ÖZKAN KÜÇÜK
Türlü festivalin yasaklandığı, güvenlik gerekçesiyle iptal edildiği bugünlerde bir taraftan da festivallerin tüzükleri değiştiriliyor, içerikleri boşaltılıyor. Son olarak Antalya Belediye Başkanı ve Antalya Film Festivali Başkanı Menderes Türel tarafından Antalya Film Festivali’nde yapılan tüzük değişikliğiyle festivalin en köklü ulusal yarışma bölümü kaldırıldı. Festival Başkanı Türel’in “Ulusal yarışma enerjimizi dağıtıyordu, zaten başarılı filmler uluslararası yarışmada da kendine yer bulabilir’’ şeklindeki açıklamasının ise sinemacıları tatmin etmediği net.
Hatırlanacağı gibi, önceki yılki Reyan Tuvi’nin Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek isimli belgeseliyle ilgili yaşanan sansür vakası, ardından belgesel sinemacıların festivalden çekilmesiyle gündem olan Antalya Film Festivali, geçen yılki festivalde belgesel bölümünü tamamen kaldırarak belgesel sinema ile yolunu ayırmıştı.
Şimdi kurmaca dalında ulusal yarışmanın da kaldırılması sansürle yüzleşmek yerine kategoriyi kapatarak sansür meselesini ‘kökten çözme’ taktiğini getiriyor akla.
Sonuçta Türkiye’nin en eski festivallerinden olan Antalya Film Festivali, aslında ulusal sinema kimlikli bir festivaldi. 2004 yılından itibaren uluslararası yarışma kategorisini açarak uluslararası bir festival olma yoluna girmişti. Bu çerçevede birçok Hollywood yıldızını davet etmiş ve magazin basınında kendine yer bulmuştu. 2015 yılında festivalin isminden Altın Portakal ibaresi de çıkarılmış, festivalin adı Antalya Uluslararası Film Festivali olarak değiştirilmişti.
Altın Portakal’daki tüm bu değişim silsilesi bir yana diğer festivallerin de yerli yapımlara zorunlu koşulan eser işletme belgesi yüzünden yaşadıkları hatırlanırsa, mevcut siyasi atmosferde bu kararın ne anlama geldiği daha da önem kazanıyor. Antalya Film Festivali’ndeki bu değişikliğin gerisinde yatanları, yol açabileceklerini sinemacılara ve film eleştirmenlerine sorduk.
Tarihselliğin imhası
Altyazı sinema dergisi genel yayın yönetmeni, eleştirmen ve film yapımcısı Fırat Yücel, bu kararın sinyallerinin geçen yıl verildiğini hatırlatarak, “2014’te Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek belgeseline uygulanan sansürden sonra Menderes Türel’in yaptığı konuşmalara baktığımızda, her seferinde sinemanın evrensel olduğunu, sanatçıların yerel/güncel siyasete kapılmaması gerektiğini vurguladığını görüyoruz. Bu ifadeler boşuna edilmemişti. Türkiye’nin sorunlarından bahseden, güncel siyasetle herhangi bir şekilde ilişkilendirilebilecek tüm filmlerin (hatta tüm sanat eserlerinin) tehdit olarak görüldüğüne işaret ediyordu bu ifadeler. Muhalif kültürel üretim ‘yerel siyaset’ başlığı altında kriminalize ediliyor, ‘evrensel dil’ gibi ne idüğü belirsiz kavramlar da bu depolitizasyon sürecinin kılıfı olarak işlev görüyordu. Kısacası eğer ulusal yarışmalar ‘yerli ve mili’ olmuyorsa, yani siyasi iktidarın duyulmasını istemediği politik sesleri de kapsıyorlarsa, o zaman bu yarışmaları kaldırırız, bunun adını da ‘evrenselleştirme’ koyarız gibi bir mantık var burada. 2014’ten sonra belgesel yarışmanın kaldırılması bunun ilk adımıydı. Şimdi de Türkiye film festivali tarihinin en köklü ulusal yarışmasına son vermiş oldular’’ dedi.
Altın Portakal’ın öyle ya da böyle, Türkiye’nin tarihinin izlerini üzerinde taşıdığını ve bugün yapılanın da, bu tarihselliğin imhası anlamına geldiğini söyleyen Yücel, “Böyle bir dönemde, böylesine geniş bir hafızayı ardında taşıyan bir ulusal yarışmayı göğüsleyememek şu anlama da gelir: Siyasi iktidar, yeni bir sivil kültür yaratma iddiasından hepten vazgeçip, ‘evrensellik’ kisvesi altında var olanı yok etmeye yönelmiş gibi görünüyor’’şeklinde konuştu.
Mesafeyi korumak
Geçtiğimiz günlerde yeni filmi Gênco ile gündeme gelen Ali Kemal Çınar da Yücel’in dikkat çektiği noktaya benzer bir yerden konuya yaklaşarak, “Bunun ayak sesleri epey zamandır geliyordu zaten. Kendilerine uygun bir sinemacı kitlesi yaratmaktı amaç, yaratamayınca da var olanı da ortadan kaldırmak istiyorlar’’ dedi.
Düşük bütçeli başarılı filmleriyle bilinen Çınar, bu duruma tepki olarak da “Bize de düşen mesafeyi korumak, omurgayı dik tutmak, değil mi?” yorumunda bulundu.
Dizayn meselesi
İlk filmi Sonbahar ile Adana Film Festivali’nde ve daha sonra uluslararası birçok festivalde ödüller alarak adından söz ettiren, genç sinemanın önemli temsilcilerinden Özcan Alper kararın arkasında siyasetteki gibi, kültür sanat alanında yapılmaya çalışılan bir dizayn çalışması olduğunu düşünen sinemacılardan. Alper, “Yoksa ulusal yarışmasıyla ünlenmiş bir festivalin uluslararası boyutunu büyütmek adına ulusal yarışmasını kaldırmanın hiçbir mantıksal açıklaması yok diye düşünüyorum‘’ dedi.
