Duvarı aşındıranları korumak: LGBTİ+ hakları savunucularının korunması

LGBTİ+ hakları savunucularının Türkiye’de yaşadığı sıkıntılar hakkında Avukat Polat Yamaner, “Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatović’in dikkat çektiği pek çok vakada ifade ve örgütlenme özgürlüğüne getirilen ağır kısıtlamalara dikkat çekerken, bizzat üst düzey kamu yetkililerinin hedef gösteren açıklamalarıyla birlikte alındığında; Türkiye’nin bu alandaki insan hakları hukuku yükümlülüklerine açıkça aykırı davrandığının her fırsatta altını çizmiştir” ifadelerini kullanıyor


Fotoğraf, fotoakbaba.wordpress.com'dan alınmıştır

POLAT YAMANER

“Komiser, en üst düzeydekiler dahil olmak üzere Türk yetkililerin, düzenli bir şekilde insan hakları savunucularını ve hak temelli çalışan STK’ları onları sık sık terörist ve halk düşmanı olarak etiketleyerek hedef almalarını kaygıyla izlemektedir.”

Yukarıda, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatović’in, 1-5 Temmuz 2019 Türkiye ziyaretini müteakip kaleme aldığı “Sivil Toplumun ve İnsan Hakları Savunucularının Sindirilmesi ve Baskı Altına Alınması” başlıklı raporun ilk cümlesi yer alıyor. Raporunda Türkiye’deki insan hakları savunucularının uğradığı baskılara ve yargı tacizi boyutuna gelen idari ve adli süreçlere ilişkin bütünlüklü gözlemlerini aktaran Komiser, LGBTİ+ haklarına çeşitli paragraflarda vurgu yapıyor. Komiser’in üzerinde durduğu olaylar arasında; OHAL süresince Ankara’da LGBTİ+ haklarına yönelik etkinliklere getirilen toptan yasaklar, ODTÜ Onur Yürüyüşü’ne yapılan müdahaleyle yirmiden fazla öğrenci ve akademisyenin gözaltına alınması ve halihazırda devam eden yargılamalar, Ankara Barosu’nun olaylara ilişkin yapmak istediği basın açıklamasının engellenmesi ve çeşitli şehirlerde devam eden onur yürüyüşü yasakları sıralanabilir. Benzer bir tablo, Avrupa Komisyonu Türkiye 2020 Raporu’nda da LGBTİ+ haklarına yönelik hukuki boşluk, kamu yetkililerinin ardı ardına gelen nefret söylemleri ve LGBTİ+’ların korunması için gösterilen ihmal ve isteksizlikle bir kez daha göz önüne serilmiştir.

2020 yılı ve 2021’in ilk yarısında LGBTİ+ haklarında büyük bir ivmeyle yaşanan gerilemenin devam ettiği ortadadır. 2020’de en öne çıkan gündem başlıklarından birisi olan LGBTİ+ hakları, Türkiye’de şimdiye dek uygulanan görmezden gelme politikasıyla değil; uygulanan ağır ahlak politikalarıyla birlikte doğrudan hedef tahtasına oturtulmuş durumdadır. Bu gidişat, Dunja Mijatović’in yer verdiği örneklerde olduğu gibi doğrudan öznelerin gördüğü hak ihlali örüntüsü ve ayrımcılıkla sıkı sıkıya bağlantılı. Ancak belli bir oranda bunun dışına çıkarak, LGBTİ+ temsil, varoluş ve LGBTİ+ hakları savunucularına ve sivil toplum örgütlerine yönelerek çok daha köktenci bir hal almış halde. Diğer bir deyişle LGBTİ+ haklarının izlenmesi, ihlallerle mücadele edilmesi ve görünürlüğün sağlanması faaliyetlerinin kendileri birçok kanaldan şiddetle kısıtlanmakta, bu kısıtlamalar hak ihlali örüntüsünün bir diğer boyutunu oluşturmaktadır.

NEFRET POLİTİKALARININ LGBTİ+ TEMSİLİNE KARŞI YENİDEN YAZILMASI

Bu ağır müdahalelere yakın zamandan akla ilk gelen örnekleri kısaca şöyle sıralayabiliriz: Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu, 11 Kasım 2020’de aldığı kararla e-ticaret sitelerinde “LGBT ve gökkuşağı temalı ürünlere” +18 uyarısı koyulması şartı koydu. Boğaziçi protestoları sırasında onur bayrağı taşıyan kişiler gözaltına alındı, yargılamalar başladı ve bir öğrenci hakkında disiplin soruşturması başlatıldı. Yine Boğaziçi eylemleri kapsamında Kabe görseli, Şahmeran tasviri ve onur bayraklarının yer aldığı sanat çalışması hakkında adli süreç başlatıldı; Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Kulübü’nde yapılan aramada “LGBTİ bayraklarının ele geçirildiği” İstanbul Valiliği tarafından açıklandı. 8 Mart Kadın Platformu’nun çağrısıyla 6 Mart 2021’de yapılan eylemler sırasında, özel olarak onur bayrağı veya gökkuşağı renklerinde herhangi bir döviz taşıyan göstericiler alana alınmadı ve trans eylemciler ile LGBTİ+ aktivistleri gözaltına alındı.

