ALİCAN ACANERLER
“Şaşırmadım; yüzlerce kitap, dizi, film yasaklanmış olabilir daha önce. Netflix’te ve televizyonda izlediğim başka şeyler için de duymuştum. 21. yüzyılda böyle bir şeyin olması hayal kırıklığı” diyor Canan; babasının ona iki yıl önce aldığı bir çocuk kitabının içerdiği ifadeler yüzünden sansürlendiğini öğrenince. Canan 12 yaşında ve İstanbul’da bir kolejde yedinci sınıf öğrencisi.
Ödüllü İtalyan yazarlar Elena Favilli ve Francesca Cavallo’nun 2016’da dünyanın dört bir yanından herkese ilham olabilecek kadınların hikâyelerini derledikleri çocuk kitabı Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler, Eylül 2019’da Türkiye’de Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesindeki bir kurulun kararıyla ‘muzır neşriyat’ ilan edildi. Yani bakanlık kitabın basılmasını sakıncalı buldu. Oysa Canan kitabı çok beğendiğini ve hatta iki defa baştan sona okuduğunu söylüyordu.
‘100 GÜNLÜK EYLEM PLANI’NDAKİ’ ÇOCUKLAR
2019 itibarıyla Türkiye nüfusunun yüzde 27,5’ini çocuklar oluşturuyor. Türkiye, çocuk nüfusun yetişkin nüfusa oranında Avrupa’da birinci ülke konumunda. Ancak böylesi genç nüfusa sahip bir ülkede çocuk kitaplarının satış rakamları iç açıcı değil. Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 2020 satış verilerine göre, çocuk kitaplarının pazar payı diğer tüm yayınların yalnızca yaklaşık yüzde 4’ünü oluşturuyor ve bu oran 2019 verilerinden yüzde 9 daha az.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, çocuklara olan ilgisini her fırsatta açıklıyor. Hatta Erdoğan’ın 2018 yılındaki genel seçimlerin ardından açıkladığı 100 Günlük Eylem Planı’nın içinde, çocuk dostu kitapların desteklenmesi ve zararlı içeriklerle mücadele edilmesi maddesi de bulunuyordu. Bunun üzerine Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı 427 adet kitabı “çocuk dostu” ilan etmişti. Bakanlığın çocuk dostu kitapları ilan ederken yaptığı açıklama ise dikkat çekiciydi: “2019 sonu itibarıyla, 7 bin 423 eser incelenmiş ve bunlardan dokuz tanesi muzır neşriyat ilan edilmiştir.”
ARZULANAN SANSÜR: ÇOCUKLARA DÖNÜK YAYINLAR
Son yıllarda sosyal medyada, içinden bölümlerin bağlamından koparılarak paylaşıldığı bazı çocuk kitapları adeta bir linç konusuna dönüşüyor. Bazı medya kuruluşları tarafından çocuk edebiyatı sık sık hedef gösteriliyor ve hedef göstermenin ardından kısa süre içerisinde bu kitaplar hakkında Aile Bakanlığı “muzır neşriyat” kararını alabiliyor.
Örneğin 2020’nin yaz aylarında hükümete bağlı resmî araştırma kurumu olan Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) çevirisini yapıp yayımladığı bir kitap, içerisinden pasajlar bağlamından koparılarak Twitter’da sıkça paylaşılmıştı. Sosyal medyadaki tepkiler o kadar büyüdü ki hemen harekete geçen Bakanlık, devletin başka bir resmî kurumunun yayımladığı bir çocuk kitabını bile muzır neşriyat ilan etti.
Diğer yandan muhalif medyada da bazen “çocuk kitapları yasaklanmalı mı?” tartışmasının yapıldığını görüyoruz. Dokuz8Haber isimli yurttaş haberciliği yapan bir internet sitesindeki bir çocuk kitabı içerisinde pedofili, cinsel istismar ve şiddeti özendiren ifadeler geçtiği iddia edilerek, tıpkı hükümet yanlısı medyanın yaptığı gibi hedef gösterilebiliyor.
