mithat Alam’ın kendisi (öldükten sonra da MAEV) görevden alır ya da göreve başlatır.” Hukuken genel koordinatörü MAEV atıyor, genel koordinatör de kendi ekibini atıyor ya da görevden alıyor ama işleyişte böyle olmadı. Aslında BÜVAK bizleri bordrodan çıkarabilir, ki bunun için de aslında MAEV’e önceden danışması ve bilgi vermesi gerekirdi. Ama kampüse girişimizin engellenmesi oldukça yanlış.

“BÖYLE YERLERE ÇÖKÜLDÜĞÜNÜ, EL KONULDUĞUNU, YAĞMALANDIĞINI O KADAR ÇOK GÖRDÜK Kİ 2015’TEN BU YANA”

SB: Bununla ilgili dava sürecinden bahsedebilir misiniz?

ZÜ: Ben işe dönüş davası başlattım.

EE: Ben bu hukuk sistemi içerisinde herhangi bir sürece girmek istemiyorum. Zaten uzun ve yıpratıcı –nereden baksanız altı yıllık bir süreçten bahsediyoruz– geçtik. Yeterince orada mücadeleyi sürdürdük. Bundan sonrasını MAEV devam ettiriyor. Hukukçular devrede, ihtarname çekti. Kişisel bir mücadele olarak görmüyorum; Boğaziçi Direnişi’ni de başından itibaren Boğaziçi sınırında bir mücadele olarak görmediğim gibi. Benim en çok yüreğimi yakan olaylardan biri; Aram Tigran Konservatuvarı vardı Diyarbakır’da, kayyım belediye başkanlarından sonra el konulan bir yerdi. Orası bir cennetti çocuklar için, harika şeyler yapıyorlardı –ben de çocuklarla atölyeler için sık sık gitmiştim. Böyle yerlere çöküldüğünü, el konulduğunu, yağmalandığını o kadar çok gördük ki 2015’ten bu yana özellikle hızlanan bir şekilde. Süreci bunlardan ayrı görmüyorum, topyekün Türkiye meselesi, Türkiye direnişi. 

ZÜ: Hızlıca bir şey eklemek istiyorum. Bu kararda, bizim atılmamızda Naci İnci’nin imzası vardır, evet, fakat burada bir de yönetim kurulu kararı var ve bunun altını, Susma Platformu’nun kayıtlarına geçmesi için çizmek istiyorum. Kişisel olarak en çok kırıldığım ve mücadelesini de mutlaka vereceğim nokta da; bu kararın altında BÜVAK’ın yönetim kurulu üyelerinin imzası var. Bize inanmayıp Naci İnci’ye inanmayı seçen insanlar. Gidip öğlen 12’de eylemde rektörlüğe sırtlarını dönüp sonra Naci İnci’nin kararına imza attılar. Bence Susma Platformu’nda kayıtlara geçmesi gerekli –anlatırken bile öfkeleniyorum. 

Mithat Alam | Kaynak: altyazi.net

SB: Bu önemli bilgiyi paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.

ZÜ: BÜVAK içinde mezunlar ve akademisyenler de var. Bana ilginç geliyor, BÜVAK Yönetim Kurulu’nda olan bazı akademisyenlerin eylemlere katılıp rektörlüğe arkalarını dönüp sonra da bu karara imza atmaları. Onların merkezin yok edilmesindeki, merkeze çökülmesindeki katkılarını gerçekten vurgulamak istedim. Orada önemli bir trick var. “Kandırıldık” diyorlar ama biz bunu en başından beri onlara anlattık. “Ya siz de canım işe gitmemişsiniz” vs. dediler. Evet işe gitmedik ama film festivaline vs. gittik. Bunu anlatamadık onlara ve bizim yerimize Naci İnci’ye inanmayı tercih ettiler. Bunun gerçekten altını çizmek istiyorum. Ve şu anda geldiğimiz noktada MAFM yok olmak üzere.

EE: İşte bu başta da söylediğim, MAFM’yi anlamamakla ilgili bir şey. Çoğu akademisyenin MAFM’yi çok iyi tanıdığını düşünmüyorum. Dolayısıyla bizim işleyişimizi, oradaki varlığımızı, üreten ve yaratan insanlar olduğumuzu, bizi bilmiyorlardı. Sanki Antalya Film Festivali’nden sonra biraz daha iyi anladılar. Çünkü ilk defa o zaman bültende bizim adımız da geçti. Bu bir süreç aslında. Yani o kırılganlıklara da çok gerek yok. Direnişin öğretici bir tarafı da var. Eminim akademisyenler de bir şeyler öğreniyorlar o süreç içerisinde. Herkes öğreniyor. 

