‘Arzulanan sansür’ çocuk kitapları dosyası (II): Toplumsal cinsiyet ve müstehcenlik iddialarının arasında doğruyu aramak

Susma Platformu olarak Türkiye’de çocuk kitaplarına sansürü ele aldığımız ikinci yazıda sansürün sürekli mazereti olarak gösterilen “toplumsal cinsiyet, müstehcenlik, cinsiyet kimliği ve LGBTİ+ propagandası” iddialarına el atıyoruz. Uzman görüşleriyle beraber özellikle sosyal medyada tüm bu iddialar arasında çocukları için doğruyu arayan ebeveynler için çözüm önerileri sunuyoruz


ALİCAN ACANERLER

Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler’in 44. sayfasında Coy Mathis’in hikâyesi anlatılırken geçen “Beni ne zaman kız yapacaksınız?” sorusu üzerinden Koruma Kurulu’nun endişeleri, psikososyal gelişim kuramlarına atıflar verilerek giderilmeye çalışılmış. Diğer iki kitapla birlikte dava sürecinin, iktidarın “toplumsal cinsiyet” ifadesi ile olan ilişkisini de gözler önüne serdiğini ifade eden -yazı dizisinin ilk bölümünde konuştuğumuz- Avukat Ümit Erdem, “Kitaptaki Coy Mathis ile ilgili anlatılan sadece bir hikâye değil, Amerika’daki bir hukuk zaferi. Bunu Koruma Kurulu ‘transeksüelliğe özendirme’ olarak algılayıp sakıncalı bulmuş. Bakanlığın dava sürecinde bilirkişi raporlarına yaptığı itirazlarda da, bu kitabın çocukları ‘cinsel kimliklerinden yakınmaya’ ittiği söyleniyor. Böyle bir suç olmadığı gibi, Bakanlığın söylediği bu ifadenin kendisi dava konusu edilebilir denli tehlikeli bir ifade” diye kitabın engellenmesindeki asıl noktayı böylelikle açıklamış oluyor” ifadesini kullanıyor.

Türkiye’deki sivil toplum örgütleri son 10 yılda LGBTİ+ bireylere yönelik baskının arttığını defaatle anlatıyor. Turkuaz Lab’in 2020’de yürüttüğü “Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları” araştırması sırasında kişilere sorulan “Eşcinsel bir komşunuz olsun ister miydiniz?” sorusuna verilen yüzde 54’lük “Hayır” cevabı, ülkenin konuya bakışına dair bilimsel bir veri oluşturuyor.

“LGBTİ KİŞİLERİ GÖREREK LGBTİ OLMAYIZ!”

Kitapta Coy Mathis’in hikâyesi bir hukuk savaşını anlatılıyor. (Fotoğraf: Alican Acanerler)

Böylesi kutuplaşmış bir ortamda bir çocuk kitabının tamamen “LGBTİ+ olmaya özendiriyor” gerekçesi ile sansürlenmesini doğru bulmadığını belirten çocuk psikolojisi alanında çalışan psikolog Ebru Ergün, “LGBTİ+ kişileri görerek ya da onlarla ilgili hikâyeler okuyarak LGBTİ+ olmayacağının” altını çiziyor ve ekliyor: “Çocuklar yaşlarının getirdiği bir avantaj sonucu, tutucu toplumsal değerlere yetişkinlerden daha az maruz kaldıkları için, neyin ne olduğunu ayırt edebilmeyi çok daha kolaylıkla başarabiliyor. Dolayısıyla çocuk kitaplarında LGBTİ+’ların varlığını ve haklarını ve birlikte yaşamanın son derece normal ve mümkün olduğunu anlatmak, çocukların bu becerilerini kullanmalarını kolaylaştırmaktan başka bir şey yapmaz ve daha kapsayıcı, barışçıl bir toplum olasılığını arttırır.”

