Abdullah Keskin: “Korku iklimi hiç bu kadar yaygınlaşmamıştı”

Son olarak geçen ay kitapları yasaklanan Avesta Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmeni Abdullah Keskin’le yasaklanan yayınlarını, aleni ve görünmez sansür uygulamalarıyla mücadelelerini ve yayınevinin tarihini konuştuk


Fotoğraf: Murat Bayram

SONAY BAN

Kürtçe yayıncılığın öncülerinden Avesta Yayınları, kurulduğu 1995 yılından bugüne pek çok yasaklamayla, engellemeyle ve zorlukla mücadele etti –daha doğrusu etmek zorunda bırakıldı. Yayınevinin yaşadığı son yasak vakası dört yıllık bir sürece yayılıyor: Yayınevinin Twitter hesabından paylaştığı iletide; Sheri Laizer’in 2007 tarihli Şehitler Hainler ve Yurtseverler: Körfez Savaşından Günümüze Kürdistan adlı kitabını basan yayınevi, kitabın 9 Kasım 2017’de Mersin 3. Sulh Hakimliği tarafından yasaklandığını fakat kendilerine 2 Mart 2021 tarihinde, yaklaşık 3,5 sene sonra, tebliğ edildiğini belirtildi. Son üç yılda yayınevinin 15 kitabının yasaklandığı da yapılan açıklamaya eklendi.

Hal böyleyken, Susma Platformu olarak yayınevinin Genel Yayın Yönetmeni Abdullah Keskin’le yasaklanan yayınlarını, aleni ve görünmez sansür uygulamalarına karşı süren mücadelelerini ve yayınevlerinin yolculuğunu konuşarak yakın tarihimize belli notlar düştük.

Fotoğraf: Avesta Yayınları

2017’de (öncesinde takipsizlik kararı verilen bir kitabınız için) yasak kararı çıktığını ve kararın size yaklaşık 3,5 sene sonra -Mart 2021’de- tebliğ edildiğini yaptığınız açıklamalarda belirttiniz. Bu tür uygulamalarla çok sık karşılaşıyor musunuz? Bu kararların günümüzde “keyfiyete ya da belirsizliğe” dayandırılmasının sizin tarafınıza yansımaları nasıl oluyor?

Geçmişte şöyleydi: Yayınevlerinin çoğunun merkezi (bizim de öyle) İstanbul’da –kitaplar da burada basılıyor. 2007’ye kadar yayının basıldığı yerdeki mahkemeler yetkiliydi. Şu anki davaların kitap soruşturmalarıyla ilgisi yok. Başka bir meseleden; yapılan ev baskınlarında tesadüfen rastlanan kitaplara, kapaklarında “Kürt,” “Kürdistan” kelimeleri geçen kitaplara el konuyor ve genelde hepsi yasaklanıyor. Kitapları suç aleti gibi alıp okumadan sergiliyorlar. Gelen tebligatlarda okunduğuna dair veri yok. Polis savcılıktan bunların yasaklanmasını istiyor, savcılık mahkemeye başvurup (tanıtımı, dağıtımı, teşhiri, her şeyi) yasaklıyor. Mahkeme olabilecek en kötü sonuca en başta karar veriyor ve bu bize tebliğ bile edilmiyor.

