“Yasaklara karşı alternatif direniş yöntemleri oluşturuyoruz”

“OHAL sonrası LGBTİ+ hareketi ne durumda?” röportaj dizisi kapsamında KuirFest Koordinatörü Esma Akyel ve Pembe Hayat LGBTİ+ Derneği Genel Koordinatörü Çayan Azadi’yle çalışmalarını konuştuk


KÜLTİGİN KAĞAN AKBULUT

Türkiye’nin ilk trans hakları derneği olarak 2006 yılında kurulan Pembe Hayat LGBTİ+ Derneği bünyesinde gerçekleşen KuirFest film festivali sebebiyle OHAL sonrası yasaklardan en çok etkilenen kurumlardan biri oldu. Derneğin birçok film gösterimi yasaklandı ya da hedef gösterildi. Onur Haftası boyunca yer verdiğimiz “OHAL sonrası LGBTİ+ hareketi ne durumda?” başlıklı dizi kapsamında bugün Pembe Hayat LGBTİ+ derneğini ve dernek kapsamında çalışmalarını sürdüren KuirFest’i ağırladık.

Ancak dernek üyeleri bu süreci farklı dayanışma metotlarıyla aşmaya çalıştı. KuirFest hem Türkiye’deki birçok şehre taşındı, hem de uluslararası bağlar kurdu. Dernek de internet ve sosyal medya kanallarını güçlendirdi. Ankara içindeki birçok sivil toplum kurumu bu süreçte dayanışma gösterdi. “Aslında, LGBTİ+ hareketinin pratiğinde, hep yasak, sansür ve otosansürle mücadele etmek söz konusu diye düşünüyoruz,” diyor KuirFest Koordinatörü Esma Akyel ve devamında hareketin, günümüze dek, farklı mecralar, taktikler ve alternatifler bularak yoluna devam ettiğini belirtiyor. Pembe Hayat LGBTİ+ Derneği Genel Koordinatörü Çayan Azadi de “bu süreçte Ankara’da dirsek temasında olduğumuz kurumlarla daha fazla dayanışma şansımız oldu,” diyor ve pek çok kurumun bu süreci birlikte üstlenip alternatif direniş yöntemleri oluşturduğunu vurguluyor.

Esma Akyel ve Çayan Azadi’yle Pembe Hayat Derneği’nin ve KuirFest’in çalışmalarını konuştuk.

OHAL sonrası süreci Türkiye’deki sansür ve ifade özgürlüğünün durumu açısından nasıl değerlendirirsiniz? Dernek olarak OHAL sonrasındaki çalışmalarınızda direkt ya da dolaylı olarak sansüre maruz kaldınız mı? Örnek verebilir misiniz?

Çayan Azadi: Derneğimizin merkezi Ankara’da bulunuyor. OHAL’in ilanından bir yıl sonra Ankara’da LGBTİ+ etkinlikleri Valilik tarafından süresiz olarak yasaklandı. Bu bağlamda OHAL ve Ankara’daki etkinlik yasağını birlikte değerlendirdiğimizde, derneğimizin faaliyetlerinin devlet eliyle dolaylı yoldan durdurulma çabasını çok net görebiliyoruz. Haklarımızın özüne dokunan ve ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı, hak arama özgürlüğü gibi pek çok anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan haklarımızdan maruz bırakılıyoruz. OHAL’i bu anlamda hak ve özgürlüklerimize doğrudan bir sansür olarak okuyabiliriz. Bunun dışında, dernek faaliyetlerimizde Ankara sınırları içerisinde zorunlu olarak azalmaya gitmemizden, yasaktan sonra ise faaliyetlerimizi iptal etmek zorunda kalmamızdan bahsedebiliriz. Ankara’da 17 Kasım 2017’de düzenlemek istediğimiz Alman LGBTİ+ Film Günleri, hukuka aykırı bir şekilde gösterim mekanına giden bir tebligatla yasaklandı. Ardındansa 18 Kasım 2017 tarihinde, 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü etkinliklerimizin ikinci gününde getirilen süresiz yasakla 20 Kasım ve KuirFest gibi etkinliklerimizi Ankara’dan çıkarmak zorunda kaldık. 3 Mart Dünya Seks İşçileri Günü etkinliklerimizi ise sosyal medyaya taşıyarak “Alternatifleri Örüyoruz” diyerek canlı yayın etkinlikleri halinde gerçekleştirdik.

