ALİCAN ACANERLER
Kurmancî ve Zazakî dillerinde yayımlanacak çocuklara yönelik çizgi roman projesi GOG, ilk etapta dijital olarak basılacak. Çizgi roman, henüz yapım aşamasında olan www.gog-weneroman.com adresinde ücretli olarak online yayımlanacak.
Proje yeterli destek görmesi halinde, basılı halde de çocuklara sunulacak. Projenin sürdürülebilir olması için online bağış sitesi fongogo.com üzerinde bir kampanya da başlatıldı.
Susma Platformu’ndan Alican Acanerler, GOG’un çizeri İmam Cici’yle çevrim içi ortamda bir araya geldi ve proje hakkında merak edilenleri öğrendi. Cici’yle Türkiye’de yayımlanan Kürtçe mizah dergilerinin kısa tarihini, Kürtçe çocuk yayıncılığının önemini ve gelecek planlarını konuştuk.
GOG, adını ‘dokuz taş’ olarak da bilinen eski bir Kürt çocuk oyunundan alıyor. Bu ismi seçme nedeniniz neydi. GOG nasıl bir ihtiyaçtan ortaya çıktı?
“İktidar sizin nerenizden vuruyorsa orası sizin kimliğiniz olur” diye bir söz var. Normalde kendimi Kürt ya da Alevi olarak tanımlamak istemem. Ama öyle bir ülkede yaşıyorsunuz ki yaşadığınız ülkede baskı arttıkça bir yerlerde durmanız gerekiyor. Yoksa herkes ne üretiyorsa odur, ben de ürettiğim şeyim. Ben ona inanırım. Kendimi çizer diye tanımlarım ama bazı durumlarda kendimin Kürt ya da Alevi olduğumu hatırlıyorum. Çünkü iktidar dilini Kürtlerin üzerine kurunca ben birden ‘Kürtleştiğimi’ hatırlıyorum. Kürt olduğumu hatırlıyorum. Sonra iktidar birden bire dilini ‘tek din’ üstüne kurunca da Alevi olduğumu hatırlıyorum.
Yıllarca dergilere çalıştım, nasıl bir dergide çalıştığımın çok da bir önemi yoktu. Sonra birdenbire Kürtler üzerine baskı artınca kendimi Pîne diye bir derginin içerisinde buldum, tamamı Kürtçe bir mizah dergisiydi.
Ne zaman başlamıştı yayına Pîne?
1999’da başladı, toplamda 30 sayı çıktı ve 2000-2001 gibi bitti. 15 günde bir çıkıyordu. O bittiğinde bir şeyleri eksik yaptığımızı düşünmeye başlamıştım. Çünkü ‘çizgili bir anlatım’ kazandırmaya çalışıyoruz Kürtçeye, daha önce bu yoktu. Kürtçe mizah dergisi vardı ama çizgili anlatım geleneği yoktu. Bunu yaparken de çocuklardan başlamak gerektiğini düşünüyordum. O yüzden kapandığında arkadaşlara “Kürtçe bir çocuk dergisi yapalım” dedim. Ama hiçbir zaman olmadı, sürekli bir takım engeller çıktı. Bundan 1 yıl önce de Zrîng isminde bir derginin yaratım sürecinde bulundum. O da çizgi roman dergisiydi ama çocuklara yönelik bir proje değildi.
Peki, daha önce çocuklarla ilgili yayınlar çiziyor muydunuz?
25 yıldır çocuklara yönelik işler yapıyorum. Yayınevlerine çocuk kitapları/illüstrasyonları yapıyorum. Şu an da Süper Penguen’d çiziyorum bir süredir. Aslında yaptığım işlerin çoğu çocuklar üstüneydi. Şimdi Kürtler üzerinde ülke genelindeki baskı tekrar artınca ben daha uzun vadeli bir eylemde nasıl bulunabilirim diye düşündüm ve bu projeye odaklandım.