Örneklerin tümünden ilk bakışta çıkarılabilen ve LGBTİ+ hakları alanını çoğu zaman çapraz kesen ifade ve örgütlenme özgürlüğü ihlalleri, siyasal ifade özgürlüğü, sanatsal ifade özgürlüğü, akademik ifade özgürlüğü gibi daha yüksek korumaya tabi alanlarda da kendini göstermektedir. Akademik ifade özgürlüğüne ilişkin olarak, çok daha yakın zamanlı bir örnek olan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) eski MYK üyesi, akademisyen ve LGBTİ+ aktivisti Cihan Erdal’ın Kobanê soruşturması ve yargılaması kapsamında tutukluluğunu da eklememiz gerekir. Bu satırların yazıldığı saatlerde Cihan Erdal adli kontrol şartıyla, 262 günlük tutukluluğunun ardından serbest bırakıldı. Tam da bu kuşatılmışlığa işaret eden Erdal, “Size yüz yüze sormak için sabırsızlandığım bir soru var; ben neden buradayım? İnsanları özgürlüğünden yoksun bırakmak bu kadar kolay olmamalı” diye sormuş ve “Genç, Yeşil Sol Parti’den gelen bir insan, bir LGBTİ aktivisti olarak HDP MYK’sında yer aldığını” vurguladı.

Şişli Kaymakamlığı, Maçka Parkı’nda dün gerçekleşecek Onur Haftası pikniğini yasakladı. Fotoğraf: Lara Güney Özlen

Aralarına çok daha fazlası eklenebilecek bu vakalardan; bireysel olarak LGBTİ+’ların kendilerini aşarak daha bütünlüklü bir temsil ve varoluşa karşı kurumsallaşmış bir söylem, hukuk ve nefret politikası duvarı oluşturulduğunu görmek mümkündür. Bu örüntü içinde yalnızca kişi temel hak ve özgürlük ihlalleriyle birlikte açıklanamayacak, resmî mercilerin ve hukukun araç olarak kullanıldığı ve kimliklerin devamlı tehlike kaynağı olarak tanımlandığı bir düşman ceza hukuku rejimi yazıldığı ortadadır. Bununla birlikte, insan hakları hukuku altında insan hakları savunucularının korunması alanının LGBTİ+ hakları savunucularıyla birlikte açıklanması, mevcut düzlemi kavramak için işlevsel bir araç sunabilir.

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARININ KORUNMASI VE LGBTİ+ HAKLARI SAVUNUCULARI

Son yıllarda insan hakları savunucularına karşı artan baskı ve sindirme ikliminin küresel anlamda ivme göstermesi sebebiyle; gerek yerel ve uluslararası insan hakları mekanizmalarının, gerekse yerel ve çatı sivil toplum örgütlerinin oldukça merkeze aldığı bir kavram olan hak savunucularının korunması, çok parçalı ve katmanlı bir koruma alanına sahiptir. Avukatlar, gazeteciler, sivil toplum çalışanları, hak savunucuları ve geniş anlamıyla muhalifleri içine alan bir kavram olması sebebiyle tanımlaması güç olmakla birlikte; 9 Nisan 1998 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi’nde insan hakları savunucusu kavramının bileşenleri bireyler, gruplar ve dernekler olarak sıralanmış ve insan hakları savunuculuğu eylemlerinin önemine atıfla birlikte, devletlere hak savunucularını tanıma ve koruma yükümlülüğü öngörülmüştür. Bu doğrultuda, Türkiye’nin üyesi olduğu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) hazırladığı İnsan Hakları Savunucularının Korunmasına İlişkin Kılavuz İlkeler’de de insan haklarını savunmanın evrensel bir hak olduğu ve “[i]nsan hakları savunucularının onurunun, fiziksel ve psikolojik bütünlüğünün, özgürlük ve güvenliğinin etkili bir şekilde korunması, insan haklarını savunma hakkının hayata geçirilmesi için önkoşul” olduğu düzenlenmiş; devletlere insan hakları çalışmalarını güçlendirebilecek güvenli ve elverişli bir ortam sağlama yükümlülüğü yüklenmiştir. Benzer koruma mekanizmaları Avrupa Konseyi, BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Özel Raportörü ve Avrupa Birliği gibi kurumlar nezdinde ayrıca yer almaktadır.

İnsan hakları savunuculuğunun ilgili hak alanına ilişkin üstlendiği temsili ve politik rol, yapılan müdahalenin kapsamını ilgili birey, grup ya da dernekten çıkararak bütün bir alana doğru genişletmektedir. Bu sebeple ilgili bileşen, hak alanının öznesi olsun ya da olmasın, hak ihlallerine karşı çok daha kırılgan hale gelmekte; bileşenleri hedef gösterme, keyfi alıkoyma ve yargı tacizi gibi yıpratma politikalarına açık hale getirmektedir. Uluslararası koruma mekanizmalarıyla negatif ve pozitif yükümlülükleri düzenlenen insan hakları savunucularının korunması alanı, bu hassasiyet gözetildiğinde ilgili hak kısıtlamasının dar bir takdir marjına tabi olacağı sonucunu ortaya koymaktadır. Bazı insan hakları savunucularının çalıştıkları alanın özel niteliği, savunucuların belli bir gruba mensup olmaları, çalışılan ortam ve coğrafya gibi sebeplerden yüksek risk altında değerlendirilmesi göz önüne alındığında; koruma yükümlülüğü ve takdir marjının darlığı çok daha net bir şekilde kendini göstermektedir.

