Boun Sergi ekibi: “Korumaya çalıştığımız kültür içerisinde sanatın da olabileceğini göstermek istedik”

“Boğaziçi Direnişine kara leke sürmek için bir fırsat kollanıyordu ve biz de günah keçileri olduk” diyen Boun Sergi ekibi, o eserin yerde olmasının nedenini de anlatma fırsatı buldu: “Asacak yer bulamadığımız, ebatça büyük ondan fazla eseri yere yerleştirerek sergiledik. Bu kararı tamamen lojistik durumlardan dolayı aldık.” Boun Sergi ekibi arkadaşımız Ayşen Güven’e anlattı


Fotoğraf: Boğaziçi Direnişi

AYŞEN GÜVEN

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin Cumhurbaşkanı kararı ile Prof. Melih Bulu’nun rektör atanmasına yönelik protesto eylemlerinin bir notası da oluşturdukları direniş sergisiydi. Öğrenciler, ülkenin dört bir yanından insanların dayanışma için gönderdiği baskılı ve dijital eserlerle oluşturdukları sergiyi 22 Ocak günü Güney Kampüs’te açmıştı. 

Sergi Şubat ayının ilk günlerinde önce sosyal medyada hedef gösterildi sonra da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, sergi hakkında soruşturma başlattı. Bu süreçte; yerde görüntülenen ve üzerinde Kabe görüntüsü olan bir eser bu hedef göstermenin gerekçesi kılınmış, nedenleri sorulmadan polis üniversiteye girmiş, öğrenciler gözaltına alınmış ve hatta tutuklanmış, son olarak da resmî ağızlar sergiyi oluşturanları “LGBT sapkınları” olarak anmıştı. 

Direnişleri ve davaları devam ederken Boun Sergi ekibiyle serginin nasıl oluşturulduğunu, onlar için önemini, sanatsal anlamını, hedef gösterilme gerekçelerine bakışlarını ve akla gelmesi gereken o ilk soruyu; “eserin o gün neden yerde” olduğunu konuştuk. 

Eski AKP İstanbul milletvekili aday adayı Melih Bulu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından üniversitenize rektör olarak atanmasına itirazlarınızı çeşitli yollarla dile getirmeye çalışıyorsunuz. Bunlardan biri de açtığınız sergiydi. Sergi ne şekilde oluşturuldu? Kaç eser vardı? 

Kayyum rektör atamasının ardından üniversite içerisinde buna büyük bir tepki oluştu. Bu atamanın karşısında, hayatında daha önce hiçbir protestoya katılmamış yüzlerce öğrenciyi de içinde barındıran ve asla azınlıkta olmayan kocaman bir birlik oluştu. Boğaziçi kendi içerisinde birçok ses barındırdığı için, bu protestolar da kendiliğinden alternatif ve yenilikçi birçok barışçıl şekle büründü. Biz de Boğaziçi öğrencisi bir grup arkadaş olarak kayyum protestoları içerisinde bir sanat sergisi oluşturmayı hayal ettik. Bir açık çağrıda bulunduk. Direnişe destek olmak isteyen herkesin, her yerden katılabileceğini, çöp adam dahi gönderilebileceğini söyledik. İnanılmaz bir rağbet oldu. Türkiye’den ve yurt dışından birçok eser geldi. Çok farklı yaş ve meslek gruplarından, 150’den fazla profesyonel veya amatör sanatçıdan 400’den fazla eser toplamış olduk sonunda. Kayyum rektör Melih Bulu, üniversitemize 2 Ocak’ta atanmıştı. Ve biz 22 Ocak’ta sergimizi açmıştık. 

Neler vardı o sergide? Hangi konularda çalışmalar yer alıyordu? 

