Açık Radyo: 25 yıldır açık, bağımsız ve müşterek

Yayın hayatının 25’inci yılında Prince Claus Ödülü’ne layık görülen Açık Radyo alternatif medya, iklim haberciliği ve müşterek yayıncılık alanlarında yol göstermeye devam ediyor. Radyonun Kültür ve Sanat Yayınları Editörü İlksen Mavituna’yla medyanın bu 25 yılda geçirdiği dönüşümü ve Açık Radyo’nun gelecek planlarını konuştuk


ONUR DALAR

Yayın hayatında 25 yılı geride bırakan Açık Radyo, Hollanda Prince Claus Kültür ve Kalkınma Fonu tarafından verilen Prince Claus Ödülü’ne layık görüldü. Bu ödül 1997 yılından beri kültürel faaliyetleriyle toplumun gelişimine olumlu yönde etki eden kişi ya da kuruluşlara veriliyor. Açık Radyo’nun Kültür ve Sanat Yayınları Editörü İlksen Mavituna’ya bu ödülün Açık Radyo için anlamını sorduk. Aynı zamanda Açık Radyo’nun geçmişteki deneyimlerini, bu 25 senelik süreçte medyadaki değişimi ve Açık Radyo’nun önümüzdeki döneme nasıl ‘ayak uyduracağını’ konuştuk. Mavituna söyleşimizde ayrıca Açık Radyo’yu daha geniş kitlelere ulaştıracak bir uygulamayı yakın zamanda yayına alacaklarını da müjdeledi.

Öncelikle tebrik ederiz. Prince Claus Ödülü’ne layık görüldünüz. Bu ödül Açık Radyo için ne anlam ifade ediyor?

Prince Claus Fonu tarafından her sene ‘bulundukları çevreye kültürel faaliyetleriyle etkide bulunan kişi ve kuruluşlara’ verilen bir ödül bu. Dolayısıyla dinleyicimizle kurduğumuz bağ ödüllendirilmiş oldu. Bu manada ödül, Açık Radyo’nun 25 yıldır yayın hayatına nasıl devam ettiğinin bir tür izâhı gibi.

Üstelik bu ödülle birlikte dünyanın dört bir yanından sanatçı, tasarımcı, eğitimci ve mimarın arasına girmiş olduk. Esas faaliyet alanı yayıncılık olan bir kurumun bu mahiyette anılması, içinde bulunduğumuz dünyanın ihtiyaçlarına ilişkin de çok şey söylüyor. Küreselleşmiş savaşların ve krizlerin ortasında dünya toplumunun en çok ihtiyaç duyduğu kanallara böylesi teşvikleri çok manalı ve elzem buluyoruz.

Ayrıca, yayınımızın sınırları aşan bir niteliğinin olduğunu da biliyorduk ama ödül gerekçesini okuduktan sonra sınırların ötesinde bu denli iyi anlaşılmış olmak da bir medya kuruluşu olarak bize gurur veriyor. Müsaadenizle gerekçe metnini paylaşmak isteriz. Şöyle anlatılıyor Açık Radyo’nun bu ödülle ilişkisi:

  • Tartışmalı konulara, karşıt görüşlere ve dürüst eleştirel tahlillere yer veren, bilgi açısından zengin, eğlendirici ve esinlendirici programlar düzenlediği,
  • çoğulcu demokrasi, hukuk devleti, evrensel insan hakları ve temel özgürlüklere dayalı ilkeleri el üstünde tuttuğu,
  • alternatif, marjinalleştirilmiş ve azınlık seslerin duyulmasını mümkün kılan bir diyalog ve görüş alışverişi alanı sunarak kendi topluluğunu ve sivil toplumu temsil ettiği, onlara hizmet verdiği ve onları güçlendirdiği;
  • “yalan haber”lerin ve yanıltıcı medyanın yaygınlaştığı bir dönemde gazetecilik dürüstlüğünü ve ahlakını yılmaz bir şekilde savunduğu,
  • günümüzün dijital evreninde bile radyonun, toplumsal ve siyasi değişim için herkesin beğenisini kazanan etkili bir yayın organı olmaya devam ettiğini açıkça gösterdiği,
  • çoklu perspektiflere açık olmanın ve muhalif fikirlere saygı göstermenin, hakiki demokrasinin yegâne gerçek ve hayatî temelini oluşturduğunu vurguladığı; ve
  • karmaşık bir durumda sürdürülebilir ve bağımsız medya için bir model oluşturarak özgür ve açık bir sesin öncülüğünü yapmakta ve sürdürmekte dikkate değer bir sağlamlık göstermesi