12 yaşındaki Canan ise “Beni en çok etkileyen hikâyelerden biri aslında trans olan kadın olmuştu. Yaşadığı zorlukları okumak bilgilendiriciydi, tıpkı aynı kitaptaki Suriye İç Savaşı sırasında kaçan ve sonradan yüzücü olan kadının hikâyesi gibi” diyor. Bakanlığın itirazının çocukların zihin dünyasında, psikolog Ergün’ün de belirttiği gibi, yer bulmadığını anlayabiliyoruz. Ebru Ergün açıklamasını, “Çocuklarla bu konuları konuşmak her zaman daha kolay; cinsiyetin büyük oranda kurmaca olduğunu çabuk kavrıyorlar. Yetişkinler olarak bu konudaki bilgisizliğimizi gidermekten, önyargılarımız üzerine düşünmekten vazgeçmediğimiz sürece, LGBTİ+ bireyler hakkında konuşmanın çok zor, hatta zararlı olduğu kuruntusundan kurtulamayacağız” diyerek noktalıyor.

YKY MAHKEME KARARIYLA BEYAZ ZARFLA SATIŞI DA DURDURDU

Avukat Ümit Erdem’in açtığı yazımızda da konu ettiğimiz davanın 8 Mart’ta 2021’de görülen duruşmasından sonra Yargının kararı bekleniyor. Söz konusu davanın yanı sıra, Kız Çocuk Hakları Bildirgesi ve Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi kitaplarını Türkçe’ye kazandıran çevirmen Burcu Uğuz hakkında da geçen yıl kitabın sansürlenmesi gerekçesiyle dava açılmıştı.

Kız ve Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi kitaplarının artık hiçbir kitapçıda bulunmaması üzerine, kitapların yayıncısı YKY’ye telefonla ulaşıp sipariş vermek istediğinizde kitapları satın almanız mümkün değil. Yayınevi yetkilisi kitap hakkında Eylül 2019’daki karar çıktığında yayınevi olarak tüm kitapları bayilerinden topladıklarını ve isteyenlere beyaz zarflarla verdiklerini, ancak sonraki süreçte dava devam ederken yayınevine gönderilen bir mahkeme kararı doğrultusunda bu tip bir satış yönteminden de vazgeçtiklerini belirtti. YKY’ye çocuk kitaplarıyla ilgili mahkeme kararlarının ardından nasıl bir aksiyon aldıklarıyla ilgili sorumuza ise yayınevi avukatı cevap vermeyi reddetti. Kız ve Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi şu an yasal yollarla satın alınamıyor.

ÇOCUK KİTAPLARINDA ‘MÜSTEHCENLİK’ NASIL YER ALMALI?

Psikolog Ebru Ergün açıklamalarını “Oysa mesele tamamen kendi çıkarlarımıza göre kurduğumuz toplumu muhafaza etmek ve ‘gücümüzü korumak’” diye bitiriyor. (Fotoğraf: Tarlabaşı Toplum Merkezi video arşivi)

Susma Platformu’nun “2020 yılında Türkiye’de Sansür ve Otosansür” başlıklı raporuna göre, yazıda adı geçen üç kitap hakkında alınan muzır neşriyat kararlarının ardından geçen zamanda dokuz kitap daha aynı karar doğrultusunda sansürlendi. Rapora göre Türkiye genelinde “genel ahlak, müstehcenlik, çocuk gelişimine etki” gibi sebeplerle toplam 13 kitaba sansür uygulandı. Bu kararlar içerisinde “müstehcenlik” suçlaması bulunanlar dikkat çekiyor. Kız ve Erkek Çocuk Hakları kitapları da bu sebeple muzır ilan edilmişti.

Hatice Kapusuz ise aslında müstehcen bulunan kitapların hep çocukların cinsel gelişime dair olduğunun altını çiziyor. Çocukların “Bebekler nereden gelir?” gibi sorularla, merak ederek cinsel gelişime ilişkin zihinlerindeki boşlukları yetişkinlere yönelttiklerini söylüyor. Kapusuz’a göre bu soruları asıl müstehcen bulan yetişkinlerin kendisi.