Eski Kürtçe yayınları sormakla başlama sebebim şu: Bu söyleşi öncesi internet üzerinden çok küçük de olsa bir arama yaptığımızda yakın tarihli Kürtçe mizah yayınlarının bazılarına ulaşabiliyoruz ama çizgi ağırlıklı bir yayına ulaşmak gerçekten imkansız. Son 50-60 yılda hiç mi Kürtçe çizgi roman girişimi olmadı şimdiye kadar, yani benzer Kürtçe çizgi romanlar 70-80’lerde vardı da biz mi bilmiyorduk, sizin gençliğinizde takip ettiğiniz böyle girişimler olmuş muydu?
Hiç yoktu. İlk çıkan çizgili yayın, o da yarı Kürtçe Tewlo’ydu, 90’larda çıkmıştı. Doğan Güzel, Halil İncesu, Musa Anter’in de desteklediği bir projeydi. O da yarı Türkçe, yarı Kürtçeydi. Tamamı Kürtçe ve çocuklara yönelik masal kitaplarını saymazsak şimdiye kadar bir girişim olmadı. Çocukluğumuzda Red Kit, Asterix ve Tenten okurduk. Kürt çocukları bunlarla sadece Türkçe ya da Avrupa’ya giderse ordaki dilde karşılaştılar ve kendi dillerinde okuyamadılar.
Red Kit ile başlamak nerden çıktı peki projeye? Şu anki neslin takip ettiklerine göz önünde bulundurunca Red Kit’in hikayesine ve çizgisine de pek rastlamıyoruz sanki?
Aslında başlangıç için Tenten ve Asterix’i düşünüyordum, benim için Asterix muhteşem bir yapıttır; Tenten de öyle. Ancak bu yayınlar dergi için uygun değiller, dağıtımcı firma dergi içinde yayınlanmasına izin vermiyor telif hakları yüzünden. Albüm olarak basmaya karar verdim o ikisini sonraki dönemlerde.
Red Kit‘in ilginç yanı şudur, çizgi roman genelde maço bir kültürle var olur, erkek bir dildir. Red Kit, o erkek dili mizahla birlikte yerle bir eden figür olması açısından oldukça ilginç. Western’de karakterler ciddidir, serttir, her şey çok yücedir; ama Red Kit’te bu saydıklarımın hepsi mizah konusudur. İlah kabul edilen hiçbir şey yoktur. Her şeyle alay edilir. O yüzden de eğer bir Western kahramanı olacaksa o Red Kit olsun. Çünkü Western, çizgi romanın olmazsa olmazlarından biridir diye düşünüyorum.
Tiyatroların bile yasaklandığı bir kültür ortamında böylesi çabaların olması oldukça umut verici, nasıl zorluklarla karşılaşıyorsunuz şu an için? Gittikçe artan bir baskı rejimiyle gelen bir ihtiyaçtı GOG demiştiniz, yapım sürecinde size yöneltilen tepkiler oldu mu?
Daha proje aşamasında olduğumuz için o yüzden iktidar bizim üzerimizde bir tahakküm kurmayacaktır, zannetmiyorum. Çünkü diğer yayınlara da baktığımızda şununla karşılaşıyoruz. Bir ürün ortaya koyduğunuzda eyleminiz büyük bir ses getirmiyorsa onu kendi etki alanı içinde bırakıyor iktidar. Bir dergi yaptınız, o dergi iki bin kişilik bir çevrede sınırlı kaldıysa onu görmüyor, hatta kendi deyimiyle ona ‘göz yumuyor’. Ama ne zamanki bir etki uyandırıyor işiniz, o zaman baskısı artıyor iktidarın, genel yaklaşımı bu yönde.
Normal şartlar altında çocuklara yönelik herhangi bir yayın başladığında desteklenmesi gereken bir projedir. Ama konu Kürtçe olduğunda en yakın arkadaşlarımız dahi bir çekince içinde olabiliyor. Aman başımıza bir şey gelir mi, kampanyaya çıktık, aman kampanyaya 100 Lira verirsem bana bir şey olur mu… Çizer arkadaşlarımın bazılarından çizim isteyemiyorum. Kaygılanıyorlar çünkü çocuk dergisi de olsa. Onları da anlıyorum, Kürtçe olduğu için bir politik algı devreye giriyor bundan dolayı onlar kaygılılar. Bu yavaş yavaş değişecektir. Şu ana kadar dostlarım, arkadaşlarım ve destekçilerimizin kaygısı dışında gerçekten bize yöneltilmiş ciddi bir şeyle karşılaşmadık. Ama Zrîng’de şöyle bir şey olmuştu, dağıtımı için insanlarla konuştuğumuzda ciddi ciddi kapılardan geri çevirmişlerdi bizi. Fiziksel formata yayınlanmaya başlarsa GOG, o zaman benzer durumlarla benim de karşılaşabileceğimi biliyorum.