Özellikle ikinci ‘madde’de sayılan ilkelerinin, yani çoğulcu demokrasi, hukukun üstünlüğü, evrensel insan hakları ve temel özgürlüklerin ‘el üstünde tutulması’ gerekçesi bizi mutlu etti ve gururlandırdı.

Prince Claus Vakfı’nın bundan 20 yıl önce, 2000 yılında ‘Kentin Kahramanları’ kategorisinde ödüle layık gördüğü bir başka radyo olduğunu da bu vesileyle öğrendik. Bu da bize gurur ve mutluluk veren bir başka durum oldu. Çünkü, ödülün verildiği Bush Radio, Güney Afrika’daki korkunç ırkçı rejime (apartheid) karşı mücadelenin son dönemlerinde öğrencilerin kurduğu bir topluluk radyosu; ülkenin ırkçı faşizan bir rejimden çoğulcu demokrasiye geçişinde önemli rol oynamış -ve hâlâ oynamakta- olan kuruluşlardan biri. Tıpkı bizim de gerçekleştirmeye  çalıştığımız gibi ‘sessizleştirilmişlerin sesi’ olma uğraşında bir yayın organı.

İlksen Mavituna

Bu konuda son bir önemli nokta da şu olabilir: Açık Radyo’nun, çok sayıda sözel ve müzikal programı ezici çoğunlukla Türkçe dilinde. Oysa, örneğin sözünü ettiğimiz Bush Radio, öncelikle İngilizce yayın yaparken, yerli dillerine de yer veren bir yayın organı. Dolayısıyla, ağırlıklı olarak Türkçenin 7/24 kullanıldığı bir yayın organının Avrupa’nın saygın ödüllerinden birine layık görülmesi, potansiyel bir dezavantajı da aşmış olduğumuzu göstermesi açısından ayrıca sevindirici.

Açık Radyo’nun başladığı dönem medya ortamı nasıldı? Özellikle bugün medyanın mevcut durumu ile kıyasladığımızda medya nasıl bir dönüşüm yaşadı?

Medyanın yaşadığı dönüşümün en can alıcı ve belirgin veçhesini son yayınlanan RSF’in 2020 raporlarında görebiliriz. Sizin sitenizdeki haberlerden alıntılıyorum: “Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler [RSF] örgütünün, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde bu yıl 180 ülke arasında 154’üncü sırada yer aldı. Raporda Türkiye’de internet üzerindeki sansürün arttığı da vurgulandı”. RSF geçen Ekim ayında sadece üç ayda Türkiye’de en az 347 internet haberinin sansürlendiğini açıkladı. Geri kalan her şeyi gölgede bırakması gereken, temel ilkeler ve anayasal haklara ilişkin yaşanan büyük kriz Türkiye’deki medya ekosisteminin pek çok açıdan darmadağın etti. Bunun Türkiye tarihinde bir emsali olduğunu düşünmüyoruz.

İçinde bulunduğumuz durumun tüm ağırlığına rağmen medya sektörü açısından 25 yıl geriye bakmayı denesek, bütün türbülanslarına rağmen çok büyük değişimlerin ve dönüşümlerin yaşandığını görmek çok zor değil. Ve bunların katalizörü de şüphesiz teknolojik yenilikler. Türkiye’de internetin kişisel kullanımıyla, özel radyoların tarihi neredeyse eş zamanlılık gösteriyor. İnternetin kısa tarihinde mesela blog kültürü gibi çok parlak anlar zikredilebilir. İçinde bulunduğumuz bağlam için en belirleyici moment ise Arap Baharı’nın ardından lügatimize katılan ‘vatandaş haberciliği’ momenti. Türkiye’de Gezi ve müteakip çevre mücadelelerinde o anda orada bulunan aktivistlerin olayların akışında dramatik değişimlere yol açtığı çok önemli vakalar var. Bu, medyaya ilişkin klasik beklentilerin ıskartaya çıktığı ve müşterekler mefhumuyla izahını bulan bir anlayışın doğduğu yeni bir paradigma idi. Şimdi dijital olanaklarla açılan bu alan da sermaye tarafından formatlanmaya çalışılıyor. En vahim resim, sosyal medya kanallarındaki besleme mekanizmalarının her şeyi aynılaştırıp, herkesi ‘yankı odalarına’ hapsetmesi.