Ebeveynlerin de söz konusu durumda kafalarının karışık olduğunu sosyal medyaya yansıyan endişelerden anlayabiliyoruz. Burada önemli olan şeyin, çocuğun yaşına göre ihtiyacı olduğunu vurgulayan Kapusuz’a göre; üç yaşındaki biri “ben nereden geldim?” dediğinde “annenin karnındaydın sonra doğdun” gibi basit bir açıklama yeterli olabilirken, 10 yaşındaki bir çocuk için, anne – baba rolünün açıklanmasına ihtiyaç duyuluyor:

“Çocuğun gelişiminin ve bedenini tanımasının doğal bir yansımasını müstehcen diye konuşmaya, sormaya kapattığımızda, cinsel bölgelerdeki sağlık sorunlarını fark edememe, bedeni ile kurduğu ilişkiyi bozma riskini de doğuruyoruz. En kötüsü ise bu kapama, aşırı tepki verme utanma, susturma, cinsel istismara karşı da risk yaratıyor. Çocuğun bu konuda yaşadığı zorlukları paylaşmasının zeminini yok ediyor.”

Hatice Kapusuz

Ebeveynlerin kafasındaki soru işaretlerini alevlendiren bir başka konu ise bazı uzmanların “çocuk her şeyi okur” şiarının altında, her eserin sadeleştirilmiş hallerinin çocuklara sunulması gerektiği iddiası. Şimdiye kadar zaman zaman MEB’in girişimleriyle, belki yetişkinler için bile işlediği temalar bakımından travmatik olabilecek pek çok eserin kısaltılarak, dilinde sadeleştirilmeye gidilerek, çocuklara önerildiğine şahit olduk.

Bu iddianın doğruluğunu yönelttiğimiz çocuk psikoloğu bir uzman MEB’in girişimlerine destek verirken, Kapusuz ebeveynler açısından durumu şöyle özetliyor:

“ÇOCUK VE KİTAP İLİŞKİSİNDE YERİMİZ REHBERLİK ETMEK VE SEÇENEK SUNMAK OLMALI”

“Çocuk ve kitap ilişkisinde yerimiz rehberlik etmek ve seçenek sunmak olmalı. Bu sebeple çocuklara kitap seçme pratiğinde eşlik etmek, kitapçıları birlikte ziyaret etmek önemli. Özneliği desteklemek için çocukların seçim yapmalarına alan açmalıyız. Sorun sadece tek tür okumak ve çocuğa tek türü dayatmak.

Çocukların maceraya, çatışmalara, hayal kurmaya ve yaratıcılığa ihtiyaç duyduklarını ve kitapların bunun için iyi araçlar olduklarını atlamamalıyız. Çocuklar kitapları okurken başrolle özdeşlik kuruyorlar. O kahramana eşlik ediyorlar. Bu sebeple burada çeşitlilik sağlamak önemli. Farklı kahramanlarla tanışmak, bu tanışıklığı arttırmak hepimizin dünyasını genişletiyor.

Bunlar dışında ihtiyaca cevap verecek temalar var. Örneğin bir zorluğu aşma konusunda destek olabilecek korku, kaygı gibi konular üstüne kitaplar var. Kaygı üstüne bir kitap; ‘Kaygılanacak bir şey yok, cesur ol’ mesajını veriyorsa bu çocuğa zarar verir. Hedefimiz çocuğun duygusunu tanıması, kabul etmesi ve onunla başa çıkmak için yöntem geliştirebilmesini desteklemek olmalı.”