Sergide heykelden karikatüre, dijital çalışmalardan video-art’lara kadar uzanan bir çeşitlilikte birçok eser vardı. Fiziksel sergimizin içinde aynı zamanda koro, jonglör gösterisi, konserler, dans gösterileri, dj performansları gibi etkinlikler de yapıldı. Herhangi sanat dalıyla uğraşan sanatçıları Boun Sergi çatısında birleştirip; düşüncelerini, hislerini sanat yoluyla aktarabildikleri bir platform yaratmak istedik. Çağrımızı yaptığımızda her türden eseri kabul edeceğimizi söyledik. Sergi direnişin bir eklentisi olsa da, gündem dışı dahil olmak üzere her çalışmayı kabul edeceğimizi söylememizin sebebi ise bize gelen soyut eserlerin hangilerinin kayyum protestoları çerçevesinde yapıldığını kestiremeyecek oluşumuzdan ve halihazırda sanatçıların pandemi dolayısıyla eserlerini sergileyecek alan sıkıntısı çekmelerinden dolayı eserlere bir konu kısıtlamaması getirmemeyi tercih etmemizdi. Buna rağmen eserlerin çoğunluğu direkt olarak kayyum rektör gündemiyle alakalıydı. 

Bu sergiye sizlerin atfettiği sanatsal bir değer var mıydı?

Eylemlerde bir araya gelip aynı itirazı hep birlikte dile getiriyor olmak hepimize inanılmaz güç veriyor. Bize göre serginin güzelliği; birleşmiş aynı şeyi söyleyen bu tek sesliliğin içerisindeki çok sesliliği görmemize imkan veriyor olması. Bu dört yüz eseri incelerken arkalarında bu konuya öfkeli ve direnişe destek veren insanların fikirlerini ve mesailerini görmek, sergiyi gezen herkes için çok umut vericiydi. Bunun yanında hep üzerinde durduğumuz bir diğer şey de; Boğaziçi’nde kaybetmek istemediğimiz şeyin ne olduğunu ancak Boğaziçi’nin ne olduğunu yaşayarak gösterebileceğimizdi. Korumaya çalıştığımız kültür için yaptığımız direnişin içerisinde sanatın da olabileceğini göstermek istedik. 

“YERDE SERGİLEME KARARINI TAMAMEN LOJİSTİK NEDENLERLE ALDIK”

Hedef haline getirilen eserin yerde olma nedeni neydi? Sergi kuruluyor muydu yoksa toplanıyor muydu? Hemen öncesinde polis müdahalesi mi olmuştu? 

Eserin yerde sergilendiği perşembe günü kayyumluğun önündeki nöbet çadırı okul güvenlikleri tarafından kaldırılmaya çalışıldı ve kırıldı. Bunun ardından çıkan tartışmalar ve arbedeyle birlikte öğrencilerin büyük çoğunluğu günün kalanında güney meydana nöbete çağrıldı. Biz de bunun üzerine sergiyi daha önceden kurduğumuz yerden kaldırıp güney meydandaki bir bölgeye taşımaya karar verdik. Bu arada da baskıdan yeni eserler geldi. Bu yüzden asacak yer bulamadığımız ebatça büyük ondan fazla eseri yere yerleştirerek sergiledik. Bu kararı tamamen lojistik durumlardan dolayı aldık. Başka hiçbir kasıt veya amaç yoktu. 

Hedef gösterilmenizden yaklaşık 10 gün kadar önce serginizdeki kimi çalışmalara el konulduğunu, tahrip edildiğini duyurmuştunuz. O çalışmalar nereye kaybolmuştu, kimler el koymuştu öğrenebildiniz mi? Tabii direnişiniz ve peşinden gelen baskının ortasında serginizi bu kadar kollamanız da dikkat çekici diye belirtmek isterim. 

Fiziksel sergimizin ilk gününden sonra bazı eserleri kampüste bırakmak istedik. Daha önce bizim için oldukça güvenli bir bölge olan kampüs içerisinde zarar görmeyeceğini düşünmüştük fakat öyle olmadı maalesef. Hafta sonu yasağından sonra okula tekrar geldiğimizde, içinde orijinal bir eserin de bulunduğu bir grup çalışma kaybolmuştu. Güvenlikler okul içerisindeki asayişi sağlamakla görevli oldukları için bu durumu onlara bildirdik ve kendi sosyal medya hesaplarımızda eserlerimizin çalındığını duyurduk. Eserlerin maddi fiyatını da belirttikten sonra “mucizevi” bir şekilde hepsi geri geldi. Dediğiniz gibi bu konunun üzerine pek durulmadı ama güvenliklerin öğrencilerin yanında olmadığını gösterdikleri ilk olay bu oldu diyebiliriz.