“Bu kadar politik kaos şartlarında İstanbul Film Festivali’ne bile yabancı konukların çoğu gelmezken, böyle bir zamanda Antalya’ya da çok fazla uluslararası konuğun geleceğini düşünmüyorum’’ diyerek festival yönetiminin savunmasına katılmadığını belirten Alper, gerek film yapım biçimlerinde gerekse de festivallerde yaşanan tıkanıklığın aşılması için alternatif yollar üzerinde kafa yormak gerektiğini dile getirdi.
Antalya’nın kendi OHAL’i
Yeni Film dergisi yazarı Seray Genç ise festivalin kendini imha ettiğini düşünüyor: “Bir zamanlar yerli sinemanın adresi, bir geleneğin Altın Portakal’ın temsilcisi festival, son olarak kendini imha eder gibi ulusal uzun yarışmayı kaldırdı ve kaldırırken de yine ibretlik bir açıklama yaptı. Yapılan her açıklama ironik biçimde öncü, yenilikçi, sinemaseverleri, Antalya halkını bekleyen sürprizler olarak sunulurken yabancıların Antalya’ya gelmesi de Antalya’nın güneşine bağlanabiliyor.’’ Genç, olan bitene gözlerini yumanlar yüzünden bu aşamaya gelindiğini de belirterek, “2014 yılında sadece festival komitesi değil, kimi köşe yazarları, festivalle çıkar ilişkisi kurmuş pek çok sinemacı vb. yine sansürden yana olmuş ve sansüre sansür diyenlere ‘bozguncu’dan ‘portakal akıllı’ya saydırmaktan geri durmamışlardı. Aman festivale zeval gelmesin deyip sırtlarını dönenler, gözlerini kapayanlar, sansür sansür diyenlere saldıranlar, tek ayak üzerinde söylenen o 40 yalana inanmak isteyenler, hiçbir şey olmamış gibi ‘festival’ hayatlarına devam edenler, bugün kimin zarar verdiği konusunda daha da açıklığa kavuşan durumun bilincine varmışlar mıdır bilemiyorum. Ancak bir yıl sonra bundan cesaret alanlar böylelikle belgesel yarışmasını tümden kaldırarak belgesel sinemaya toplu bir sansür uygulamasını hayata geçirebildiler’’ dedi. Genç, pek değinilmeyen kısa film yarışmasının da belgeselle birlikte festivalden çıkarıldığını hatırlatarak kamusal kaynaklarla yapılan bir festivalin belgesellerin seyirciyle buluşmasını engellemesinin Antalya’nın kendi OHAL’ini yürürlüğe koyması olduğunu vurguladı.
Yapımcı ve yönetmen Serkan Acar da meseleyi bir tür OHAL etkisi olarak gördüğünü belirterek ulusal yarışmanın kaldırılmasını, ‘’Nasıl kayyum atıyorlar insanları işten atıyorlarsa, bu da festivale yapılan bir darbe’’ olarak niteledi.
“Önce belgeselcileri götürdüler, sonra…”
Kararın saçmalığını ve festivalin zaten bir süredir anlamını yitirdiğini düşündükleri için tartışma gereği duymayan isimlerden biri ise Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Başkanı, akademisyen Tül Akbal Süalp. Meselenin tuhaflığından yakınan Süalp, “Bir festivalin kendini korku ile imha edişine ve telaşla üstüne beton döküp sonra çirkin büyük saksılarla çevre düzenlemesi yapışına şahitlik ediyoruz ama bu şahitliğimiz diğer şahit olduğumuz korkunç garipliklerin sadece küçük bir parçası. Ama her şey normal bir dünyada gerçekleşiyor gibi yapacak olursak; ‘önce belgeselcileri götürdüler, sonra da ulusal filmcileri…’ diye başlayan cümleler de kurabiliriz. Ama hiç kurasım yok’’ dedi.
Öte yandan festivalin bu kararını destekleyen yönetmenler de yok değil. 2013 yılında ilk filmi Cennetten Kovulmak ile en iyi film ödülünü alan Ferit Karahan kararın, lokal işler yerine dünyaya açılmayı sağlayacak filmlerin üretimini sağlayacağını düşünüyor. Karahan fikrini şöyle savunuyor: “Jüriler uluslararası bir komiteden oluşacağı için ödüller hakkında genel olarak her festival sonrası oluşan şaibe ortadan kalkacak. Dünyadan sinema eleştirmenlerinin geldiği bir yer olacak. Bunun Kültür ve Turizm Bakanlığı desteklerine ve TRT gibi televizyon kuruluşlarına da yansıyacağını düşünüyorum.’’
İmzacı akademisyenlere destek veren Barış İçin Sinemacıların bakanlık desteğinden faydalandırılmaması ve son bir, iki yıldır hemen her festivalde yaşanan ‘belge’ ve sansür krizi birlikte ele alındığında, festivalin bu kararının ‘festivali büyütmekle’ ilgisini makul görmek hakikaten zor geliyor.
Sanatın alanının türlü yöntemlerle daraltılmaya çalışıldığı bu dönemde alınan kararın, zaten dağıtımın tekelleşmesi nedeniyle kendine festivaller dışında yer bulamayan genç sinemacılara bir darbe olacağını ön görmek de zor değil.
Sonuçta meseleyi Fırat Yücel’in şu tweeti özetliyor gibi: “2014’te ‘festivale zarar gelmesin’ diyerek sansüre ses çıkaranları ‘bozguncu’ ilan edenler gurur duysunlar! Altın Portakal sizlere ömür.”