“İYİ YAYINCILIK ETİĞİ DE BİZİ SANSÜRDEN KORUR”

Safter Korkmaz ise konuyu farklı bir açıdan değerlendiriyor. Korkmaz’a göre erotik ya da müstehcen denilerek muzır ilan edilen kitaplarla ilgili içeriğe yönelik değerlendirmeler illa yapılacaksa yayıncılar, yayın emekçileri itarafından yapılmalı. Oluşturulacak mesleki/etik kurullar yoluyla hem meslek ilkelerinin belirlenmesi hem de iyi yayıncılık pratiklerinin özendirilmesi ile, zaten ebeveynlerden önce işin mutfağından gelecek bir iyi yayıncılık anlayışının herkes için yol gösterici olabileceğinden bahsediyor. “Alan dışından hiçbir gücün (siyasi, hukuki ya da psikoloji, pedagoji gibi başka mesleki disiplinlerin) denetimi ve sansürü söz konusu olmamalıdır. Her şeyi bir yana bırakalım; her gece televizyonda adam öldürmeyi, kadına şiddeti, silah ticareti gibi yasadışı işleri meşrulaştıran diziler yayımlanırken; kitapçı raflarında Hitler’in Kavgam’ı ya da benzeri ayrımcı içeriğe sahip kitaplar bulunabiliyorken neden Nöstlinger ya da Janish yasaklanıyor bu ülkede? Neden ‘her istediğini sevebilirsin’ demek suç oluyor, bu yüzden bir çevirmen yargılanıyor? Sınır neden edebiyatın dışından, edebiyatı keserek çiziliyor? Anlamak mümkün değil…” diye de ekliyor Korkmaz.

“Sağlıklı bir cinsel eğitim cinsel istismara karşı da çocukları korur” diyen Kapusuz, ebeveynler için bazı eser önerilerinde de bulunuyor. (Soldan sağa: Bedenim Bana Ait (+5) – Gergedan Yayınevi, Ben Nasıl Ben Oldum (+9) – Dinazor Çocuk, Bebekler Nereden Gelir (+2) – TÜBİTAK, Annemin Karnındayken (+2) – YKY)

Yayıncılar Birliği ise, “müstehcenlik,” “erotizm,” “cinsellik” gibi türlü gerekçelerin arkasına gizlenerek sansürlenen kitaplar için yaptığı açıklamalarla, çocuk kitaplarıyla ilgilenen yayınevlerinin, kitapçıların, velilerin ve yazarların çıkardıkları sesleri daha da yükseltmek için çaba gösteriyor. Ancak Aile Bakanlığı, Türk Ceza Kanunu’nda açıkça tanımı bile yapılmayan bir kavram olan “müstehcenlik” kisvesi altında toplumsal ahlak normlarına uymadığına kanaat getirdiği eserleri sansürlemeye devam ediyor. Süregelen hukuki süreçler ayrıntılı incelendiğinde, toplumda giderek derinleşen LGBTİ+ nefretinin de izleri olduğunu ne yazık ki görebiliyoruz.

PEKİ ÇÖZÜM NE?

Çözümün ne olabileceğini Hatice Kapusuz’a sorduğumuzda şöyle cevap veriyor: “En temelinde çocuk algısının değişmesi gerekiyor. Çocuğu bir birey olarak kabul ederek başlamamız gerekiyor. Çocuklar bireyler ve hayata dair potansiyelleri var. Bizim sorumluluğumuz ise onları geleceğe hazırlamaktan ziyade gelişmelerine ve potansiyellerini geliştirmelerine rehberlik etmek, alan açmak.

Bunlar için ise tek başına bakım verenlerin dönüşümü yeterli olmuyor. Kamusal veya kolektif çözümlere ihtiyacımız var. Zira bakım veren ve çocuğun tek baş başa kaldığı çekirdek aile yapısı çıkmazlarla dolu. Bu çıkmazlar ise dar alanda çocukları terbiye etmeye, şiddetle baskılamaya veya sürekli geliştirilmeye çalışılan bir kumbaraya çeviriyor.

Çocuk kitaplarının bazıları da bu yüzden bunların yansıması: tatsız, tuzsuz, terbiye etmeye ve standartlaştırmaya yönelik. Çocuk algısının kitap yazarlarında, editörlerde, yayınevlerinde de elbette değişmesi gerekiyor.

Bunların yanı sıra Ankara Batıkent’teki Şeker Portakalı Eğitim ve Kültür Derneği gibi mahalle kütüphanelerinde iyi kitaplara kolektif erişim alanları yaratmamız gerekiyor.”