“BAZEN ISLIK BİLE KORKUTUCU OLUR”
‘İktidara değmedikçe’ çoğu zaman bir problem doğmuyor dediniz. Bu problemler hangi noktada başlıyor sizce, sosyal medyada işiniz çok tutunca mı, ‘birilerinin kulağına gidince’ mi? Nerede başlıyor iktidar sizce el atmaya? Çünkü bazen öyle küçük işler engellenmeye çalışılıyor ki, insan “Nereden duyuldu da engellenmek istendi” diye düşünmüyor değil?
Musa Anter’in ‘ıslık davası’ gelir aklımıza burda. Bazen öyle bir alerji vardır ki toplumda ıslık bile korkutucu olur. O hikayeyi hatırlarsınız, sadece ıslık çalındığı için rahatsız olunan bir dönem… Araçta Kürtçe konuştuğunuzda bile rahatsız olup bunu politik bir tavır olarak gören ve konuşmanın sadece kendisini tehdit olarak gören bir anlayış var. Çocuk dergisine de bu olacak çünkü çok daha kökten bir değişime odaklanıyor çocuk dergileri. Diyor ki ‘anadilde eğitim hakkı yok’ bu çocuğun ve kendi dilinde çizgi romanları bile okuyamıyor. Çocukların çizgiyle olan bağını biliyoruz. Çocuklar o dergiyi sahiplenince bir yandan üretime de başlayacaklar. Yani çizgi romanla karikatür üretimine de başlayacaklar. Dilin gelişimindeki en büyük etkidir bu, yani kültürel bir pazar oluşur, hegemonya oluşur, etkisi güçlenir. Bunun farkına varırlarsa, evet proje çok da büyümeden etkisini sönümlendirmeye çalışabilirler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemdeki ‘kültürel hegemonya kuramadık’ söylemi bile böylesi girişimlerden çok kısa sürede rahatsız olunabileceğinin bir göstergesi olabilir. Bir de Fongogo kampanyasından isterseniz bahsedelim, bu fikir nasıl ortaya çıktı? Bir taraftan da duyurmayı amaçladınız mı?
Doğrusu proje başlarken onu her yerden duyurmak gibi bir fikrim yoktu, herkesin bir fikri vardır, proje aşamasında olan yani daha somut bir yayın çıkmayan bir fikir neden haber olsun ki? Çünkü gerçekleşmeyebilir, haberci mantığıyla düşünürsek bunun bir hakikate dönüşmesi gerekir değil mi?
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın bünyesinde biliyorsunuz bir muzır kurulu var. Kıstaslar açıklanmadan bir edebi sanat eseri muzır yayın ilan edilebiliyor. Aile Bakanı da kendisine bu kıstaslar sorulunca yakın zamanlı bir açıklamasında “Biz hiçbir yayının yasaklanmasına karar vermiyoruz, sadece siyah poşet içinde satılmasını söyleyerek aileleri uyarıyoruz” diyor. Birilerinin kulağına gitmesini bile geçtik, bir gün uyandığınızda sıradan dediğiniz bir romanın bile siyah poşet içerisinde satılmasına dair kararı Resmi Gazete’de görüyorsunuz. Böylesi dönemde GOG gibi bir çabayı öncü olarak görebiliriz.
