ÖZKAN KÜÇÜK
OHAL sonrasında HDP’li belediyelere atanan kayyımların icraatlarının başında sanat alanına yaptıkları müdahaleler geliyordu. 2016 yılından bu yana kayyım atanan kentlerde tiyatrocular işten çıkarıldı, sahneler ve salonlar alternatif etkinliklere kapatıldı, pek çok dernek, sanat kurumu kapatıldı; parkların, kültür kurumlarının isimleri değiştirildi.
Bir hafızayı, kültürü yok etme çabası olarak da okunabilecek bu girişimlerin en göz önünde olanlarından biri de kamusal alanlardaki heykellerin yıkımıydı. Kayyım yönetimindeki belediyeler eliyle heykeller balyozlarla, iş makineleriyle tahrip edildi, yerlerinden kaldırıldı veya çöpe çevrildi.
Diyarbakır’da önce Büyükşehir Belediyesi’nin önündeki Lamassu Aslan heykelleri kaldırıldı, ardından Kayapınar Belediyesi sınırları içindeki Roboski anıt heykeli polis eşliğinde bir sabah operasyonuyla kaldırıldı, Merkez Yenişehir ilçesindeki Mervani Parkı’nda bulunan ve Mervani tarihini anlatan kabartma eserler balyozlarla söküldü, Sur Belediyesi’nin karşısında, Uğur Kaymaz anısına yerleştirilen heykelse önce tahrip edilmiş halde kaderine terkedildi, sonra belediye tarafından izi kalmayacak şekilde yerinden sökülerek yok edildi.
Cizre Belediyesi kayyımı Uğur Kaymaz heykelini bir gece operasyonuyla saat kulesine çevirdi, Ağrı Belediyesi ekipleri Ahmedê Xanî heykelini iş makineleriyle yıktı. Adeta organize bir şekilde yapılan saldırıların sonunda kentlere rengini veren hiçbir heykel yerinde kalamadığı gibi tanınmış Kürt aydınlarının isimleri de parklardan söküldü.
31 Mart yerel seçimleri sonrasında belediyelerin yeniden seçilmiş belediye başkanları tarafından yönetilecek olması vesilesiyle bu belediyelerde kültür sanat alanında bundan sonraki süreçte yapılacakları gündeme taşımak istedik. Bu ilk röportajımızda Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Dr. Selçuk Mızraklı’yla Diyarbakır’da yıkılan heykeller ve kentsel düzenleme konusuna odaklandık.
Kayyımların heykeller konusundaki icraatlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Heykellerin kaldırılması meselesine tarihsel, sosyolojik ve siyasal açılardan yaklaşmak gerekir. Osmanlı dönemi boyunca hemen hemen hiç heykel yapılmamış olması dini saiklerle tarif edilmeye çalışılıyor. Benzer saiklerle matbaa, icadından 200 küsur yıl geçtikten sonra Osmanlı’ya gelmiş, yani bilginin çoğaltılması ve eğitim materyali olarak yaygın kullanılması gecikmiş ve bu nedenle birtakım gelişmeler de gecikmiş. Buradaki zihniyetten bağımsız olarak bugünü anlamaya çalışırsak biraz eksik aktarmış oluruz. Yani bu bir zihniyet meselesi.
Özellikle Diyarbakır başta olmak üzere bölgedeki kayyımlar, isimlerden yapıtlara, duvarlardaki gravürlerden heykellere kadar birçok kültürel öğemize barbar bir zihniyetle saldırdılar. “Kaldırdılar” gibi kelimeler bu yaptıklarını karşılamıyor, etkisiz sözcükler gibi kalıyor. Çünkü duvarlardaki kabartmaların balyozlarla kırılmasını başka türlü tarif edebilmek mümkün değil. Hitler’in kitap yakma seansı neyse bu da esasında aynısı…
Kentimizdeki çok sayıda yapıtın, ki bunlar gerek sanatsal gerekse de sadece nakşedilmiş sıradan şeyler olsun, kaldırılmasıyla aslında çok ciddi bir kültürel katliam yaşandı. Çünkü her biri bir olaya, bir kişiye, bir olguya, yaşanmış bir duruma işaret eden ve bu konuda bir duyarlılığı, hafızayı canlı tutan yapıtlardı.
Bir anlamda kentin kendini yeniden onarması gerekecek gibi görünüyor. Bu yenilenme süreci hakkında düşünceleriniz neler?
