Karar defterlerinden sinema tarihinde sansüre bakış

Mart 2022’de çevrim içi erişime açılan “Türkiye’de Sinema Sansürünün Tarihi (1932-1988): Sansür Karar Defterleri Üzerine Bir İnceleme” kitabı, iki yıla yakın süren titiz bir akademik çalışmanın ürünü. Cumhuriyet döneminden itibaren film gösterimlerine dair kararları içeren 96 sansür defterinin dijitalleştirildiği ve kaynak kitap olarak kullanılabilecek hale getirilen bu çalışmaya dair sorularımızı, kitabın yazarları Doç. Dr. Ali Karadoğan’a ve Prof. Dr. Ruken Öztürk’e yönelttik


Kaynak: Ruken Öztürk Twitter hesabı

SONAY BAN

Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün isteğiyle gerçekleştirilen bir projenin sonucunda Mart 2022’de Türkiye’de Sinema Sansürünün Tarihi (1932-1988): Sansür Karar Defterleri Üzerine Bir İnceleme kitabı üç cilt olarak çevrim içi erişime açıldı. Neredeyse iki yıl süren emek yoğun bir sürecin ardından, Genel Müdürlük’ün arşivlerinde yer alan ve Cumhuriyet döneminden itibaren ülke sınırları içindeki film gösterimlerine dair kararların tutulduğu 96 sansür defterinin içeriği tasniflenerek dijital ortama aktarıldı ve konuyla ilgilenen araştırmacıların kullanabileceği önemli bir referans/kaynak haline getirildi. Projenin başlangıcından kitabın hazırlanışına kadar olan sürece dair, kitabın iki yazarı Doç. Dr. Ali Karadoğan’a ve Prof. Dr. Ruken Öztürk’e sorularımızı yönelttik. Bu söyleşinin konunun ilgilileri ve araştırmacılar için yararlı olmasını umuyoruz.

Üç ciltten oluşan ve çevrim içi erişime açık olan kitabın ciltlerine aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

Cilt 1 | Cilt 2 | Cilt 3 

“ŞU ANDA TELİF HAKLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ’NDE SANSÜR KURULLARINA AİT 96 ADET BİRİNCİL KAYNAK OLAN DEFTER MEVCUT VE BUNLAR İYİ KOŞULLARDA KORUNUYORLAR”

Kitapların sunuş-yöntem bölümünde Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün sizlere başvurup projeyi hayata geçirmenizi istediğini belirtiyorsunuz. Süreci okuyucularımız için biraz daha detaylandırabilir misiniz? Nasıl bir ekiple çalıştınız ve süreci nasıl yönettiniz?

Doç. Dr. Ali Karadoğan: Kültür Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nden arşiv dairesinin başkanı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanlığı’na; ellerinde sansür belgeleri olduğunu, geniş bir arşiv bulunduğunu, bu arşiv üzerine bir çalışma yapılmasını istediklerini ve fakülteden hocaların ilgilenip ilgilenmeyeceğini sormuş. İlk aşamada ben gittim arşivi gördüm. Sırf arşivi görmek bile bizim için çok önemliydi, ama bir yandan da ne yapabileceğimizi konuşuyorduk. Sonra arşivde bulunan 96 defteri inceleyebileceğimize karar verdik. Başta defterleri bize teslim ettiklerinde, çok kısa sürede geri alırlar diye endişe ettik; zira devletin demirbaşının bir çalışma için zimmetle kurumdan çıkmış olması bile büyük bir şans. Bu nedenle öğrencilerimizden yardım istedik ve çok hızlı bir biçimde defterlerdeki bilgileri bilgisayar ortamına aktardık. Bu aktarma işini 22 kişilik öğrenci grubumuz yürüttü; lisans, lisansüstü öğrenciler ve araştırma görevlisi arkadaşlarımızla birlikte defterleri paylaştık. Bizimle birlikte toplam 24 kişi defterleri Ocak 2020’den pandemi başlayana kadar Excel dosyalarına aktardı. Bu süreçte karşılıklı odalarda çalıştık; kim hangi el yazısını okuyamıyorsa hep birlikte bakıyorduk. Bir kısmı birkaç gün yardım etti, bir kısmı birkaç ay… Sürecin başından sonuna kadar bizimle daha yoğun çalışan öğrencilerimiz vardı. Süreç tam iki yıl sürdü. Hepsine buradan bir kez daha teşekkür ederiz.