Fongogo tamamen ekonomik saiklerle devreye girdi, çünkü paramız yok. Çizer ekibimizle konuştuk, ‘bu kavgaya gireceğiz’ dedik, destek bulmaya çalışacağım ben de, proje aşamasını geçip iş gerçekleştikten sonra geleceğim sizinle tekrar konuşacağım, o ana kadar bana destek verebilir misiniz, diye sordum. Doğan Güzel ve Ender Özkahraman destek oluyorlar, olgunlaştıkça ekibe başka arkadaşlar da destek olacaklar. Fonlara da başvurabiliriz ama bunlar çok uzun erimli süreçler. Fongogo gibi bir imkanı duyunca ‘neden olmasın’ diye düşündüm başlangıç için. Çünkü bu üretimin kendisinin işlevsel olduğunu, bir işe yarayacağını, bazı şeyler için ciddi bir başlangıç olacağını düşünüyorum. İnsanların da beni heyecanla destekleyeceklerini düşündüm, onda da biraz yanıldım. Çünkü böyle bir yardım kampanyası geleneği yok, gelenek olmayınca da o kitle de şaşkınlıkla karşıladı bu durumu.
Ne yazık ki Türkiye’deki okuyucuların dijital yayınlara düzenli para verme alışkanlığı yok. Bir yandan da zor kısmı bu galiba. Alışkanlık yokken okuyucunun aklına girip ‘böyle bir şey de mümkün’ demek oldukça zorlayıcı olmalı bir yandan da.
Çizer arkadaşlarımız ciddi ekonomik sıkıntılar içerisinde işlerini sürdürmeye çalışıyorlar, ama bir yandan yapmak istedikleri bir sürü şey de var. İşte bu bir yol, projeni insanların önüne sunabileceğin bir imkan var artık. İnsanlar etkilenebilirler ve bu sayede seni destekleyebilirler. Çünkü biliyoruz üreten insan ticaret adamı olmuyor ve genelde parası da olmuyor. Fikri var, emeği var sadece. Bu tür sanatçı girişimleri için de (sinemada, edebiyatta, plastik sanatlarda) Fongogo kullanılabilir.
Genel anlamda destek kampanyalarının da işe yarayabileceğini gördük. Muhalif basın da çokça ilgi gösterdi, yazabilen herkes yazdı ve duyurdu. Bu bize büyük bir ümit verdi. Çünkü başka bir paradoks var, ben dergiyi basılı olarak basıp dağıtmayacağım sadece dijitalde var olacak. Böyle bir gelenek de yok. Birincisi bu ülkede çizgi roman okuma geleneği yok, ikincisi bu ülkede Kürtçe çizgi roman okuma geleneği yok, üçüncüsü de bu ülkede dijitaldeki bir yayın için para verip okuma geleneği yok. Bu sebeplerle birçok sorunla mücadele edeceğim ama başarırsam da basılı yayına geçeceğiz. Uzun sürede bunu gerçekleştirmeyi düşünüyorum. Daha sonraki aşamalarda Kürt çocukları meramlarını anlatmak için çizgiyi kullanmaya başlayacaklar, çizgi romanın bir dil olduğunu ve ‘ben köyümle ilgili bir hikaye anlatacaksam bunu filme çekmem gerekmiyor bunu kağıt kalemle anlatabilirim’ diyecekler. Benim asıl istediğim de bu. Herkes yaptığı işe anlam katmak ister. Ben de yaptığım işe ciddi bir anlam katmak istiyorum yani sadece çizmek değil aynı zamanda çizgiyle var olmak istiyorum.
Planlarınız ve hayalleriniz neler bu projede veya bundan sonraki projelerinizde?
Bundan sonraki projem de ‘sınır tanımayan doktorlar’ gibi ‘gezici çizer’ olmayı düşünüyorum.
Avrupa başkentlerinde rastlıyoruz ama Türkiye’de yok böyle çizerler,…
Evet, doğru. Sokak müzisyenleri bu konuda Türkiye’de öncü oldular. Erkan Yücel bundan yıllar önce köy köy dolaşıp römorklarla tiyatro sahnesi kurmuştu. Bu kadar yüceltmeyeyim ama amacım kasaba kasaba, köy köy gezip çizim atölyeleri açmak. Bunu çevrimiçi yollardan da yapabiliriz ama şöyle bir sorun var ki Kürtlerin daha doğrusu pek çok çocuğun çevrimiçi imkanlara eşit şartlarda var olmadığı ortaya çıktı EBA sayesinde. Yoksa teknolojiden de yararlanmanın da bu projede birçok katkısı olurdu. Dergi olgunlaştıktan sonra neden olmasın. Derginin internet sayfasında bir ‘amatör bölümü’ olacak. Oraya gelen çizgileri değerlendireceğim, mümkünse iletişime geçebileceğim insanlarla da iletişime geçip bir süreklilik yaratmak istiyorum. Önce okur, sonra da üretime katılan birileri olsun istiyorum, bütün hayalim bu.