“GÜNAH KEÇİLERİ OLDUK”

Hem LGBTİ+’ların hakları hem evrensel bir hak olan protesto hakkı hem de serginiz ve o eser üzerinden sanatsal ifade özgürlüğüne yönelen bir baskı ve şiddet hali var. Üniversiteniz daima demokratik teamülleri olan, kültürel yanı güçlü, itiraz hakkını kullanan gençlerin olduğu bir yer oldu. Bu bakımdan, direnişinizi ve onun üzerinden üzerine yağdırılan suçlamaları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Bahsi geçen çalışma Twitter’da paylaşıldıktan sonra Melih Bulu, Süleyman Soylu ve muhalefet partilerinden dahil olmak üzere birçok siyasetçi “LGBT sapkınları” gibi ifadeler kullanarak bizi hedef haline getirdiler. Anaakım medyada ve siyasilerin sosyal medya hesaplarında çalışmanın sergi ekibindeki eşcinseller tarafından hazırlanıp, ayaklar altına sererek saygısızlık yapıldığı söylenildi. Eserin anonim olduğunu, yerde olmasının o esere özel olmadığını defalarca belirtmiştik halbuki. Ayrıca bu olayların üzerine, biz hiçbir kulüple ve tüzel kişilikle ilişkili olmadığımızı söylesek de okulumuzdaki BÜLGBTİ+ Kulübü kapatıldı. Bütün bunların birtakım politik amaçlar doğrultusunda bahane olarak kullanıldığı çok bariz. Boğaziçi direnişine kara leke sürmek için bir fırsat kollanıyordu ve biz de günah keçileri olduk. Yayınladığımız bildiriyi okumak yerine herkes kafasından bir şeyler uydurup bizleri zan altına soktu ve sonuçta arkadaşlarımız bir aya yakın süredir hapisteler. Arkadaşlarımızın özgürlüğünün ve eğitim hakkının gasp edilmesinin yanında, LGBTİ+ bireylerin can güvenliğini tehlikeye atacak söylemlerde bulunuldu. Can güvenliği tehlikesi diyorum çünkü atılan iftiralardan sonra yüzlerce ölüm, tecavüz, dayak tehdidi aldık ve birçoğunu telefonumuzda hala saklıyoruz. Süreçte dışarda olanlar olarak korkudan evimizden çıkamaz olduk bu tehditlerden dolayı. İnsanların dini değerlerini kullanarak kendi politik görüşleri doğrultusunda bir grup 20’li yaşlardaki öğrenciyi bu şekilde hedef haline getirmeyi siyasiler nasıl karşılıyor merak ediyoruz. 

“BİZ ESERİN YORUMUNU ‘CENNETTE HEPİMİZE YER VAR’ DİYE ANLADIK”

Peki o eserde sizce ne anlatılmak isteniyordu? 

Çıkan tartışmalar doğrultusunda, sergimizin üçüncü günü saygısızlık yapmak istememiş olduğumuzu göstermek için çalışmayı anonim sanatçının açıklamasıyla birlikte panoya astık. Bu açıklama kimse tarafından okunmadı. Açıklama şöyle:

“İlk günah fikriyle özdeşleşip Anadolu coğrafyasında kötülüğün sembollerinden biri olan yılan ve geçmişten günümüze sürekli baskılanan kadın kimliğinin bir araya gelmesinden oluşan Şahmeran figürü, ne gariptir ki Anadolu’da sevilip baş köşeye konulmakta. Yılan ve kadın gibi erkeğin kendine rakip olarak gördüğü kimliklerin birleşimini Anadolu’da genelde kadınların evin baş köşesine ilişitirmesi, erkek iktidarına karşı gizli bir alay ve başkaldırıdır. Bu eserde bu figürü, toplumsal mizojinin en büyük motivasyonu olan kurgulanmış dinin merkezine iliştirerek Anadolu kadınlarının bu gizli ve derin mücadelesini bir adım daha cesurlaştırmak istedim. Şahmeranın arkasındaki yeşil ise asıl cenneti sembolize etmekte. Şayet kadın ve hayvan özgürlüğü merkezi bir konuma gelirse çok aranılan cennet imgesi bizzat dünyanın kendisi olacaktır. Eserin dört köşesine iliştirilmiş LGBTİ+ bayrakları da fark edeceğiniz üzere eserin genel estetik yapısına uzak ve yapay görünmekte. Burada da toplumsal cinsiyetin kendi öz cinsiyetlerimize bizi yabancılaştırıp öz kimliklerimizi bize yapay olarak tanıtmasını gösterdim.”

