AYŞEN GÜVEN
Yönetmenliğini yaptığı Roza İki Nehrin Ülkesi belgeselinden dolayı hakkında ‘örgüt propagandası’ suçlamasıyla dava açılan Kutbettin Cebe ceza aldı. Yönetmen Cebe belgeselinde, Kuzey Suriye’de IŞİD’e karşı verilen mücadeleyi ve oradaki komünal yaşamı konu etmişti. Davaya konu olan belgeselin yapımına 2015 yılında başlanmış ve 2016 yılında gösterime giren belgesel Türkiye ve dünyada birçok festivale katılmıştı. Yönetmense 2020 yılında yine bu belgeseliyle yargılanarak, ceza aldı.
Balıkesir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bugün görülen karar duruşmasında Cebe hazır bulunurken, avukatı Ebru Akkal ise Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesi’nden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi’yle (SEGBİS) katıldı. Esas hakkındaki savunması sorulan avukat Akkal, “Müvekkilin üzerine atılı suçun yasal unsurları oluşmamıştır. Müvekkil hakkında beraat kararı verilmesini talep ediyoruz. Ayrıca yurt dışı çıkış yasağı kararının kaldırılmasını ve dijital materyallerin iadesini talep ediyoruz” dedi.
Cebe ise suçlamaları reddederek, “Ben belgesel çektim. O dönem IŞİD ile savaş söz konusuydu. Herhangi bir terör örgütünün propagandasını yapmam söz konusu değildir. Belgeselde ben soru sorarım karşı taraf yanıtlar” diyerek, beraat talebinde bulundu ancak ceza kararı çıktı. Avukat Akkal, kararı İstinaf Mahkemesi’ne taşıyacaklarını ifade etti.
Velhasıl bir kez daha bir yönetmen filminden dolayı yargılanarak ceza aldı. Bu kararı, karşılaştıkları hukuksal süreci ve Kürt hikâyeleri anlatan belgeselciler üzerinde artan baskıyı Yönetmen Kutbettin Cebe’ye sorduk. Dava dönüş yolunda elverişli olmayan şartlar altında sorularımı yanıtladığı için yeniden teşekkürler.
Hakkınızda verilen kararı nasıl yorumluyorsunuz? Belgeseliniz üzerinden sunulan iddialar için neler söylersiniz?
Çıkan karar ‘zincirleme propaganda’ diye absürt bir karar. Daha çok ceza vermek için bulunmuş eşsiz bir tasarım. Belgesel çektiğiniz için ceza, bunu basın yoluyla yaydığınız için ceza, yaymayı birçok mecrada yaptığınız için biraz daha ceza… Bitmeyen bir cezalandırma arzusu görüyoruz.
2015 yılında gerçekleştirdiğimiz belgesel için dava açıldı. Nihai karar ise 2020’nin sonunda veriliyor. Ne kadar yanıltıcı değil mi? Mahkeme şimdiki bilinci ve konjonktürel duruma göre karar alıyor belli ki. O dönem Rojava yönetimiyle görüşülüyor, Salih Müslim kırmızı halılarla Ankara’da karşılanıyor, Süleyman Şah Türbesi için ortaklıklar konuşuluyor ve peşmergenin Kobanê’ye geçişi için hazırlık yapılıyordu. O siyasi konjonktürde sizin böylesi bir belgesele ceza vermeniz saçma olmaz mıydı?
“GÜNDE ON DAVAYA GİREN MAHKEME HEYETİ SİZE YARIM SAATİNİ AYIRIYOR”
Hukuki sürece ve mahkemeye dair gözlemleriniz neler?
Günde on davaya giren mahkeme heyeti size yarım saatini ayırıyor ve karar veriyor. Kapıya asılan dava listesindeki davalılardan biriyiz. Savcının davanın bir kısmını telefonu ile geçirdiği diğer kısmında dışarı çıktığı, mahkeme heyetiyle göz teması dahi kuramadığın bir mahkeme. Her şey baştan sona aleyhinize işliyor, sonuçta da aleyhte karar çıkıyor.
“POLİSİN BASKISI USANDIRDI VE BELGESELİMİZİ ÇEKEMEDİK”
Belgesel sinemacılar özellikle Kürt kentlerinde tıpkı gazeteciler gibi yoğun bir baskıyla karşı karşıya. Nasıl şartlarda bir belgeseli çekebiliyorsunuz? Nelerle karşılaşıyorsunuz?
Belgesel sinemaya kafayı takmış durumdalar, özellikle Kürt sorununu anlatan yapımlara. Gerçekten bölgede belgesel yapmak iyice zorlaştı. Hazırladığım bir belgesel çalışması üzerinden örnek vereyim size: Yakılıp yıkılan Cizre, Şırnak, Sur ve Nusaybin’e gidip savaşın tahribatını, buraların şimdiki durumunu, kentsel dönüşümün nasıl hayata geçtiğini çekecektik. Ancak sistematik olarak karşımıza çıkan polisin baskısı bir noktadan sonra usandırdı ve sonuç itibariyle o işi gerçekleştiremedik.