Çay da mı içmeyelim?

Yıldız Tar, sansür gölgesinde LGBTİ+ hareketi ve hak mücadelesindeki son gelişmeler üzerine yazdı


YILDIZ TAR

Sansür, iktidarın belki de en sinsi baskı araçlarından birisi. Yeteri kadar uygulandığında ışık hızıyla normalleşen, kabahati hakkını arayanda bulmaya teşne toplumsal ve siyasal ortamda meşru görülen bir uygulama olmanın yanı sıra; çağırdığı sessizlik ve korku çemberiyle fiziksel şiddetin sınırlarını aşan bir siyasal şiddet yöntemi.

Bu yöntemden en çok nasiplenenlerin başında ise LGBTİ+’lar geliyor. Ve maalesef sansür, iktidarın uygulamalarıyla başlamıyor. Çok daha erken, kendinizi ilk ifade etmek istediğiniz anda aile ve toplum eliyle hayata geçiyor sansür. Bu bazen oje sürdüğünüzde alaycı bir bakış, istediğiniz gömleği giydiğinizde üzerinizden zorla çıkartılması, sevdiğinizin elini tuttuğunuzda dayak yemeniz oluyor. Yöntemler değişiyor ama sansürün güç aldığı mekanizmalar utandırmadan fiziksel şiddete uzanabiliyor.

Hal böyleyken, LGBTİ+ hak mücadelesinin ilk adımı kendi hikayeni anlatmak ve kendin olabilmeye dönüşüyor. Kendilik hali öyle yabana atılmayacak bir mesele. Kendiniz olamadığınızda bırakın hak mücadelesini, dayak yediğinizde sesini çıkartmanız bile mümkün olmuyor. Çünkü biliyorsunuz ki ses çıkartırsanız bu sefer utandırıldığınız kimliğiniz ortaya dökülecek. Siz daha kendiniz olabilme yolunun başındayken, bu sefer ortamların dedikodu malzemesi, masaların mezesi haline geleceksiniz.

Gündelik hayatın en derin hücrelerinde başlayan bu sansürün yarattığı meze olma hali çok uzun zamandır siyasal alanın da gerçeği. LGBTİ+’lar, yüksek siyaset masasında bir meze. Kimse yemiyor. Kimse de masadan kaldırmaya tenezzül etmiyor.

Bu vaziyet de kendisini en çok ifade ve örgütlenme özgürlüğünde dışa vuruyor. Kaos GL’nin 2022 yılına ait “Özgürlüğe Yürüyelim” başlıklı LGBTİ+’ların İnsan Hakları raporuna göre; 2022’de 15 şehirde devlet koruması altında nefret mitingleri yapılırken, en az 571 LGBTİ+ aktivisti gözaltına alındı. 2022’den LGBTİ+’lara düşen işkence, kötü muamele, gözaltı, yasaklar, yağma ve davalar oldu. Bütün bu uygulamaları “kamusal alandan tasfiye” diye yorumlayan raporu incelediğimizde; hepsinin ortak bir amacı olduğunu görüyoruz: LGBTİ+ realitesini, bu realitenin tanınması yönündeki mücadeleyi sansürlemek.

Raporda öne çıkan bazı sonuçlara birlikte bakalım:

*LGBTİ+’lar 2022’de 37 günlerini adliye koridorlarında geçirdi. Bunların bir kısmında şikayetçi olarak ceza davalarını, bir kısmında idari davaları, bir kısmında ise Tarlabaşı Toplum Merkezi örneğinde olduğu gibi LGBTİ+ hakları alanında faaliyet gösteren derneklerin davalarını izlemek için adliyedelerdi.

*Toplanma yasağından performans yasağına; kitap yasaklamadan sembol yasaklamaya; sansürden yayın yasağına dek birçok alanda LGBTİ+’lar hak kaybına uğratıldı.

*Kişisel bütünlük hakkı ihlallerinin özellikle şiddet kullanılarak yapılan toplu gözaltı işlemlerinde gerçekleştiği tespit edildi.

*Gözaltıların yüksekliği beraberinde kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı alanında da yoğun bir ihlal verisini açığa çıkardı.

*İfade özgürlüğü ihlalleri en fazla özel etkinlik yasaklarıyla görünür oldu, bunu ise toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yapılan kolluk müdahaleleri izledi.