Öte yandan, Türkiye’de özel radyo yayıncılığının başladığı günden bu yana süren dijitalleşme prosedürlerine ilişkin tartışmalar henüz sektör içinde belirsizliğini korurken, önümüzdeki günlerde sonuçlarını göreceğimiz 5617 Sayılı Kanuna yönelik değişiklikler medya ortamının yeniden şekillenmesine neden olacak. Bugünden bakıldığında, bir belirsizlik hâlinin söz konusu olduğunu söylemek için alim olmaya da gerek yok.

Dijitale evrimleşmenin başladığı bu dönemde Türkiye’de radyoculuğun geleceğini nasıl görüyorsunuz? Açık Radyo yeni döneme nasıl ayak uyduracak?

İstanbul sınırları içinde yayın yapan bir karasal radyo olarak Açık Radyo, 2000 yılından bu yana web alanlarında var olmayı sürdürüyor. 10 yılı aşkın süredir faal bulunan podcast kanallarımızla, uzunca bir zamandır bizi İstanbul ve Türkiye dışında hatırı sayılır bir kitlenin dinlediğini biliyor ve görüyoruz. Bu bağın güçlenerek devam etmesini istiyoruz. Önümüzdeki günlerde dinleyicilerimize Açık Radyo yayınına ulaşmalarını kolaylaştıracak yeni bir dijital uygulama sunacağız. Yeri gelmişken bu mutlu haberi de sunmuş olalım.

Başlangıçta hayalini kurarak yola çıktığımız ve yıllar içinde özgün örneklerini veren katılımcılık modelimiz ve vaat ettiği ‘açıklık’ aslına bakılırsa internet ekosisteminin davranış biçiminden asla uzak değil. Çok sesliliği, kendine özgü eğlence anlayışı, bir platform olma özelliği ve ilkelere dayanan yayınlarıyla Açık Radyo önemli bir moderasyon örneği teşkil ediyor. Bugün dijital dünyada yaşanan pek çok problem -bunların başında doğruluk sorunu, yalan haber gelmekte- moderasyona ilişkin temel bir formül, bir mutabakata varılamamış olmasından kaynaklanıyor. Şirketlerin medya üzerindeki egemenliği Türkiye’deki holding sistemlerinden izlenebileceği gibi, Apple-Spotify çekişmesinde de görülebiliyor. Topluluk temelli bilginin ve buna bağlı bir ekonominin bu sorunların çözümünde ne denli belirleyici olduğunu görmemiz içinse daha beklemek gerekecek.

Bu noktada son olarak, sıklıkla andığımız radyo tarihçisi akademisyen Matthew Lasar’ın ‘Uploading the First Broadcast Medium‘ alt başlığını taşıyan Radio 2.0 başlıklı çalışmasında tüm gelişmelere rağmen insanlara ilişkin umuda dair notunu hatırlamak ve hatırlatmak istiyorum: “kararları veren teknoloji değil insanlardır.”

Açık Radyo’da dinleyici desteklerinin payı nedir? İnsanların Açık Radyo’ya kendini bu kadar ait hissetmesini nasıl sağladınız, hangi faktörler etkili oldu?

Yukarıda da söylediğimiz gibi yayıncılıkta 25’inci yılımızı doldurmamızın tek izâhı dinleyicimizin varlığı ve tabii ki desteği. 2004 yılından bu yana kesintisiz devam eden Dinleyici Destek Projesi radyonun can suyu. Bunun bir uzantısı olan ‘Destek Özel’ yayınları da dinleyicimizle bir araya ve hatta yüz yüze geldiğimiz zamanlar olarak bizim için oldukça kıymetli. Maalesef geçen sene bu yayınları yapmak mümkün olmadı ve dinleyicimizden bu manada uzak kaldık. Fakat bu uzaklığın geçici olduğuna hiç şüphe yok. Hatırı sayılır miktarda dinleyici bu sene de radyoya desteğini sundu. Üstelik web yayınlarımızdan izleyebildiğimiz kadarıyla, dinleyici sayımız son bir yıl içinde neredeyse iki katına çıktı.