EBEVEYNLER UMUTSUZLUĞA KAPILIYOR
Çocuklara kitap satın alan ailelerin ve öğretmenlerin kafası, toplumun her kesimince arzulanan bu sansür tartışması gereği bir hayli karışık. Altı yaşındaki kızına her gece Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeleri okuyan belgesel yönetmeni Mustafa Ünlü, “Anlamakta zorluk çekiyorum. Oysa ki kitaptaki kadınların hikâyelerini kızıma her okuduğumda onun her istediğini kafasına koyduğunda yapan bir karakterle yetişmesine katkıda bulunduğumu düşünüyordum” diyor. Yönetmen Ünlü, Türkiye’deki kültürel ve siyasi tutuculuk karşısında artık devletin hoşuna gitmeyecek her içeriğin engellenmeye çalışıldığından yakınıyor. Mustafa Ünlü gibi birçok ebeveyn, sansür konusunda her iki tarafın argümanlarının arasındaki fikir bombardımanında umutsuzluğa kapılıyor.
Bu durum ilk kez bir çocuk kitabının başına gelmiyor. Aslında muzır neşriyat kavramının Türkiye’deki tarihi Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar uzanıyor. 1927’de yürürlüğe giren “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu;” Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı eserlerde göz önünde bulundurduğu kıstasların, piyasada bulunan tüm çocuk kitaplarında da bulunmasını salık veriyor. İçerisinde müstehcenlik, erotizm, cinsellik ve suç unsuru (Türk Ceza Kanunu’nun 426, 427 ve 428. maddesinde sayılanlar) bulunan kitapların derhal toplatılmasını öngören kanunun ilk hali sonraki yıllarda pek çok değişikliğe uğruyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri, kanun yürürlüğe girdikten sonraki yarım asırda Türkiye’nin üç defa askeri darbe yaşaması. Darbeler döneminde silahlı kuvvetler yönetime her el koyduğunda, milli güvenlik ve kamu düzeni sebep gösterilerek binlerce kitap hakkında sansürün ötesinde yasaklama kararları verildi.
DÜNDEN BUGÜNE TÜRKİYE’DE ÇOCUK KİTAPLARINA SANSÜR
İyi Kitap isimli derginin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Safter Korkmaz da 1980’de gerçekleşen askeri darbe sırasında üniversite öğrencisiyken, okulun yurdunda sık sık “yasak yayın aramaları” yapıldığından bahsediyor. Safter Korkmaz, Türkiye’deki kitap yasaklamaları tarihinin baskıcı iktidarların dönemleri ile paralel olduğunu ifade ediyor.
Askerin yönetimden elini çektiği ve Türkiye’nin tekrar demokratikleşme çabası içine girdiği Özal döneminde ise, 1927’deki kanun bambaşka bir yapıya bürünerek bugünkü denetim mekanizmasına benzer bir hale getiriliyor. 1986’da dönemin muhalefet partisi konumundaki Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) tarafından yoğun bir itiraz sürecine maruz kalsa da, “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu” gereği Başbakanlık bünyesinde aynı adla bir kurul kuruluyor.
Korkmaz, muzır kurulunun dünü ile bugünü arasında karşılaştırma yaparken “Ancak şimdikinden farklı olarak, Kurulun uygulamalarına toplumun her kesiminden yükselen tepki çok daha fazla ve etkilidir o dönem. Mecliste ve meclis dışında muhalefet, hâlâ etkisi süren 12 Eylül uygulamalarına rağmen, Kurula ve uygulamalarına karşı bir araya gelmeyi, sesini yükseltmeyi başarır. Yükselen tepkiler zamanla iktidara geri adım attırır ve Kurul 90’ların başında daha pasif bir konuma çekilir” diye aktarıyor süreci.
Bu kurul, yayımlandıktan sonra piyasada bulunan çocuk kitaplarını talep üzerine değerlendirme yetkisine sahip. Eskiden bakanlıklardan, 15 yıl kamu görevi tecrübesine sahip birer temsilcinin yanı sıra, Yüksek Öğretim Kurulu’ndan, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ve Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nden birer üyenin bulunduğu kurulun 2021’e kadar toplam kaç kitap hakkında karar verdiğine dair net bir sayıya ulaşılamıyor. Ancak Yayıncılar Birliği, 1990’lı yıllardan beri yıllık periyotlarda “Yayın Özgürlüğü Raporları” hazırlıyor. Birliğin ilk raporundan 2020’ye kadarki hemen hemen tüm araştırmalarında “muzır neşriyat” ifadesine rastlanmakta.