Her toplum aslında Anka’nın çocuklarıdır. Yani Zümrüdü Anka’dan bu yana o efsane her toplumun bünyesinde vardır. Böylelikle birikimi ve zenginliği olan her topluluk gibi, Kürtler de bundan sonraki dönemde de estetik ve artistik yeteneklerini dokumaya ve üretmeye, çoğaltmaya devam edecekler. Bir toplum artistik ve estetik yaratımları ortaya koyarken şüphesiz ki hayatını zenginleştirmeye, çeşitlendirmeye ve bu sanatsal değerler üzerinden aslında ruhunu sağaltmaya çalışır. Yani kendini onarmış olur ama aynı zamanda da hafızasını canlı tutar.
Hem hafızasına hem de umuduna ve sevdasına sahip çıkan bu halk da yapıtlarını ortaya koyacaktır. Bunu yaparken de kentsel bütünlük dahilinde çeşitlendirecektir. Hem hafızalarına sahip çıkma hem de canlı bir organizma gibi sosyolojinin kendisini dokuması sürecinin bir bütün olarak kentte yaşanması gerekiyor. Yoksa sadece birkaç yapıtla olabilecek gibi görünmüyor.
Hem sözün hem yaşamın, hem de yapıtların ama insana dair sosyal alandaki birçok şeyin de birlikte, eş zamanlı yaşanması gerekiyor. Bu konuda da başta yerel yönetimler olmak üzere sivil toplumdan sanatçılara ve aydınlara kadar hepimize iş düşüyor.
Sizin eylem planınız nedir?
Her kentin kendi tadı, kendi demi, kendi dili; kentlerle özdeşleşmiş olan birtakım semboller, yapıtlar vardır. Biz de özellikle kentin kimliğiyle karakterize olan bütün başlıklarda çalışma yürütmeyi düşünüyoruz. Şu an yürüttüğümüz çalışmalardan biri, isimle anılan caddelerin başına Karacadağ taşından bir kaidenin üzerinde o kişi hakkında dört dilde yazılmış bilgi ve fotoğraf yerleştirmek.
Bir başka düşüncemizse Türkiye’den birçok heykeltıraşı Diyarbakır’a davet etmek, onlarla birlikte bir heykel festivali yapar gibi hem heykel üzerine paylaşımlar yapmak, hem de birer heykellerini Diyarbakır’a bırakmalarını istemek gibi bir düşüncemiz var.
Bu arada bazı yenilikler de görmeye başladık şehirde. Görevi devraldığınızdan bu yana neler gerçekleştirdiniz?
Evet, bazı heykel yerleştirmelerimiz başladı. Mesela heykeltıraş Mehmet Salih Coşkun tarafından atölyelerimizdeki atıklarla yapılan Dönüşüm adlı heykel bunlardan biri. Havaalanındaki son kavşakta da yine Coşkun’un Karacadağ taşından yaptığı ve dünyanın sıkışmışlığını ifade ettiği Denge heykelini yerleştirdik. Şimdi yine atık malzemelerden yapılmakta olan bir Ahura Mazda çalışması var. O da yakında bir bulvarda yerini alacak.
Kente girişlerinde, gelenlerin Mezopotamya’da olduklarını hissedecekleri, Mezopotamya’ya ait figürler olacak. Örneğin Silvan yolunun girişine yerleştirmek üzere Zembilfroş heykeli yapılıyor şimdi. Siyabend û Xecê heykeli de bunlardan biri olacak.
Amed hafızanın ve sevdanın kentiyse ve bu sevda da barışa olan özlem olduğuna göre; barışı sembolize eden kavramlarla, figürlerle aktaracağımız bir havaalanı çıkışı düzenlemesi planlıyoruz. Buna benzer çok sayıda çalışmamız var. Özetle bir kent kendisini, hikayesini anlatmalı, hafızasını dökmeli merhaba derken.
Yok edilen heykeller arasında Roboski anıt heykeli ve Uğur Kaymaz anısına yapılmış olan bir heykel de var. Bunlara dair bir çalışmanız var mı?
Söylediğim gibi bunlar barbar uygulamalar. Barbarlar kendi yaptıklarının hafızalarda canlı kalmasını istemezler. Ama mağdurlar da uğramış oldukları bu barbarlıkları canlı tutar ve sonraki kuşaklara aktarırlar. 13 yaşında bir çocuğu 13 kurşunla öldürenler bunu bir soyluluk abidesi olarak görmezler veya Roboski’de 34 yurttaşını bombardımanla öldürenler bunun hafızalarda canlı kalmasını istemezler. Yetmedi; Mehmed Uzun’dan Tahir Elçi’ye adeta toplumun sevgisini kazanmış olan birçok kişinin isminin de parklardan kaldırıldığını gördük. Tüm bunlara karşı kendi geçmişini, değerlerini, birikimlerini ve sanatını sahiplenen çalışmalar şüphesiz ki devam edecektir.