Bütün bu yasak silsilesini ve alınan zorunlu önlemleri birlikte değerlendirdiğimizde, alanda çalışan bir sivil toplum kuruluşunun devlet eliyle alandan uzaklaştırılma çabasını görebiliyoruz. Ancak bu süreçte Ankara’da dirsek temasında olduğumuz kurumlarla daha fazla dayanışma şansımız oldu. Pek çok kurum, bu süreci bizlerle birlikte üstlenip alternatif direniş yöntemleri oluşturdu.

Adsız Tasarım Kopyası Kopyası Kopyası Kopyası Kopyası Kopyası Kopyası (1)

Sansür kadar önemli bir gündem de otosansürün olağanlaşması. Dernek olarak siz çalışmalarınıza otosansür uyguluyor musunuz? Otosansürün olağanlaşmaması için ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Esma Akyel: Öncelikle, bu röportajın sorularına, kurum stratejisini ortaya koyup bir risk oluşturmamak adına zorunlu olarak dolaylı cevaplar veriyor olmayı bir otosansür olarak görebiliriz. Bunun dışında, Pembe Hayat Derneği 2011 yılından bu yana Türkiye’de LGBTİ+ film üretimini teşvik etmek, sanatla direniş yöntemi oluşturmak adına kuir film festivali düzenlemekte. Her yılın Ocak ayında gerçekleşen festivalin hazırlık sürecinde ve maruz kaldığı bürokrasisinde otosansürü fazlasıyla pratikleyebiliyoruz. Festival kapsamında düzenlenen etkinliklerden birkaçını güvenlik önlemi nedeniyle duyurmamayı, kapalı gerçekleştirmeyi ya da canlı yayınlamamayı tercih edebiliyoruz. Ya da dernek etkinliklerinde güvenlik önlemi açısından bir dizi strateji belirlememiz gerekebiliyor. OHAL ve yasak ile birlikte her faaliyetimiz üzerine ekstra kafa yorduğumuz, stratejiler ve B, C planları belirlediğimiz bir hale dönüştü. Bu kafa yormanın kendisi bazen doğrudan zorunlu otosansür gerektirebilmekte.

Sizce LGBTİ+ hareketi, dernekleri ve diğer oluşumlar internet sansürüne ne ölçüde maruz kalıyor? Son bir yıl içinde nefret söylemi, karalama, hedef gösterme, erişim engeli gibi sansür yollarından hangisine maruz kaldınız?

ÇA: Ana akım medya zaten LGBTİ+lara yönelik nefret söylemi ve kötü temsiller üretiyor.  İnternet de bundan farklı değil, yalnızca yöntemleri değişiyor. Trans cinayetleri, ya hiç gündeme gelmiyor ya da ayrımcı söylemlerle haberleştirilerek meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Yeni Akit bizi sürekli hedef gösteriyor ve toplumsal hassasiyetler ve güvenliğimiz bahane gösterilerek etkinlikler yasaklanıyor. Farklı sosyal medya araçları kullanılarak, bot hesaplarla Onur Yürüyüşleri hedef gösteriliyor ve tehdit ediliyor. Günbegün alanlarımız daralıyor diyebiliriz.    

Sizce LGBTİ+ hareketi sansür ve otosansürle nasıl mücadele edebilir? Önümüzdeki süreç açısından öngörüleriniz neler?

EA: Aslında, LGBTİ+ hareketinin pratiğinde, hep yasak, sansür ve otosansürle mücadele etmek söz konusu diye düşünüyoruz. Ve hareket, günümüze dek, farklı mecralar, taktikler ve alternatifler bularak yoluna devam etti. Ankara’daki LGBTİ+ etkinlikleri yasaklarından sonra, alıktırmadan gerçekleştirdiğimiz mekanlı/mekansız aktivitelerle bir araya gelmeye devam ettik. Tabii diğer yandan, festivali İstanbul’a taşımak zorunda kaldık. İstanbul ayağı, Türkiye’nin farklı şehirlerinde ve yurtdışında diasporada yaşayan komüniteden arkadaşlarımızın, aktivistlerin bir araya geldiği, yasaklara karşı güçlü bir dayanışma alanı haline geldi. Aynı zamanda, derneğin Youtube kanalını açma fikri de böyle bir süreçte ortaya çıktı; ve komünite olarak, bir araya geldiğimiz ve görünürlüğümüzü devam ettirdiğimiz bir performans alanına ve alternatif bir direniş mecrasına dönüştü. Yani, hareketin, her engel karşısında, çatlaklar oluşturarak ve oralardan sızarak devam edeceğini düşünüyorum.