“DAYANIŞMA VE KAMUOYU TEPKİSİ GEREKİYOR”
Birliğin raporlarında anılan eserlerden biri de Erdal Öz’ün yayıncısı olduğu Henry Miller’ın Oğlak Dönencesi kitabı. Korkmaz kitabın muzır ilan edilip toplatıldığını ve çevirmenine de ceza verildiğini söyleyerek, bunun üzerine ortaya çıkan dayanışmayı şöyle anlatıyor:
“Toplatma ve ceza davalarına tepki olarak, 39 yayınevi Oğlak Dönencesi’ni birlikte tekrar yayımlıyor. Kurulun sakıncalı bulduğu yerleri boş bırakıp, ama kitabın sonuna iddianameyi ve Erdal Öz’ün savunmasını ekleyerek… Böylece okur, boş bırakılan yerleri iddianameden takip edebildiği gibi Erdal Öz’ün sansüre karşı savunmasına da erişebiliyor.
Bu kez 39 yayıncıya birden dava açılıyor ama iddianameyi yayımlamak suç teşkil etmediğinden beraatle sonuçlanıyor. Bu dayanışma ve kamuoyu tepkisi sonrası, mahkeme kitabın ilk basımı üzerindeki toplatma kararını da kaldırmak zorunda kalıyor kısa süre sonra. Çok önemli ve değerli bir dayanışma örneği bu. Bugün de benzerlerinin (yeni biçimlerle) çoğalarak artmasını umduğum türden bir dayanışma…”
“KURULDAKİLERİN HİÇBİRİ UZMAN DEĞİL”
2018’de Türkiye başkanlık yönetim sistemine geçmesiyle ve Başbakanlık makamı ortadan kalkmasıyla; Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesine alındı. Kurulun yönetim yapısı da farklılığa uğradı. Artık kurulda kimlerin yer aldığına dair herhangi bir bilgiye kamuya açık kaynaklardan ulaşılamıyor. Beş uzmanın bakanlık tarafından kurula atandığı bilgisi dışında kurumun işleyişi şeffaf değil ve değerlendirme usulünde, göz önünde bulunduracağı kriterlere dair hiçbir hukuki düzenleme yok. 1986’da son kez köklü değişikliğe uğrayan kanundaki belirsiz ifadeler, kurula dair sağlıklı bir algının oluşmasına engel teşkil etmekte.
Kurula dair bilgilere ancak, kurulun aldığı her kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra ulaşmak mümkün. Her eser için yapılan değerlendirme sonucunda gerekçenin açıklandığı bu kararların hepsinde, kitapların sansürlenme biçimlerine yönelik farklı bir uygulama şekline gidildiği fark ediliyor. Hatta bazı kitapların “siyah plastik poşet” içerisinde satılmasına karar verilmesi medyada sık sık eleştiriliyor.
Aile Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk geçen aylarda yaptığı bir basın toplantısında söz konusu durumun sansür olmadığını, kurulun telkinlerinin sebebinin yalnızca ailelere “tavsiyeler vererek” onları bilinçlendirmek olduğunu söyledi. Oysa ki kızına her gün sansürlenen kitabı okuyan Mustafa Ünlü, bakanlığın ailelere olan uyarısının işe yarayıp yaramadığını sorusuna, “Kitabı okuyunca yadırgadığım ve yanlış bulduğum hiçbir kesit olmamıştı” cevabını veriyor.
Safter Korkmaz da Aile Bakanı’nın açıklamasının tam olarak gerçeği yansıtmadığından bahsediyor. Muzır kurulunun aldığı kararların savcılık tarafından soruşturma sebebi sayıldığının ve çoğu durumda kurul kararlarını ceza davalarının izlediğinin, böyle bir durumun ise tavsiyeden çok daha fazlasına tekabül ettiğinin; kısacası eserin okura ulaşamaması ve yayıncılarının (yazarı, çevirmeni ve yayınevi yetkilileri) cezalandırılmasına varması sürecinin zaten fiilen bir sansür olduğunun altını çiziyor. Korkmaz kurul kararı, ceza davası ve toplatma kararı diye giden sürecin diğer yayıncılara da gözdağı verme işlevi gördüğünü açıklıyor.