Toplatmalardan nasıl haberdar olduk? 2018 yılında Van’da bir kitapçı bir kitabımızın yasak olmadığına dair yazılı bir bildirimde bulunmamızı istedi. Nedenini sorduk, “polis bizden [bu bilgiyi] istiyor” dedi. Ama bir yasaklama kararı varsa polisin kayıtlarında olur ki. “Sözü edilen kitap hakkında bir soruşturma, toplatma kararı dahi yok” dedik. Kitapçı ısrar edip başka bir yayınevinden örnek gösterdi; zamanında antetli kâğıda kitapların isimlerini yazıp haklarında bir yasaklama kararı olmadığını belirtmişler. Tuhaftı ama kitapçıyı mağdur etmemek için benzer bir şey yaptık. 2-3 ay sonra polis bir karar tebliğ etti ve dokuz kitabımızın yasaklandığını bildirdi. İdil’de bir master öğrencisinin evindeki aramada kitaplar evde görülüyor, el koyup kitapları yasaklıyorlar. İçlerinde Yezidi kutsal metinleri var, hiçbir şekilde siyasetle ilgili olmayan; Çaldıran Savaşı’nı anlatan bir araştırma var; diğerleri doktora tezleri; Enfal hareketiyle ilgili Irak’ta soykırımla ilgili raporlar var. Hepsi Terörle Mücadele Yasası kapsamında yasaklanmış. İtiraz ettik, yetkisizlik kararı verildi ve bir üst mahkemeye gönderildi. O mahkeme de Şırnak’ta ve durumdan haberi yok. Diğer yasaklamaların da birisi Ayvalık’ta [oluyor], üç tanesi sınırdan bir kişi Erbil’e giderken kitapla yakalanıyor ve gözaltına alınıyor; kitapları yasaklıyorlar. Diğeri de Mart 2021’in başında; 2007’de hakkında soruşturma açılan ama takipsizlik kararı alınan kitap 2017’de yasaklanmış. Basın bürosundan telefonla arayıp kitabı söylediler ve yasak olduğu halde (bizim dışımızdaki bazı) sitelerde görüldüğünü ve çıkartmamızı istediler. Şunu dedim: Kitap yasak değil; olsa bile hiçbir siteye “kitabı çıkarın” demeyiz. O zaman polis kitabın 2017’de Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yasaklandığını söyledi. Tebligat gelmediğini söyledim ve belgeyi istedim, o zaman 2017’deki kararı tebliğ ettiler. Şu an hiçbir yargılama yok. Bu kitabın hangi bölümünden neden yasaklandığını bilmiyoruz.

Yazılı bir belgeniz yok yani?

Hiçbir bilgi yok, sadece tahminlerimiz var. Meleklerin Küllerinden kitabı tamamen mitolojiyle ilgili -siyasetle, günümüzle ilgili değil ama başında bir ithaf var, ondan dolayı yasaklandığını tahmin ediyoruz. Eskiden sayfalardan alıntı yapılırdı, “şu paragrafta şu kanuna göre suç var” denilirdi, şimdi öyle bir şey yok. [Meleklerin Küllerinden] hakkında avukata “yargılama ne zaman nerede olacak” diye sordum, “yargılama yok, bitti tamam bu kadar” dedi. Eskiden beri yasak deneyimi olan arkadaşlarla bir araya geldiğimizde bu durumu birbirimize anlatamıyoruz. Biz öyle şeyler yapmıyoruz ama geçmişte belli sayfalardaki belli ifadelerden dolayı yasaklanmış bir kitaptan o yerlerin çıkartıldığını da gördük. Şu dönemde bir yayıncı “ayağımı biraz geri çekeyim” diye düşünebilir ama mevcut durumda hiçbir faydası yok. Çünkü 20 yıl önce ya da 14 yıl önce [2007 yasağına istinaden] yayımladığınız kitap yasaklanıyor. Son 2-3 yılda yayımlayıp “şu kitap kesin yasaklanır” dediğimiz kitaplar hakkında da herhangi bir soruşturma açılmadı. İyi ki de açılmıyor ama böyle bir tuhaflık da var. Düşünce ve ifade özgürlüğü olmazsa yayınevleri niye olsun ki? En ufak bir taviz verilmemeli, taviz verilecek bir şey değil bu çünkü.

“Terörle Mücadele Kanunu” çerçevesinde yasaklanan ve toplatılan kitaplarınız olduğundan bahsediyorsunuz, vakaları yapılan haberlerden de biliyoruz. Size göre devletin siyasi içerik tanımı nedir ve hangi öğeleri kapsamaktadır? Devletin terörle mücadeleyi basım-yayın ya da sanatsal içerikler ve üretimler üzerinden yapmasını ve sansürle olan sıkı ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?

