Susma Platformu, Mersin’de KuirFest’le eş zamanlı düzenlediği Festivaller, Yasaklar, Yeni Olanaklar başlıklı söyleşiyle 28 Nisan’da Kültürhane’nin konuğu oldu.
Documentarist ve Hangi İnsan Hakları Film Festivali’nin yürütücülerinden Necati Sönmez, KuirFest ekibinden Koray Özbal ile FilmAmed Belgesel Film Festivali’nin kurucularından İlham Bakır’ın konuşmacı olduğu söyleşide Türkiye’de son yıllarda festivaller özelinde yaşanan sansür uygulamaları, zorluklar ve alternatif yollar, yapılabilecekler konuşuldu.
KuirFest ekibinden Koray Özbal, kısa bir süre öncesine kadar Ankara’da süresiz yasaklanan sonrasında neredeyse tüm Türkiye’ye yayılan LGBTİ+ etkinliklerine dair süreci aktararak başladığı konuşmasında, bu süreçte pek çok insanın sadece sinema değil, genel olarak sanat alanında tıkandığını belirtti.
KuirFest’i 2011’de ilk yaptıklarında Kültür Bakanlığı’na başvurup destek talep ettiklerini, bakanlığın “bizden destek beklemeyin” diyerek ilk andan itibaren kapıyı kapattığını vurgulayan Özbal, “Daha en başından itibaren devletle bağımız olmadı ama devlet gümrük işlemlerinde, gösterim yaptığımız mekânlarda baskısını çok fazla hissettirdi” dedi.
Ankara’daki yasağın ardından Biraradayız adı altında kurdukları platformla kentteki kültür sanat dünyasıyla ilişkilenerek birçok yerde gösterim yaptıklarını da söyleyen Özbal, “Bu yıl da bir film platformu aracılığıyla internet üzerinden film eriştirme fikri oluştu. Çevrimiçi açık olan ya da yönetmenlerin göstermek istediği filmleri bu platformdan erişilebilir hale getireceğiz. Alternatif yollar geliştirmekten hiç vazgeçmedik, mesela gümrükteki baskıdan dolayı da filmleri dijitalden temin etmeye çalıştık” dedi.
Necati Sönmez ise sansürün farklı veçhelerine değinerek başladığı konuşmasında Kültür Bakanlığı’ndan en son 2009 senesinde bir projesi için destek aldığını belirtti, “O zamanlar destek alabiliyorduk. Son 10 senedir başvurmuyoruz bile çünkü hiçbir umut kalmadı. Bu, beni film yapmaktan men eden, alıkoyan başlı başına bir sansür” diyen Sönmez, sinema alanında sansür sürecinin dönüm noktasının 2014 yılında Reyan Tuvi imzalı Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek filminin Antalya’da programdan çıkarılması olduğunu hatırlattı.
Filmlerin gösterim olanaklarının da kısıtlandığını vurgulayan Sönmez, “Sansür politikalarının en önemli hedeflerinden bir tanesi belgeseldi. Belgeselin Türkiye de özellikle son dönemde işlediği konular açısından korku veren, endişe uyandıran bir konumu var. Film yapsak da kaç yerde gösterilebilecek, kaç kişi izleyebilecek? Bu şekilde motivasyon kaybettiriliyor. Festivallerin alanının daralmış olması, özel gösterimler dışında pek seçenek olmaması da belgeselcilerin önünde duran engeller” dedi.
Bakur filminin 2015 yılında Eser İşletme Belgesi olmadığı için İstanbul Film Festivali’nde gösterilmediğinde bu konunun çok tartışıldığını fakat sonrasında normalleştiğini söyleyen Sönmez, yeni sinema yasası ile birlikte Eser İşletme Belgesi zorunluluğunun ortadan kalktığını, ancak başka engeller getirildiği için bu belgeye zaten gerek kalmadığını belirtti.