Prof. Dr. Ruken Öztürk: Çok hızlı bir çalışmaydı, doğal olarak el yazılarının okunamaması ya da eksik okunması gibi sorunlar oluyordu. Sonrasında da pandemi başlayınca Ali Hoca’yla yoğun bir biçimde kontrolleri yaptık. Çok zor bir süreçti; tatil vs. yoktu hayatımızda: Daha doğrusu ders ve toplantı dışındaki her boş anımızda bu defterler üzerinde çalışıyorduk. Çalışma bitene kadar zaman zaman bir öğrencimizin yazdığı defteri başka bir öğrencimize de kontrol ettirdik ya da eksik yazılan kararları tespit edince tekrar bize yardım eden çekirdek ekipten yararlandık. İlk başta hızlı olabilmek adına bazı defterlerdeki uzun kararlar özet olarak yazılmıştı, sonra hepsini düzelttik, defterleri defalarca kontrol ettik. Başından sonuna kadar bu süreçte iki kişi emek yoğun çalıştık. Açıkçası vakit olsa, örneğin bir yıl daha olsa tekrar tekrar bir kez daha kontrol eder, daha da çalışırdık üzerinde ama siz de biliyorsunuz bir yerde de bitmesi gerekiyor bu tür çalışmaların.

Envanterini çıkardığınız defterler dışında da başka defterlerin olduğunu düşündüğünüzü belirtiyorsunuz. Bunlar yine sansür karar defterleri midir?

AK: Elimizdeki sansür karar defterlerinin dışında da defter olma olasılığı var. Belki kaybolmuştur, belki başka bir birimdedir, zira sansüre ilişkin kararlar çeşitli zamanlarda farklı farklı birimlerde tutuluyordu. Bazı filmlere ilişkin kararların bulunduğu defterler elimizde değil, oysa filmlere ilişkin kararlar var. Bu da bazı defterlerin eksik olduğunu gösteriyor. Elimizdeki defterlerin hangi yıl Emniyet Genel Müdürlüğü’nden Telif Hakları Genel Müdürlüğü’ne geçtiğini de tam olarak bilmiyoruz. Ancak Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün arşivinde bu defterlerin yanı sıra sansür kuruluna başvurmuş her filme ait dosyalar da mevcut; 11 bin dosya ve bu dosyalarda o filmlerle ilgili her türlü belge bir arada. Bu dosyalarda doğal olarak filmlere ait karar suretleri de mevcut; çünkü kurul karar verdikten sonra el yazısıyla deftere gerekçe yazılıyor, bütün üyeler tarafından da ıslak olarak imzalanıyordu. Daha sonra ise hem bütün il valiliklerine hem de ilgili diğer birimlere (film sahipleri de dahil olmak kaydıyla) dağıtımının yapılabilmesi için karar sureti daktilo edilip çoğaltılıyordu. Bu dosyalarda bu karar suretleri “aslı gibidir” ibaresiyle mevcut. Bizim çalışmamız eldeki defterlerle sınırlı olduğu için, doğal olarak bazı kararlar defterde yer almıyor. Bu dosyalar incelenerek daha birçok sansür kararı ortaya çıkarılabilir. Şu anda Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nde sansür kurullarına ait 96 adet birincil kaynak olan defter mevcut ve bunlar iyi koşullarda korunuyorlar.

“TELİF HAKLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ’NDEKİ DOSYALARDA VE BUNLARIN DİJİTAL HALE GETİRİLMİŞ ARŞİVİNDE HÂLÂ BİRÇOK SANSÜR KARARI AYRIŞTIRILMAYI BEKLİYOR”

Yine sunuş-yöntem bölümünde “1932’deki talimatnameden itibaren sansür karar defterlerinin tutulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz ama 1947’ye kadarki defterlerin akıbetini hâlâ bilmiyoruz” diyorsunuz. Elinizde belgeler olmamasıyla birlikte 1932-1947 arasındaki defterlere dair tahminlerinizi sorabilir miyiz? Hem nerede olabileceklerine dair (başka arşivlerde midir, kaybolmuş mudur vs.) hem de eldeki veriler ve söz konusu dönemin koşullarına göre bu defterlerin hangi kararları içermiş olacaklarına dair akademisyen/araştırmacı görüşünüzün bize önemli veriler sunacağını düşündüğümüz için bu soruyu soruyoruz.