Tuhaf olan, Kürtlerle ilgili en basit tartışmaların, edebi metinden kutsal metinlere kadar aynı kapsamda yasaklanması. Polis de mahkemeler de ideolojik ve siyasi önyargılarla hareket ediyor. İsme bakıyor [Avesta], “Kürtçe zaten, Kürtlerle ilgili” ve otomatik olarak terör kapsamına alıyor. Geçmişte 301. maddeden yasaklamalar oluyordu. Herkes bir şekilde bununla mücadele etti ve yasak kaldırıldı. Şu an hukuki olarak neye karşı mücadele edeceğimizi bilmiyoruz çünkü süreç keyfi şekilde yürüyor. Geçmişe methiyede bulunmam ama en kötü faili meçhuller döneminde bile bazı şeyleri öngörebiliyorduk. Şu an 25 yıl önce yasaklanmış bir kitap bile küçücük bir ilçede yapılan bir [aramada] bulunabiliyor, el konulup oradaki Asliye Hukuk Mahkemesi’ne sevk edilip yasaklanabiliyor. Yargılama da olmayınca ne yapacağımızı bilmiyoruz. Artık gelinen aşamada avukatımız AYM’ye başvuracak, ondan sonra da AİHM süreçleri başlayacak. Yasaklama süreçleriyle uğraşan yayıncıların ve hukukçuların kafası çok karışık çünkü mesele karmaşık. Tecrübemiz olmasına rağmen yasaklamaların çoğunu anlamakta güçlük çekiyoruz. Okuyucular da anlamıyor. Avukatımız her gün bir şey soruyor, ihtimalleri konuşuyoruz. Bu hengâmede yayıncılığa devam etmeye çalışıyoruz.

“OTOSANSÜR YAPSAK BURAYI KAPATMAMIZ LAZIM”

Belirsizliğin olması insanları otosansüre yönlendiriyor gibi, değil mi?

Çok ciddi bir otosansür var. Otosansür yapsak burayı kapatmamız lazım; en kötü dönemde bile yapmadık, yapmayacağız da. Ama iki yansıması bizi çok hırpalıyor: İlki, polise tebligatta bulunmalarını söylediğimizde şikâyet olduğunu söylediler. Yani meraklı muhbir bir vatandaş –kitabın yazarı, okuyucusu, yayıncısı bilmiyor ama o yasaklı olduğunu biliyor– bir sitede kitabı görüyor, Basın Bürosu’na şikâyet ediyor ve yasak ortaya çıkıyor. O zaman da belli başlı online satış siteleri, ellerinde varsa kitapları iade etmeye başlıyor, siteden çıkarıyor (kimisi abartıp diğer kitapları da çıkarabiliyor). Dağıtımda zaten ciddi sorunumuz var. Diğeri de; –okur açısından– korku iklimi hiç bu kadar yaygınlaşmamıştı. 80 darbesine ilişkin hayal meyal hatırladığım; kitapların saklanması, gömülmesi, yakılması, öyle aşırı uygulamalar olmamakla beraber, son birkaç senede benzer şeyler olmaya başladı gibi geliyor bana. Okurlar kitap bulundurmaktan korkar hale geldi. Şu soruyla sosyal medyadan ya da fuarlarda son 3-4 yılda çok fazla karşılaşmaya başladık: “Bu kitapları okumayı çok istiyoruz ama yarın bir gün üstümüzde kitapla yakalanırsak ne olur?” Vicdani sorumluluğumuz var ve açıkçası “hiçbir şey olmaz” diyemiyoruz. Normalde bunu diyebilmeliyiz, bir şey olmamalı.

Fotoğraf: Avesta Yayınları

Tam bunu soracaktım: Yaklaşık üç sene evvel platformumuza verdiğiniz bir demeçte yayın yasaklamalarıyla gündeme gelmek istemediğinizi fakat düşünce özgürlüğünü tehdit eden olaylara maruz kaldığınız için yaşadıklarınızı dile getirdiğinizi belirtmiştiniz. Geçen sürede çekinceleriniz azaldı mı yoksa arttı mı? Bir de korku ikliminin yaygınlaşmasına istinaden 80’lerle bir kıyaslama yaptınız. Bu durum, darbe girişimi sonrası tüm ülkede başlayan OHAL süreci ile mi başladı, daha öncesi de var mıydı?