Red Kit dışında GOG’da neleri göreceğiz, kafanızda bir yayın şeması var mı?
Kürtçe çizgi roman okur geleneği olmuş olsaydı, popüler olandan sıyrılıp gerçekten edebi değeri ve mesajı en iyi iletecek bağımsız işleri tercih ederdim. Ancak şu aşamada çocuklara en iyi çizgiyi ulaştırıp öğretmek yerine çocukların zaten sevebileceği çizgiler üzerinden gidelim istedim. 25 yıllık çizgi romancı olduğum için çocuklar biraz neleri sevebileceğini biliyorum. Birincisi, fantastik büyülü edebiyatı severler, devlerin var olduğu… Her kültürde vardır bu figürler, Ortadoğu’dan Kuzey Avrupa’ya kadar… Yüz yıllarca bu tip masalları dinledi çocuklar zaten. Bunun için sonrasında Thorgal’ı koydum sıraya. Thorgal, Vikinglerin ülkesinde sarı bir halkın içinde esmer bir adam. Bir öteki, ama barbarlığın yüceltildiği bir yerde sadece sevdiklerini korumak için var olan, ‘şurada toprağım olsun ekip biçeyim şurda da sevdiklerim olsun’ diyen bir karakterdir adeta. Ama şartlar onu kaçınılmaz olarak bir savaşçı yapar, bir ideal uğruna savaşmaz; ataerkil bütün nosyonlardan uzaktadır. Bilakis kızı ve eşi ondan daha kahramandır. Bu yüzden Thorgal çok iyi bir örnek.
Yakari’yi seçtim sonrasında. Henüz beyazların işgaline uğramamış Amerika kıtasında Kızılderili bir çocuğun Şaman yetenekleriyle bütün hayvanlarla iletişim kurmasının hikayesi. Yakari çok barışçıl ve hümanist bir karakter. Çocuk bir karakter olarak mesajını ve çocuklarda yarattığı etkiyi çok seviyorum. Çocukların da seveceğine inanıyorum.
Dördüncü seçtiğim karakter Milo. Seçim sebebim, seride iyi bir manga da olsun istedim. Dergiyi düşünürken bütün kültürlere açılan bir pencerede olsun istedim.
Kürtçe yayınların en büyük paradoksu şu oldu, çocuklar için bir ürün ortaya çıkarırken hep gelenekle beslendiler. Oysa bu kendi içerisinde çocukları sınırlayan bir şey oluyor. Oysa ben çocuklar evrensel değerlerle büyüsün istiyorum, madem çizgi roman var, çizgi romanla bütün dünyaya açılsınlar, Fransa’dan İran’a çizgi romanlar çevirelim, çocuklar onlarla karşılaşsınlar ve bir de Uzakdoğu’dan mangalar olsun. Mangada uygun iş bulmak zor.
Evet, mangaların kendi yapıları gereği biraz daha üst yaş grubuna hitap ediyorlar.
O nedenle Milo’nun dünyasını seçtim, Fransız işi ama çizim dili manga. Yine bir büyü ve gizem dünyası içerisindeki bir çocuğun hikayesi. Zaten zenginleşecektir bu, dört kahramanla başlayıp zamanla öykülerin büyüyeceği bir yer olacak.
Belki okuyucuların talebi de olacak, hikayeler olacak dergide yer almasını istedikleri.
Zaten yayınların devinimi böyle olur. Bir macera biter, ardından başka bir maceraya başlanır. Yeni bir kahraman gelir, Red Kit altı sayı sonra bittiğinde başka bir kahramanın hikayesi GOG’da anlatılmaya başlanacak. Çeşitliliği ve sürekli sağlar dergiler böyle, yoksa albüm tercih edebilirdim dergi yerine.