Yukarıda yakın zamandan bazı örneklerle gösterilen müdahaleler, LGBTİ+’ların ve hak savunuculuğu yapan örgütlerin kişi özgürlüğü ve güvenliği, ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü başta olmak üzere, tanınan insan haklarının ayrımcılık yasağı paralelinde ne kadar sistemli şekilde ihlal edildiğini göstermektedir. Bu ihlallerin çoğunlukla hak savunucularına karşı işlenmesiyle birlikte ortada kitlesel olarak ihlale sebebiyet veren, bir diğer hukuki koruma alanına da aykırı davranıldığının belirtilmesi gerekir. Bu tespitler başvurulabilecek çeşitli yargı mecralarında göz önüne alınabilecektir.

İnsan hakları standartlarının belirlenmesinde özellikle esas alınan ve doğrudan bağlayıcılığı sebebiyle ilk akla gelen mekanizma olan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) tespitlerine bu konuda kısaca bakabiliriz. Mahkeme’nin kişi özgürlüğü ve güvenliği, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve ayrımcılık yasağı gibi çeşitli hak alanlarında özellikle müdahalenin gereklilik ve orantılılık değerlendirmesinde ve hak dengelemesinde esas aldığı tespitlerden biri, kişinin insan hakları savunucusu olmasıdır. Mahkeme’nin son yıllarda hızla geliştirdiği bir alan olan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 18. madde içtihadı, kişilerin Sözleşme ile korunmayan, paravan sebeplerle kişilerin yargı tacizine maruz bırakılmasını engelleyen bir koruma alanı sağlamaktadır. [1] Bu maddenin ihlalinin tespit edildiği Türkiye’ye karşı verilmiş iki ihlal kararı olan Selahattin Demirtaş (2) v. Türkiye kararı ile Kavala v. Türkiye kararı, Türkiye’de hak savunucularının uğradığı kısıtlamayı göstermektedir. Özellikle Kavala v. Türkiye kararında, Osman Kavala’nın sivil toplum örgütlerinde insan hakları savunucusu olarak gösterdiği faaliyetlerin kendisine yöneltilen suçlara temel olarak gösterilmesi, geçirilen yargı sürecindeki kronolojik sıralamada Türkiye’deki hak ve özgürlükler iklimi dikkate alınmış, insan hakları savunucularının haklarına yapılacak müdahalelerin çok daha belirgin bir ağırlık eşiğine erişmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bunların neticesinde Kavala’nın tutukluluğunun makul bir sebebe dayanmadığı ve esasen insan hakları savunucularının sindirilmesi ve susturulması amacını taşıdığı söylenerek, 18. maddenin ihlal edildiğine karar verilmiştir. Tam da insan hakları savunuculuğunun yapısına içkin şekilde olduğu gibi, söz konusu karar başvurucu Osman Kavala’yı aşarak Türkiye’de savunuculuğa ilişkin genel bir nitelik taşımaktadır. LGBTİ+ hakları savunucularının uğradığı hak ihlalleri, bu lensle bir kez daha değerlendirilmeli ve ihlallerin genel niteliği farklı düzlemlerde ortaya konulmalıdır.

SONUÇ

LGBTİ+ hak mücadelesinin tarihsel gelişimine baktığımızda, sorunsallaştırılan alan itibarıyla öznelerin çoğu zaman bir kimlik sahibi olmaktan öte, kendinden çok daha fazlasını temsil ettiğini görebiliriz. Homofobi, bifobi, transfobi ve interfobiyle mücadele, kişinin bireyselliği ve kitlesel taleplerin oldukça iç içe geçtiği bir zemindir. Bu iç içelik, onur yürüyüşlerinin güncel durumda son altı yıldır yasak olduğu zaman aralığında ortaya çıkan ve popülerleşen “Her yürüyüşümüz onur yürüyüşü” sloganıyla da vücut bulmuştur. Bu mücadelenin ön saflarında duran ve kendilerini bizzat insan hakları savunucusu olarak tanımlayan kişilerin uğradığı müdahaleler, bütün LGBTİ+’ların etkilendiği bir alanı imlemektedir. Dolayısıyla bu ağırlık ayrıca göz önünde tutulmalıdır.

Daha çok mücadele ve dayanışmayla, onur ayı kutlu olsun!

[1] Ayrıntılı bilgi için bkz: Molu, B. (2019). Siyasi Amaçlı Tutuklama Yasağı Çerçevesinde İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 18. Maddesinin Kapsamı, Uygulanması ve 18. Madde İhlali Kararlarının Sonuçları. İstanbul.