Tamamen öyle. Bizim için 2015 bir milattır. O tarihten sonra on binlerce insanın sosyal medya paylaşımından işten atıldığını, ceza aldığını, cezaevine girdiğini biliyoruz. Bu herkeste ciddi bir tereddüt yaratıyor. 95’te kurulduk, o zaman Kürtlerle ilgili sadece üç kitap yayımlanmıştı; üçü de Türkçe idi ve hepsi yasaklanmıştı. Şu an her ay 10 civarında kitap yayımlıyoruz, dolayısıyla “o zaman iyiydi şimdi kötü” karşılaştırması yapmak istemem. Her dönemin kendine özgü kötü tarafları var. Şu an ciddi bir belirsizlik iklimi var ve çok rahatsız edici. Geçmişteki yasaklamaların kendi içinde bir etkisi vardı. Şimdi bir kitabı yasaklıyorsunuz ama, örneğin kitaplarımızın pdf’sini birisi sosyal medyada paylaşıyor. Kitap yasaklayarak birtakım düşünceleri bastırmak mümkün değil, teknolojinin bu kadar geliştiği bir dönemde üstelik. 2015’ten sonraki yasaklama kararları bizi biraz yanılttı; devletin her durumda her şeyi yasaklayabileceğini gördük. 90’larda yılda 100 kitap yasaklanıyordu farz edelim; ama şu anda beş kitabın yasaklanması ondan çok daha vahim bir durumdur. Ya da 1930’larda kitaplar yakılıyordu ama 80-90 yıl sonra aynı şeyi yapıyorsanız bu aynı kategoriye girmez –çok daha ürkütücüdür.

“KONUŞTUKLARIMIZ SİYASİ MESELELERİN KÖTÜ YANSIMALARI VE ASIL İŞİMİZİ YAPMAKTAN ALIKONUYORUZ”

2020 yılında, yayınevinizden bazı kitapların “hassasiyet” gerekçesiyle İstanbul Kitapçısı’nda yer almadığına dair bilgiler, platformumuzun en son yıllık raporunda yerini aldı. 

Bir düzeltme yapayım, bazı kitaplar değil, bir bütün olarak yayınevine hiç yer verilmedi. İstanbul merkezli bir yayınevi olmamıza rağmen, İstanbul’a ilişkin –sadece İstanbul Kürtlerine ilişkin değil, ki o isimde kitabımız var. İstanbul’a ilişkin küçük bir literatür oluşturmamıza rağmen, yayınevinin ismine dahi İstanbul Kitapçısı’nda yer verilmedi. Sadece 3-5 kitap değil yani; mesela [Selahattin] Demirtaş’ın kitabında da oldu böyle şeyler. Öyle değildi bizimki, Avesta ismi dahi yoktu, ki 5000 küsur yayınevi vardı, herhalde bu kadar yayınevi içinde oluruz diye düşünmüştük ama takdir etmemişler. Yasaklamaların, siyasi bakış açısının bize yansımaları her alanda [oldu]. İBB ve başkanının üzerindeki hükümet tazyiğini herkes görüyor. Tedarikçi kurumla biz de çalışıyoruz. Konuştuk, “unutmuşlar herhalde düzeltsinler” dedik, belki on defa rica ettik. Sonunda “bazı hassasiyetler var” dediler. Kürt inisiyatifleri vardı, onlara “belediyeyle görüşüyorsunuz, bu ayıp bir durum” dedik. Ya İBB kitap pazarlama işine girmesin; giriyorsa da ve 5000 yayınevine yer veriyorsa, Kürt yayınevlerine niye ayrımcılık yapıyor? Onlar da defalarca dillendirmelerine ve “halledeceğiz” denmesine rağmen olmadı. 25. yıl vesilesiyle bir yerle söyleşi yaptığımızda; sohbet bir şekilde oraya geldi. Gazetecinin ilgisini çekti, “ayrı haber yapacağım” dedi. Bir şekilde haber olunca ve İBB’ye ciddi tepkiler gidince, kitapları girmek durumunda kaldılar. Bu onların utancı, bizim değil. Tepkiler dışında hiçbir yaptığınızı ciddiye almıyorlar. Bizim derdimiz üzüm yemek, bağcıyı dövmek gibi bir derdimiz yok, ki gücümüz de yok zaten. Hiçbir şekilde normal yollardan bu tür [uzlaşmalara] yanaşmıyorlar. İBB bunu yapıyor yani, gerisini siz düşünün. Şu anda da bazen kapatıyorlar.