AK: Şöyle ki, bakanlığın elinde gerçekten kara kaplı büyük 96 defter var ama arşivinde bahsettiğimiz 11 bin dosya da dijital hale getirilmiş durumda ve buradaki belge sayfa sayısı yaklaşık 500 bin. Filme ait senaryonun altı kopyasından tutun da lobilere, gazete kupürlerine, gizli yazışmalardan olağan kurumsal yazışmalara kadar birçok şey mevcut. Bu süreçte dijital arşivden de yararlandık ve birçok bilginin teyidini buradan yaptık. Kararları yazarken başka belgeler de gözümüze iliştiğinde zaman zaman işi bırakıp onları okuduk. Temel çalışma alanımız defterler olduğu için dosyalardaki her filme bakmadık. Ancak 11 bin dosyanın büyük bir kısmını da gözden geçirdik, öyle ya da böyle bir şekilde dosyalara baktık, içinde neler olduğuna ilişkin bilgi sahibi olduk. Yazışmaların birindeki bir ifadeden yola çıktığımız için, 1932 yılının ağustos ayından itibaren defter tutulduğuna dair bir bilgimiz var. Bu nedenle eldeki en eski tarihli defter olan 1947 karar defterine kadar başka defterlerin de olması gerektiğini düşünüyoruz. 1947 yılına ait defter, Agah Hün tarafından yazılan Günahım adlı senaryo için yazılan kararla başlıyor ve karar numarası 366. Buradan bile rahatlıkla 366’ya kadar olan filmlerin yer aldığı defterin kayıp olduğunu söylemek mümkün.

Çalışmamız eldeki defterler üzerine olduğu ve defterler de 1947 yılından başladığı için bu tarihin öncesi çalışma kapsamında değildi. Ancak biz çalışırken dijital arşivde daha eski yıllara ilişkin de filmlerin bulunduğunu gördük ve bu dosyalarda karar suretleri yer alıyordu. Çalışma kapsamında olmamasına rağmen, bu karar suretlerinden ve bu dosyalarda yer alan kurumlar arası yazışmalardan yararlandık ve 1932 ve 1958 yıllarını da kapsayan, defterlerde yer almayan kararlara ilişkin bir çalışma da yapıp kitapta yer almasını sağladık. Böylece Türkiye’de sansürün kurumsal bir kimlik kazandığı ilk tarihe kadar kararları takip etmiş olduk. Çalışmada yer alan ve “Giriş: 1932-1958 Yılları Arası Senaryo ve Filmlere İlişkin Defterlerde Yer Almayan Sansür Kararları” adlı bölüm, eldeki defterlerde yer almayan ve bizim arşivden çıkararak yazdığımız bir bölüm. Böylece 1930’lardan itibaren kararların gelişim seyrini görmek de mümkün oldu. Dönemin koşullarına göre kararların nasıl değiştiğini rahatlıkla görebiliyoruz burada. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı öncesi kararlarda “Alman Führer’ini tezyif” diye bir mevzu varken bu durum savaş sonrasında tam tersi bir hal almıştır. Sonuç olarak aslında Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nde bulunan dosyalarda ve bunların dijital hale getirilmiş arşivinde hâlâ birçok sansür kararı ayrıştırılmayı bekliyor. Biraz zaman isteyen bir iş ancak iyi planlanarak rahatlıkla yapılacak bir konu…

Doç. Dr. Ali Karadoğan ve Prof. Dr. Ruken Öztürk | Fotoğraf: Yusra Batıhan

Defterlerdeki kararlar üzerinden hangi konulara yönelik sansür gerekçeleri verildiğini söyleyebilirsiniz? Belirli zaman dilimlerinde (10 ya da 20 yıl gibi), siyasi yapıya ya da uluslararası siyaset bağlamına göre sansürlenen konularda değişiklik ya da süreklilik var mı?