Bir çizer olarak dünyada ve özellikle Türkiye ve komşu coğrafyalarında takip ettiğiniz, anlattığınız meselelerin çizgisine yakın olduğunu düşündüğünüz başka çizerler var mı peki? Bu hikayelere giden yolda sizi besleyen çizgiler neydi?
Çocukluğumuzda çizgi romanla ilk tanışıklığımız ‘fumetti’ adı verilen İtalyan çizgi romanlarıyla başladı. Teksas Tommiks benzeri kahramanlarla devam etti. Sonra Milliyet Çocuk Dergisi ile tanıştım. Milliyet Çocuk Dergisi, Ülkü Tamer’in editörlüğünde çıkıyordu. İyi yazar ve çizerlerin olduğu bir yayındı. Aslında o zamandan beri böyle bir çizgi roman dergisi hayalim vardı. Burda da, o zamanki dergilerde okuduğum her şey beni de oluşturan şey oldu. Çünkü çok çeşitliydi ve çoğunlukla Frankofon işler vardı. Belçika ve Fransa ekolünde çizgiler vardı. Amerikan çizgi romanlarıysa nerdeyse yoktu. Pelerinli kahramanlar yoktu mesela hayatımızda. Ona bir karşı bir duruş olarak o işleri koyduklarını düşünüyorum o zamanlar. Japonya’daki ya da Çin’deki çizgileri bilmezdik. İran’da bir şey üretiliyor mu onu bile bilmezdik. Üç şey vardı 70’lerde ve 80’lerin başında: birincisi Amerikan çizgi romanları ki bize gelmezdi. Sonradan yayılmaya başladı onlar. İkincisi Frankofon işler ve üçüncüsü fumetti denilen İtalyan işler. Ama benim çizgimi etkileyenler açıkça söyleyebilirim ki: Asterix ve Tenten tarzı Frankofon çizgilerdir. O yapıyı hala devrimci ve değişmez bir çizgi olarak görürüm. Düşünsenize o çizgi romanları ben okudum, benim kızlarım şu an okuyorlar, ileride onların çocukları da okuyacak. Böyle kahramanlar yaratmak çok kolay değildir.
“ÇOCUKLAR BİR ÇİZGİ FİLMİ TELEVİZYONDA YA DA TABLETTE İZLEDİĞİNDE ‘ACABA BEN DE BİR ÇİZGİ FİLM YAPABİLİR MİYİM?’ DEMEZLER, AMA BİR ÇİZGİ ROMANI OKUDUKLARINDA ONU TAKLİT ETMEYE ÇALIŞIRLAR.”
Frankofon gelenekten doğan çizgi romanlar, masallar, çocuk karakterleri… Öyle etkili işler ki, sebebini bilmiyorum. Belki o coğrafyada hikaye anlatma geleneğinin çok daha oturmuş ve iyi olmasından mı? Örneğin ‘Ayşegül’ karakteri, 90’larda çocuk olan benim kuşağım için oldukça etkiliydi. O karakterin yaratıcısı da Belçikalı, Marcel Marlier.
Muhteşem bir çizgidir, okuma yazma bilmeseniz bile çizgiyi takip etme alışkanlığını size veriyor. En büyük rahatsızlığımı da belirteyim. Şimdiki çizerler ‘çizginin kendisine’ çok da emek vermiyorlar, mizah dünyası da bunun içerisinde. Ama eskilere bakın Gırgır ekolünden gelenlere, çok ciddi bir çabayla çizerler, Seyirlik bir çizgi vardır. Seyirlik bir çizgi olmayınca çocuk içine giremiyor. Çocukların hayalgücü şöyle çalışıyor: bir alan gördüğünde alanda ne kadar çok ayrıntı varsa o kadar kayboluyorlar.
Mesela Ayşegül’ün kedisi, köpeği, ağaç evinin kapısı, odasındaki eşyalar… Çocukların aklında kalanlar tamamen bunlardan ibaret.