Sanat eserinin yorumu tabii ki herkese açık. Bizim bu açıklamadan anladığımız ise cennette hepimize yer olduğu ve kadınlar, toplumsal cinsiyet azınlıkları ve hayvanların haklarının da bu patriarkal düzende gözetilmesi gerektiğiydi. Anladık ki bu düzende bize yer yokmuş. Sadece sergi düzenlediğimiz için iki arkadaşımız dört metrekare bir odada, iki arkadaşımız ise ayak bileklerinde kelepçe taşıyor. Kimlikleri dava sürecinde ifşa olduğu için yaşadıkları korkuları düşünemiyoruz bile. 

“GÜZEL SANATLAR ATÖLYESİ TALAN EDİLMİŞ, BAZI ESERLERE EL KOYULMUŞTU”

Sergideki diğer eserlere ne oldu? 

Daha önce bahsettiğimiz üzere serginin üçüncü günü, özrümüzü belirtmek adına Şahmeran çalışmasını panoya asmıştık. Daha sonra eserin çalındığını fark ettik. Okul içinden çalınan bir materyal söz konusu olduğundan üç öğrenci güvenliklere dilekçe verdiler. Bu öğrenciler de soruşturma kapsamında, dört arkadaşımızla birlikte üç yıl hapis istemiyle yargılanıyorlar sadece dilekçe verdikleri için. Yaşanan olaylar, gözaltı sebepleri akıl alır gibi değil anlayacağınız üzere. Serginin diğer eserlerine gelirsek, birçoğu gözaltına alındığımız son gece okuldaki atölyeye bırakılmıştı. Soruşturmada öğrendik ki bizimle birlikte Güzel Sanatlar Kulübü ve BÜLGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’ne de soruşturma başlatılmış. Sergi ekibindeki insanların bağımsız olduğu ve herhangi bir kulübe bağlı olmadıkları ısrarla her yerde belirtilmesine rağmen… Soruşturma içerisinde hafta sonu güvenliklerden alınan anahtarla Güzel Sanatlar Atölyesi açılmış ve talan edilmişti. Kulüp tüzüklerinde yönetim kurulunun izni olmadan kulüp odalarının açılması ve aranması kesinlikle yasak. Buna rağmen hukuksuz bir arama gerçekleşmiş, özel eşyalarımızın olduğu dolaplar karıştırılmış ve bazı eserlere el konulmuştu. Geri kalan eserlerimizi ise sergi devamlılığı fikirleri doğrultusunda saklıyoruz.

Direnişiniz adına son sözleriniz ne olur? 

Atanmış rektör Melih Bulu, sergi dosyası açıldığından beri gerek homofobik söylemleriyle, gerek BÜLGBTİ+ kulübünü gerekçesiz kapatmasıyla Boğaziçi Üniversitesi’ne layık olmadığını tekrar kanıtlamıştır. Kendisi Boğaziçi kültürüne layık olmamakla kalmayıp, bu kültürü silmeye ve güvenli alanımızı mahvetmeye de çalışmaktadır. Kendisinden talebimiz derhal istifa etmesidir. Okul tarihinde ilk defa yaşanan bu olaylar, tarihimizde bir kara leke olarak kalacaktır. Suçsuz yere tutuklu yargılanan dokuz arkadaşımızın, ev hapsinde olan 23 arkadaşımızın serbest bırakılmasını ve evimiz dediğimiz Boğaziçi’nin tekrar eski düzenine kavuşmasını istiyoruz.