RÖ: Konu başlığı çok fazla aslında ve ayrıntılar çok. Ama genel olarak dans sahnelerinden pornografiye kadar, aileyi korumak üzere her türlü gelenek, görenek, kadın bedeni üzerinden her türlü konu genel ahlak başlığı altında değerlendirilebilir; çünkü sansür kurulu öyle görüyor. Bunun dışında siyasal/ideolojik konular, güvenlik güçleriyle ve başka mesleklerle ilgili konular, dinle ilgili konular, filmin ya da senaryonun yapısına ilişkin konular diye uzayıp gidiyor başlıklar. Bazen akademik çalışmalarda kolay sistematize edilsin diye 10’ar yıllık dilimler alınır, daha çok darbelerle kesintiye uğrayan dönemlerin arası araştırma konusu olur ya da karşılaştırma yapılır. Ama bir yandan da devletin milliyetçi refleksi hiç değişmiyor gibi; ayrıntılar değişse de komünizm korkusu ilk yıllarda da var, son defterlerde de var. Daha çok süreklilik var desek daha doğru olur sanki ama ayrıntılara da ayrıca çalışmak gerekiyor açıkçası… Defterlere bakıldığında aslında rahatlıkla görülen şey; kurulun her şeye karşı bir şekilde bir sınırlama getirme çabasında olduğu.

Sansür kararlarına dair arşivleri incelerken akademisyen olarak sizi en çok ne zorladı? Karar defterlerinin tutulmasındaki olası tutarsızlıklardan (gerekçelerin tutarlı kayda alınmamasından kayda geçirilmediği varsayılan bilgilere vs. kadar) talimatnamelere, nizamnamelere ve 1986’daki sinema kanununun ilgili maddelerine doğrudan atıf yapılmamasına, çeşitli zorluklarla karşılaştınız mı?

AK: Bizi en çok çalışmanın kapsamı zorladı. Düşünün, yorumlarımızı katmadığımızda bile 1500 sayfa tutuyordu elinizdeki çalışma. Tekrar tekrar aynı metinlere dönmek, kontrolleri yapmak, bazen ret ya da şartlı kabul kararlarını saymak, bazen karar tam olarak ne söylüyor onu anlamak gerekti; çünkü sonuçta kategorilere ayırıyoruz. Dolayısıyla geniş bir zaman dilimine yayılıyor çalışma, biz de farklı zamanlarda farklı bakış açıları geliştirmiş olabiliyoruz. Bu değişkenlik belirli bir tematik tutarlılığı ve sistematik çalışmayı zaman zaman zorladı ancak sürekli kendimizi yenileyerek ve disipline ederek bu sorunu çalışmayı etkileyecek bir düzeyden de uzak tuttuk. Zaman zaman Nizamname’ye [1939 tarihli Filim ve Filim Senaryolarının Kontroluna Dair Nizamname] ya da ilgili kanuna ve yönetmeliklere atıf yapılmadan yazılabiliyor kararlar. Ancak ifade edilen şey zaten ilgili hukuk metnindeki bir fıkraya denk düşüyor. Örneğin “cürüm işlemeğe tahrik eden” bendi çok geniş; hiç bu fıkraya atıf yapmadan şiddet sahnelerinin çıkarılmasını isteyebiliyor kurul üyeleri. Gerekçelerin tutarlı bir biçimde kayda alınmadığını söyleyemeyiz aslında, zira hepsi ıslak imzalı olarak yazılmış durumda. Bir de, bu kararlarda şerh düşen, karara katılmayan birçok üye kendi fikirlerini hem lehte hem aleyhte yazabiliyorlar. Örneğin, herkesin hemfikir olduğu bir kararda bir üye diğerlerinden farklı düşünüp ret kararı yerine eserin kabul edilmesi gerektiğini savunup, şerhine yazabiliyor. Kurul oy birliği esasına göre değil oy çokluğu esasına göre çalışıyor. Bu da üyelere fikirlerini ifade etme olanağı tanıyor; hem olumlu hem olumsuz, ama bu rahatlığa sahip gibi görünüyor kurul üyeleri. Elbette ki geldikleri kurumların tavırlarını da dikkate alıyorlardır, başka birimlerden gelen istekleri de dikkate alıyorlardır.

“ZAMAN ZAMAN SANSÜRE UĞRAYIP UĞRAMADIĞIMIZ SORULUYOR: HİÇBİR ENDİŞE VE KAYGI OLMADAN ÇALIŞTIĞIMIZ BİR PROJEYDİ”

İncelediğiniz defterler ve verilen kararlar üzerinden, bugünkü uygulamalara ve sinemada sansüre bakışa dair neler söyleyebilirsiniz?