Fransız ve Belçikalı ekolüydü bizi etkileyen bu sebeplerle. Revat Arslan, Doğan ve Ender’le dördümüzde de Frankofon etki var. Bu çok belirgin, bulunduğumuz coğrafyada Teksas Tommiks’ten, Marvel ya da D.C.’nin pelerinli kahramanlar dünyasından da etkilenmemişiz. Daha komik ve absürd daha çocuksu çizgileri sevmişiz en sert hikayeleri anlattığımızda bile.
Demek ki Milliyet Çocuk Dergisi’nin sizin yetiştiğiniz dönemdeki çocuklar üzerinde böyle bir etkisi vardı diyebilir miyiz?
Kesinlikle.
Nasıl devam edecek GOG projesi peki?
Bulduğum destekle sekiz sayı çıkarabiliyorum. Bu sekiz sayının sonunda ne kadar dayandığıma bakacağım, eğer yabancı telifleri ödeyemiyorsam o zaman kendi emeğimle var olan yayını küçültüp var etmeye çalışacağım. Çünkü projeyi devam ettirirsem birileri elbet gelecektir diye düşünüyorum. Kürtçe çizgi roman kültürü oluşturmaya başlarsa birileri çıkıp ‘tamam benim gücüm var Tenten’i Kürtçe basalım’ diyebilecektir. Avrupa’da çok saygın ve sevilen çizgi romanlar var, neden onları çocuklara sunmayalım? Çocuklar neden televizyonlarda izledikleri şeylere maruz kalsınlar sadece? Okumak başka bir hazdır. Çocuklar ‘izleyerek’ dillerini geliştiremezler. Okuduğunuzda aynı zamanda okuyup yazma pratiğini elde edebiliyorsunuz.
Okumak bir yandan da hayal gücüne de daha fazla imkan tanıyan bir şey öyle değil mi?
Çocuklar bir çizgi filmi televizyonda ya da tablette izlediğinde “Acaba ben de bir çizgi film yapabilir miyim?” demezler, ama bir çizgi romanı okuduğunda onu taklit etmeye çalışırlar. “Çizebilir miyim acaba ben de?” diyor. Çünkü onun yapılabilir bir şey olduğunu gördüğünde bir enstrüman olarak kullanacak hem de çizgi roman okuru hem de üreticisi olacak benim bütün hayalim bu. Yıllar sonra çocuklarımla konuştuğumda şöyle diyecekler, “bunu babam başlattı.”
Siz Ülkü Tamer’in ismini andınız, şu anda yetişen bir çocuğun da ileride sizin de isminizi anması gibi güzel bir etkiye sebep olabilir.
Başka dergilerdeki işlerimde bu dediğiniz başıma geldi. “Ben sizin çizgilerinizi görüp öyle başlamıştım çizmeye” diyenler olmuştu bana. Çok şaşırdım ve mutlu oldum. Herkes yaptığı işe bir anlam katmak ister ve herkes yaptığı işin bir karşılığı olsun ister.
Hayat böyle anlamlı hale geliyor, bir şeyler üretip kattıkça. Eklemek istediğiniz bir şey var mı son olarak?
Konu sansür ve otosansür olunca aslında eklemem gereken bir şey var. Uzun süre iktidarın diliyle dönüştürülmüş gittikçe muhafazakarlaşan bir toplum var. Türk filmlerindeki en masum sahnelerin bile iktidara gerek olmadan yayıncısı tarafından sansürlendiği bir dönemde çizgi roman da etkilendi tabi. Eski çizgi romanların sahip olduğu özgürlük alanına sahip değiliz. Bu sansürden etkilenmediğimizi söylesek de içten içe çizdiğimiz her şeyde bunu çizersek bir sorunla karşılaşır mıyız kaygısı olacak. İtiraf ediyorum. Çünkü toplum da değişti. İktidarın baskısından de öte toplumun yazarı ve çizeri yalnız bırakacağı bir dönemdeyiz aslında.
Yine de eğilmeden bükülmeden var olmaya çalışacağız tabi. Baskı yeni bir şey değil, en azından bizim için.
GOG‘un Fongogo’daki kampanyasına destek olmak isterseniz bağlantıdan ulaşabilirsiniz.