Manifestomuzun kapanış bölümünü anarsak, kitlemizle ilişkimizi belirleyen çok önemli bir vaadi de görmüş oluruz. 1995 yılında şöyle demiştik: “Hiçbir çözüm üretmeyeceğimize söz veriyoruz. (Olsa olsa, dünyadaki ‘meraksızlık’ sendromuna, geçici bazı çareler getirmeye çalışabiliriz.) Size bir şey vermek istemiyoruz; mümkün olduğu oranda sizden bir şeyler almak istiyoruz. Çünkü bu, bizim ‘ortak’ projemizdir”. İşte yıllar içinde bu ortaklık, hem fikirsel hem de maddi olarak kesintisiz devam etti. Belki en başından bu yana aynı şeyi söylüyor, söyleyebiliyor olmak bu bağı ve ortaklığın devamını sağlayan ve eşine pek rastlanmayan bir ‘açıklığın’ da örneği.

İllüstrasyon: Zeycan Alkış

Türkiye’de iklim krizini yayıncılık alanında ilk dile getirenlerden biri Açık Radyo. Geride bıraktığınız 25 senede nasıl bir farkındalık yarattığınızı düşünüyorsunuz?

Açık Radyo, hayatın kaynağı olan doğaya karşı girişilen büyük tecavüze, yani küresel iklim değişikliği tehlikesine karşı uyarı çanlarını ilk günden çalmaya çalıştı. Canlılar âleminin karşı karşıya bulunduğu en büyük tehlikenin, bir avuç petrol, kömür ve enerji şirketinin doymak bilmez kâr ihtirasından kaynaklanan küresel ısınma olduğu bilgisini yayına geçtiği günden itibaren, bıkmak bilmeden dinleyiciyle paylaştı. İnsanları insan mahreçli iklim değişikliğine ve bunun arkasındaki çıkar ve güç odaklarına, bilim ve medya dünyasında bunların hizmetinde çalışanlara karşı harekete geçmeye çağırdı; hareket yükselerek devam ediyor. Yayınlarımız da ısrarla sürüyor ve sürecek.

İklim değişikliğini yavaşlatma mücadelesi bağlamı içinde, Açık Radyo, 3 Aralık 2005’te küresel ısınmayı protesto etmek, Kyoto Protokolü’nün imzalanıp onaylanması ve Kyoto ötesi önlemlerinin alınması için, dünyanın birçok ülkesiyle birlikte İstanbul’da düzenlenen yürüyüş ve mitingin örgütlenmesinde ön planda görev aldı. Dünyada bu konuda yapılmış ilk miting olan uluslararası iklim gösterisinin İstanbul ‘ayağı’, birkaç bin kişinin katılımı ile Londra’nın ardından en yüksek katılıma sahne oldu.

O günden bugüne Türkiye’de meydanlarda, dünyanın dört bir yanındaki forum ve konferans alanlarında çevre aktivistlerinin adalet mücadelesini kayıt altına alıp, kitlelere duyurmak için büyük bir çaba sarf ettik. Bu, hayli önemli. Zira, küresel iklim krizinde en büyük sorumluluk dev fosil yakıt şirketlerinde ise, cinayette neredeyse aynı derecede sorumluluk payı olan ‘ikinci rolü’ de fosilcilerle iklim inkârcılarının en büyük yardakçısı medya organlarına atfetmek gerekir (katil uşak).

2019 yılında, The Nation ve Columbia Journalism Review adlı yayın organlarının ortak sponsorluğunda gerçekleştirilen İklim Krizini Ele Almak, Hemen (Covering Climate Now) projesinin bir parçası olduk. The Guardian dahil 200’ün üzerinde basın kuruluşunun katıldığı proje, medya gazetecilerini ve haber kanallarını bir araya getirerek, medyanın bir bütün olarak iklim krizini ve getirilen çözümleri kamuoyuna duyurmak için daha etkili yollar bulmasını amaçlıyor. Mücadele hep birlikte sürecek.