Korkmaz tam da bu noktada “siyasal erkin, toplumsal yaşamın her alanında kendini hissettiren gücü kimi yayıncılarda (sadece yayıncılarda da değil işin mutfağında da) çekinceler yaratabiliyor. İşte 80’lerde bahsettiğim dayanışma tam da bugün, bu yüzden ihtiyacımız olan şeylerin başında geliyor” diye ekliyor.
MUZIR İLAN EDİLEN KİTAPLARA BAZI SATIŞ SİTELERİNDEN ULAŞILAMIYOR
Bakanlığın bir kitap hakkında aldığı karar basına ve sosyal medyaya yansıyınca o kitabın basımının durdurulmasına bile henüz karar verilmemişken, yayınevleri bazen tepkilerden çekinip kitapların yeni basımını yapmayabiliyor. Örneğin, Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler kitabının yayınevi Hep Kitap, eseri yeniden baskıya sokup sokmadıkları sorulduğunda yanıt vermekten imtina ediyor. Kitap, Amazon üzerinden hala sipariş edilebilirken idefix ve D&R gibi iktidara yakın holdinglerin sahip olduğu çevrim içi kitap satın alma sitelerinden aynı kitabın satın alınamaması da dikkat çekiyor. Amazon’dan satın alınan bir kitabın basım tarihinin Kasım 2020 olduğu görülüyor. Yani yayınevi, bakanlığın kararı ardından basıma bir şekilde devam etmiş görünüyor.
Hep Kitap gibi diğer yayınevleri de, konu pek çok kez basına yansıdığı için açıklama yapmaktan çekinirken; bir avukat çocuk kitaplarına Bakanlık tarafından uygulanan sansüre karşı hukuki mücadele vermek için geçen sene tek başına dava açtı. Davayı açan avukat Ümit Erdem’in yedi yaşında bir kızı var. Erdem davaya “kız babası” olarak taraf olmuş. 2019’dan beri devam eden dava yalnız Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler isimli kitabı konu edinmiyor. Ümit Erdem, Koruma Kurulu’nun Eylül 2019’da Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler’i muzır neşriyat ilan ederken hakkında karar aldığı farklı iki kitabı da davaya dahil etmişti.
Elisabeth Brami tarafından yazılan ve Estelle Bignon Spagnol tarafından illüstrasyonları yapılan Kız Çocuk Hakları Bildirgesi ve Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi isimli kitaplarda, toplumda bir kız ve erkek çocuk olmak mizahi dille maddeler halinde eleştiriliyor. Kız Çocuk Hakları Bildirgesi’nde yer alan “Kızıp bağırdığında ‘erkek fatma’ ilan edilmeme hakkı vardır;” “Pantolon giyme hakkı vardır” gibi maddelerle, kadınların son iki yüzyılda toplumlarda değişen algılar neticesinde edindikleri kazanımlara referanslar veriliyor. Benzer biçimde Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi’nde de “Nazlanma hakkı vardır;” “Dikiş dikmeye, örgü örmeye hakkı vardır” ifadeleriyle kültürel ve sosyal normlar tiye alınıyor.
Susma Platformu’nun konu hakkında hazırladığı bir diğer haberde Ümit Erdem, dava sürecinde kitaplar hakkında üç ayrı bilirkişi raporu hazırlandığını anlatmıştı. Uzmanlar tarafından hazırlanan ve Bakanlığın kararında yer verdiği hususların kitaplarda bulunup bulunmadığını değerlendiren raporlarda yer alan ifadeler aslında, Koruma Kurulu’nun kitapları sansürleme sebebini gözler önüne seriyor.
Bilirkişi raporları boyunca, kitaptaki maddelerde kız ve erkek çocukların hakları olarak sıralanan cümlelerin, zamanla tüm dünyada normalleşen meseleler olduğu ve kitaptaki illüstrasyonların çocukların psikolojisini bozmayacağı anlatılmaya çalışılıyor. Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler için hazırlanan raporda ise dikkat çekici bir başka nokta daha bulunuyor. Dosya yazısının ikinci bölümünde tam da bu noktadan hareketle, sansür için mazeret olarak öne sürülen “toplumsal cinsiyet” ve “cinsiyet kimliği” gibi konuların sansüre etkisini ele alacağız.
İkinci Bölüm: ‘Arzulanan sansür’ çocuk kitapları dosyası (II): Toplumsal cinsiyet ve müstehcenlik iddialarının arasında doğruyu aramak