Türkiye’de bu mevcut iktidar içerisinde böyle bir baskı ortamında bu direnişin bu kadar uzun zamandır sürmesi çok değerli. Kendi içlerinde de eminim derin tartışmalar olan ve bir araya gelmelerinin o kadar kolay olmadığı bir kalabalıktan bahsediyoruz. Aslında Türkiye’de her yerde yıllardır yaşadığımız şey, geldi Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına dayandı. Akademisyenlerin içerisinde güçlü bir ortaklık var, bu da işte “Boğaziçi değerleri” diye tanımladıkları şey. Ama bir tarafı da statükoya dayanıyor aslında; o sayede bu kadar dirençli durabiliyorlar. Belki bütün bu direnişler bittiğinde akademiyi bir masaya yatırıp, özerklik tartışmaları bir kenara kalktığında (yani gerçekten özerk bir akademiden bahsedebildiğimizde); akademinin kendi içindeki ilişkileri, hiyerarşileri ve statükoyu tartışabiliriz. Ama şimdi o direnişin sürmesinin (biz içerdeyiz, bir sürü şey yaşıyoruz, sonuçlarını da göğüslüyoruz doğal olarak) dışarıda çok büyük bir umut verdiğini de biliyorum. Yani orada direnen akademisyenlerin varlığı dışarıda pek çok insana umut ve cesaret veriyor. Ama bu süreçte ben öğrencilerin direnişi Boğaziçi ile sınırlı görmeyişini de çok değerli buluyorum. Bir bahar kutlaması yapıldı mesela, o muhteşemdi. Öğrenciler çok yoruldu, çok bedel ödediler, hapse girdiler, çıktılar, uzaklaştırıldılar, hâlâ takipteler; özgür değiller. Sadece Boğaziçi öğrencileri değil başka üniversitelerden öğrenciler de çok mağdur oldu. Bütün o öğrencilerin coşturduğu bir dalga da olduğunu düşünüyorum.

“YOLU MAFM’DEN GEÇMİŞ HERKES SÜRECE SAHİP ÇIKTI”

ST: Bu süreçte Boğaziçi Üniversitesi’nin dışından nasıl bir destek ve dayanışma geldi ve geliyor?

Elif: Sadece Boğaziçili olan arkadaşlarımız değil yolu MAFM’den geçmiş bütün arkadaşlar olarak kendi aramızda oluşturduğumuz bir mail ve WhatsApp grubumuz var. Orada sürekli süreç ile ilgili bilgilendirme yapılıyor. Bu arkadaşlar nereye giderlerse gitsinler MAFM’ye selam gönderiyorlar. Destek açıklamalarını zaten takip etmişsinizdir. Arka arkaya herkes, yolu MAFM’den geçmiş herkes Merkez’e sahip çıktı. Dolayısıyla süreçte ne olduğuna dair ciddi bir takip var. İnsanlar beklemede sürece dair, onu görüyorum. Bu yüzden MAFM yalnız değil, kesinlikle yalnız değil. Bu da eminim karşı tarafta da görüldü. MAFM’den yolu geçmiş biri her neredeyse, MAFM de orada olacak önümüzdeki süreçte. Ve bu sürecin kısa sürmesini umuyoruz. Türkiye’nin her yerinde büyük bir itiraz yükseliyor, bunun eminim bir şekilde herkesi sevindirecek bir sonucunu göreceğiz, öyle umuyorum.

SB: Ben öyle olacağına inanıyorum çünkü hem Sumru’nun hem de benim üniversite hayatımızda büyük bir yeri var MAFM’nin. Mithat Bey başta olmak üzere hepinizin emeği var orada, üzerimizde de emeğiniz var. Bu yüzden biz oraya döneceğiz, en çok da siz döneceksiniz, sonra biz de mezunlar olarak geri döneceğiz.

EE: Ben kişisel olarak orada olmayabilirim, zaten uzun zamandır oradayım. Kendi yaptığımız işler, çalışmalar var. Belli bir yerden sonra bayrak teslimi yapmakta fayda var, oranın tazelenmesi için. Hem de her şey değişiyor, isimler değişiyor, yeni bakış açılarına ihtiyaç oluyor. Altı yıllık süreç mücadele gibi bir süreçti. O yüzden belki bir süre daha ertelendi ama uzun zamandır o devir teslimine ihtiyaç olduğunu hissediyordum. Bu da bir vesile olur belki. MAFM’yi alırız ve sevdiğimiz, güvendiğimiz arkadaşlara devrederiz. 

SB: Ben öyle olacağına inanıyorum.

EE: Ben de inanıyorum.

SB: Süreçte tüm yaptıklarınız için, direnişiniz için, emekleriniz için çok teşekkür ediyoruz. Bize zaman ayırdığınız için de ayrıca teşekkür ediyoruz.