Fotoğraf: Avesta Yayınları

Bu ve benzeri uygulamalar üzerinden resmî ve gayriresmî sansür gerekçelerine ve pratiklerine dair görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?

Türkiye’deki yayıncılık sektörünün, dünyada olduğu gibi, en iyileri tartışmaya, düşünmeye, farklılığa, aykırı şeylere açık bir yer olarak düşünülmesi gerekir ama maalesef, görüntüde de ciddi sorunlar olmakla birlikte, görüntünün çok gerisinde. 2003 tarihinin bizim açımızdan miladi bir özelliği var. O zamana kadar Kürtlerle ilgili kitaplar genelde belli bir sempatiyle karşılanırdı. Özellikle Amerika’nın Irak’a gelişinden sonra basında, sanki bütün Doğu’nun kapılarını Batılılara Kürtler açtı ve yegâne işbirlikçileri oldular gibi bir Kürt imajı yaratıldı. Sonraları, çatışmasız dönemlerde görece belli bir rahatlık vardı ama Mem û Zîn gibi bir kitabı bile ya da kapağında Kürt yazan bir kitabı bir çatışmadan sonra iade edebiliyorlardı. Türkiye’deki “sivil toplumun” pratiği maalesef bu konuda devletin çok gerisinde. Şu an onlar da ne olduğunu bilmiyor ama geçmişte, gözlemlerimize dayanarak rahatlıkla şunu söyleyebiliyorduk; bir basın polisini mi trafik polisini mi [tercih edersin]? Basın polisi derim çünkü bu meseleyi biraz biliyor ve tartışabilirsin. Trafik polisine “burada PKK’lılar var, bayrak asıyorlar” dense, gelip kafana silah bile dayayabilir. Birisi parkta Kürtçe şarkı söyledi diye saldırıya uğruyor. Neden bir şey olduğunda Kürtçe –bir dil, bir kimlik– saldırıya uğruyor? Konuştuklarımız siyasi meselelerin kötü yansımaları ve asıl işimizi yapmaktan alıkonuyoruz.

“2021 YILINDA HÂLÂ KİTAP YASAKLARINDAN BAHSEDİYORUZ”

Bu zamana kadar yaşadığınız sansür vakaları arasında en abes ve garip olanı neydi?

2000 yılında, Diyarbakır’daki bir imza gününde Mehmed Uzun kitapları ilgi görüp kuyruk oluşunca polis gelip etkinlik için izin olup olmadığını sordu, “iç etkinlik bu, imza gününü bildirme mecburiyeti yok, OHAL şartlarında bile” dendi onlara. Polis kitaplara el koymak istedi, “kitapların hiçbirisi yasak değil” dedik, birer örnek alıp sonrasında hepsini yasaklattılar. Oradaki mahkemeler bu kararı almadı, yayınevlerinin merkezi İstanbul’da olduğu için buraya gönderdiler. Mahkeme soruşturma açtı. Duruşmadan evvel avukatımız itiraz etti –iki Kürtçe kitabımız vardı örnek alınanlar içinde– itiraz üzerine takipsizlik kararı verildi Kürtçe kitaplarımız hakkında ama Türkçe kitaplara ilişkin soruşturma devam etti. Yargılama da oldu, ceza aldı mı beraat mi oldu hatırlamıyorum.

Son senelerde yasaklanan kitaplarımızın hiçbirisi Kürtçe değil, Türkçe. Bir olay devletin defterine geçtiğinde 1000 yıl geçse de silemiyorsunuz. Takipsizlik kararı olan kitabı [2000 yılında], örneğin, birkaç sene sonra yurtdışına gönderdik başka kitapların yanında. O yıllarda emniyete, gönderilecek kitaplardan bir liste götürüp onaylatmak gerekiyordu. Götürdük, “bu kitap yasak” dediler. “Yasak değil, hakkında soruşturma açıldı” dedik, belgeleri verdik ama “tüm kitapları getireceksiniz” dediler. Kitapları verdik. Orada Kürt bir polisin verdiği bilgi üzerine olmuş; kitaba bakmışlar Bîra Qederê diyor “Kader Kuyusu,” onu Bira kû dere diye anlamış, “Kardeşim Nerede” diye çevirmiş. Bunun üzerine 100-200 kitabımıza el konuldu. Okuma yazması olmayan polise çeviri yaptırmaya çalışmışlar.