“Yasalar değişiyor ama bir kere alışkanlık oluştu mu geri adım atılamıyor” diyen Sönmez, CHP’nin belediyeyi kazanmasıyla Antalya Film Festivali’nin politikasının değişecek olsa bile sansür mevzusunun kolay atlatılamayacağını da not düştü. “Şu an Gezi eylemleri gibi bir konuda belgesel yapılsa, ister CHP nin düzenlediği bir festival olsun, ister başka belediye, bunu göstermeye cesaret edebilecek bir festival var mı?” diye soran Sönmez, her şeyin bir anda normalleşmeyeceğini, sansürle mücadele bağlamında bunun önemsenmesi gerektiğini belirtti.
“Sansüre hem yaşamımı sürdürürken hem de sinemacı olarak film yapmaya çalışırken maruz kalıyorum. Sansürü çok sık yaşayınca bir bağışıklık geliştiriyorsunuz, onu alt etmenin, etrafından dolanmanın yollarını buluyorsunuz. Belgeselimi kurgularken birçok kopya yapıp bir sürü yere saklıyorum. Hard disklerimi saklamak için kullandığım yaratıcılığı film yapmakta kullansam çok daha iyi filmler yapardım” diyen İlham Bakır ise ağır kutuplaşmalar yaratıldığı için herkesin aldığı pozisyon üzerinden bir ötekine sansür uyguladığını vurguladı. Yine de hiçbir sansürün devletin sansürü kadar sistematik ve güçlü olmadığını belirten Bakır, 10 yıldır Kültür Bakanlığı’na başvurmadıklarını, o yıllarda bakanlık, muhalif filmlere destek verdiğinde bir süre sonra o muhalif filmlerin yönetmenlerinin de otosansür uygulamaya başladığını, sansürün en korkunç yanının da otosansür meselesi olduğunu söyledi.
FilmAmed Belgesel Film Festivali kapsamında da bazı yönetmenlerin devletin projeksiyonuna girer kaygısıyla ya da filmdeki karakterini korumak için filmlerini festivale göndermediklerini söyleyen Bakır, “Daha demokratik bir belediye yapısına geçilmiş olması otosansürü kaldırmayacak. Herkes suya sabuna dokunmayayım kaygısı ile hareket ediyor, bu çok yaygın bir psikoloji haline geldi, bu psikolojik eşik kırılmazsa iktidarın A ya da B anlayışının eline geçmiş olması önümüzdeki yıllarda bu anlamda pek bir şey değiştirmeyecek” dedi.
Bölge genelinde Kültür Bakanlığı’nın dili Kürtçe olan ya da Kürt diliyle ilintisi olan hiçbir sanatsal etkinliğe – göreceli olarak çözüm süreci dışında- zaten destek vermediğini hatırlatan Bakır, belediyelere kayyım atanmasıyla da bütün salonların ellerinden alındığını vurgulayarak “Biz de göreceli çözüm sürecinin etkisiyle daha yaratıcı çözümlere dair refleksimizi kaybetmiştik. FilmAmed’i belediyenin olanaklarıyla yapıyorken iki yıldır sıfır bütçe ile kendi olanaklarımızla yapıyoruz. Bu dayanışma ruhu unutulmuştu. Tek çıkış yolu, güçlü bir dayanışma ağı kurmaktan geçiyor. Bütün devletler bir şekilde sansür uygularlar. İktidara bulaşmadan, iktidardan destek istemeyi hiç akla getirmeden birbirimizle dayanışma ağlarını örersek bir ev, bir festival alanı haline gelebilir. Sansürden mağduriyet dili yaratmamak gerek, çünkü mağduriyet dili sizi bir süre sonra teslim alıyor, iş yapamaz hale geliyorsunuz. Dolayısıyla buralarda ağ kurmak; mesela Mersin ile Diyarbakır arasında bir ağ kurmak ve bu tür etkinliklerde bu dayanışma yollarının olanaklarını tartışmak gerek” dedi.