AK: Sansür hâlâ devam eden bir olgu, sadece bizim ülkemizde değil dünyanın birçok yerinde farklı biçimlerde de olsa, ihtiyaç duyulduğunda başvurulan bir yöntem. Rusya – Ukrayna savaşı sonrasında ortaya çıkan Tolstoy’un ya da Dostoyevski’nin kitaplarından çekilecek filmlerin iptal edilmesinden tutun da, Twitter ve Facebook gibi platformlarda engellenen isimlere kadar birçok şeyi günümüzde bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Gücü elinde bulunduran kendisine zarar vereceğini düşündüğü şeyi mutlaka bastırma yoluna gider; kiminin bunun için marjı daha geniştir, kimininki daha dar. Siyasi otoriteler kendilerine zararlı olacağını düşündükleri şeyi bastırmayı isterler ve imkân bulduklarında da bunu kullanmak için hiç çekinmezler. Bütün siyasi otoriteler için geçerlidir bu.

Günümüzde dinlere ilişkin konular, siyasete, şiddete, çocukların korunmasına ilişkin konular hâlâ sansür için gerekçe oluşturulabiliyor. Ayrıca sanat ürünlerini yasaklama, sadece oluşturulan kurullar aracılığıyla olmayabiliyor. Bizim ülkemizde valiliklerin de bu konuda yetkileri mevcut. Yasal olarak izin alınması gerekmeyen, sadece bildirimde bulunmanın yeterli olduğu film çekme işi bile valilikler “izin” vermediği müddetçe gerçekleşmiyor. Günümüzde ülkeler daha çok sınıflandırma sistemlerini yürürlüğe sokarak; yaş kategorileri ya da filmin ebeveynlerle izlenip izlenmeyeceğine, şiddet içerip içermediğine, içinde argo ifadeler olup olmadığına dair uyarılar koyarak durumu çözmüş durumdalar. Bizim ülkemizde de bu sınıflandırma sistemi mevcut; ancak yine de başka kurumların yetkilerinin olması, filmlerin yasaklanması sonucunu doğurmaktadır.

Son olarak eklemek ya da altını çizmek istediğiniz konular var mıdır?

: Defterlerde şu da bizi etkiledi: 70’lerin sonuna doğru hem Ömer Kavur hem de Yavuz Özkan; filmlerine ait alınan şartlı kabullere, yani filmlerinde sahnelerin kesilmesine kesinlikle uymayacaklarını belirtiyorlar. Yusuf ile Kenan (1979), Antalya Film Festivali’ne gireceği için acele denetlenmesi istenmiş ve kurul birkaç sahnenin çıkarılmasını istiyor filmin halka gösterilmesi için. Ömer Kavur’u şehirlerarası telefonla aradıklarını yazmışlar ama ulaşamamışlar, sonra başka bir gün arayıp söylüyorlar. Yönetmen de bu sahne kesimine dair belgeyi göndermeyeceğini söylemiş, rıza göstermemiş. Yavuz Özkan da Demiryol (1979) filmini Antalya Film Festivali’ne (festival o zamanlar şenlik olarak adlandırılıyor) göndermiş. Festival müdürlüğü filmin denetlenmesini istiyor. Kurulda, siyasal nedenlerle, çok sayıda sahnenin çıkarılması isteniyor; ki daha 80 darbesi de yapılmamış, dikkatinizi çekelim. Yönetmen dilekçe yazıyor ve sahnelerin kesinlikle kesilmesini istemiyor. Bu da tarihe geçiyor bir şekilde.

AK: Son olarak belki şunu da eklemek gerekiyor. Çalışma, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bir genel müdürlük olan Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün sağladığı olanaklar sayesinde yapıldı ve basıldı. Bu durum bazı insanların kafasında bir çelişki olarak şekillenmiş gibi görünüyor. Herkes bir yandan günümüzdeki sansür uygulamalarının parçası olarak görülen bakanlığın böyle bir çalışmaya nasıl izin verdiği konusunda kendisini ikna edemiyor gibi. Ve zaman zaman “sansüre uğradınız mı” diye soruluyor. Bu sorunun yanıtı çok basit ve net bizim için: hayır. Hiçbir endişe ve kaygı olmadan çalıştığımız bir projeydi. Sinemada sansür çalışması, ele aldığımız defterler ve kararlar açısından hiçbir sansüre uğramış değil. Zaten bu olanaklı da değil: Sonuç olarak yaptığımız çalışmayı, genel müdürlük basmak istemese bile rahatlıkla bastırıp, kamuoyuyla paylaşma imkânına sahiptik. Son olarak konuya gösterdiğiniz ilgi için de çok teşekkürler.