Söyleşiden anladığım ve olumlu gördüğüm şey; kamu tepkisinin çoğu zaman siz ve sizin gibi yayınevlerinin yanında olduğu ve bunun size destek verdiği ve işinizi yapmanıza devam etmeyi sağladığı. Bu da çok önemli.

Evet çok önemli ama bu tür şeylerle insanları yormak istemiyoruz. Türkiye Yayıncılar Birliği (TYB), sağ olsun, davalarla ilgileniyor. Yayınevi olarak bu tür haberlerle gündeme gelmek istemiyoruz. Şu an bir sürü dilden çeviride ciddi bir çalışma içerisindeyiz. Daha çok bu tür çalışmalarımızla kitaplarımızın gündeme gelmesini istiyoruz; sürekli yasaklamalarla değil. Biz bir yayıneviyiz! Elbette okurlarımıza çok müteşekkiriz, yanımızda olmaları çok güzel ama diğer taraftan da bu hepimiz için utanç verici bir durum. 2021 yılında hâlâ kitap yasaklarından bahsediyoruz.

Evet ve ben sizinle bu nedenle bu söyleşiyi yapıyorum, öyle değil mi? 

Evet yani, başka normal şeyler konuşabilirdik. Yasaklamalardan, toplatmalardan vs. yayınevi olarak bıktık ama bu, bunlara boyun eğeceğimiz anlamına asla gelmez ama bu şekilde gündeme gelmekten hiçbir şekilde memnun değiliz.

 

Avesta Yayınları’nı, Kurucularından Abdullah Keskin Anlatıyor

26. yılımızdayız. Ağırlığı Kürtçe ve Türkçe olmak üzere, Kürdolojiden edebiyata, modern Orta Doğu dillerinden diğer azınlık kültürlerine kadar 800 civarında kitap yayımladık. Kurulduktan kısa süre sonra, o zaman Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) vardı, art arda kitap yasakları başladı. Bugüne göre daha şanslıydık (maalesef Türkiye’de kötünün daha kötüsü mümkün); en azından bir yargılama vardı. Çoğunlukla DGM’ler –yayınevlerinin de merkezi İstanbul’da olduğu için–toplatma kararı çıkarırdı, biz de itiraz ederdik. Kabul edilmezse yargılanırdık; süreç bir iki yıl sürerdi. O zaman şu avantaj vardı: Ahmet Altan, Yaşar Kemal, Işık Yurtçu gibi isimlerin ses getiren davalarındaki kamuoyu baskısıyla yapılan yasal düzenlemeler bizi de kapsardı. Üç ya da beş yıl sınırı konulurdu, “aynı suç tekrar işlenmediği takdirde affedilir” [hükmü olurdu] ama biz bir yıl sonra aynı suçu yine işleyip yargılanırdık. 2007’ye kadar böyle geldi ve 20 civarında kitabımız yasaklandı. 1999-2016 arasında Diyarbakır’da kitabevi açtık –kendi yayınlarımızın yanında başka yayınları da satıyorduk. Yasak yayın satmaktan kitabevimiz hakkında sayısını bilmediğim dava açıldı. Bir kısmından ceza aldık, bir kısmı erteleme yasası kapsamına girdi, bir kısmından da beraat ettik. En son 2007’de bir kitabımız [Şehitler Hainler ve Yurtseverler: Körfez Savaşından Günümüze Kürdistan] hakkında soruşturma açıldı ama takipsizlikle sonuçlandı ve 2007’den 2018’e kadar hakkımızda herhangi bir dava açılmadı. 2018’den sonra art arda, garip ve artacak şekilde toplam 15 kitabımız yasaklandı.