*2022’de vali ve kaymakamlar en az 7 genel yasaklama kararı aldı. Öte yandan LGBTİ+’ları hedef alan nefret mitingleri 15 şehirde devlet koruması altında yapıldı.

*Haziran ayı onur haftalarının yasaklanması ve kolluk şiddetinin artması nedeniyle en fazla ihlalin gerçekleştiği ay oldu.

*Sendikaların toplumsal cinsiyet eşitliği temalı etkinlikleri yasaklandı. Üniversiteler ise eğitim sürecinin ögeleri olan ders dışı etkinlikleri yasaklayarak LGBTİ+’ları ders dışı eğitim süreçlerinde diğer öğrencilere göre ayrımcılığa tabi tuttular.

Sene yazmasaydı çok kolay 2023 için de geçerli olduğunu düşünebilirdik bu sonuçların. Tabii bu sene çok daha absürt yasaklar da yaşanmadı değil. 2023 Onur Ayı’nda LGBTİ+’ların mercimek köftesi, sigara böreği yemesi; film izlemesi ve hatta çay içmesi dahi yasaklandı. Kendini kamusal alanda ifade edebildiğin, hakkını arayabildiğin etkinliklere getirilen yasakları da aşan bir sansür bu artık. 2017 Ankara süresiz yasaklarının geri dönüşü bir nevi. Orada da kamusal alanda, herkese açık olup olmaması fark etmeksizin birden fazla LGBTİ+ kişinin bir araya gelmesi tuhaf bir şekilde süresiz olarak yasaklanmıştı.

İdarecilerin yasak kararlarına karşı tek yol olan hukuki süreç ise hem işlevsizliği hem de idare hukukunun adaletten uzak yapısı gereği emsale dönüşememesi nedeniyle sansürü destekleyen bir mekanizmaya dönüşüyor.

Açalım: Diyelim ki bir etkinliğiniz yasaklandı. Dava açtınız, yasak kararının yürütmesinin durdurulmasını talep ettiniz. Dava sürerken en azından etkinliği yapabilmeniz için ivedilikle alınması gereken bu kararlar alınmıyor. Veya idari amirler, etkinlikten bir gün önce, bazen de etkinlikten birkaç saat önce karar alarak bu yolu kapatıyor.

Bu gözler, engellenen etkinlikten sonra yayınlanan yayınlanan yasak kararları bile gördü. Ama bunun nasıl mümkün olduğunu kuantum fizikçilerine bırakıp örneğimize dönelim. Diyelim ki siz yine de açtınız davanızı. Etkinliğinizi yapamadınız. Ya polis saldırdı, ya da etkinlik mekanı vazgeçti. Dava aylar sürüyor. Sonunda LGBTİ+’lar neredeyse her davayı kazandı. Ne mutlu değil mi? Mantıken, aynı etkinliklerin bir daha yasaklanmamasını bekliyorsunuz. Ama maalesef yargı kararları, idarecilerin yasaklarını engellemiyor. Onur Ayı’nda yapamadığınız etkinliğin yargı kararı çıkmış ya da çıkmak üzereyken başka bir Onur Ayı geliyor ve yine aynı döngüde debelenmek zorunda kalıyorsunuz. Bu arada 2911 denilen ve toplanma özgürlüğünün karşısına çıkarılan davalarda sizin yargılanmanız da cabası.

Sansürün gölgesinde hayatı savunmaya çalışan LGBTİ+ hareketine ise bu cendereden çıkabilmek için olabildiğince “yaratıcı” olmak düşüyor. Bu sene polisler İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’nü Taksim’de beklerken Nişantaşı’nda yapmak ya da “Dağılıyoruz” diyerek şehrin dört bir yanına dağılmak gibi. Bu durumu daha çocuk yaşlarda hayatta kalabilmek, aile, okul ve akran zorbalığından kaçabilmek için icat ettiğimiz taktiklere benzetiyorum istemsizce. O zaman da dünyanın en basit işini yapmak için “yaratıcı” olmak zorunda kalmak hüzünlü geliyordu. Şimdi de öyle.

Hikayemizi anlatabilmek için “yaratıcı” olmak zorunda kalmadığımız günlerin hasretiyle…

Geçmiş Onur Ayımız kutlu olsun!