Ankara kültür sanat ortamında sansürü tartıştık

Susma Platformu, farklı disiplinlerden gelen sanatçılarla Ankara kültür sanat ortamındaki sansürü konuştu. 24 Aralık 2020’de serbest kürsü formatında gerçekleşen etkinliğin değerlendirmesini Ankara temsilcisi Alican Acanerler yazdı


ALİCAN ACANERLER (ANKARA)

Susma Platformu tarafından 24 Aralık 2020’de düzenlenen “Ankara Kültür Sanat Ortamı’nda Sansür” başlıklı etkinlikte başkentte yazan, çizen, üreten isimlerle bir araya gelindi. Serbest kürsü özelliğini taşıyan etkinliğin ilk kısmında Ankara’nın son beş senede geçirdiği toplumsal siyasi ve ekonomik dönüşümlerin kültür sanat ortamı üzerinde etkileri edebiyat, belgesel, tiyatro, müzik, medya gibi birbirinden farklı disiplinlerden kişiler tarafından ele alındı. Etkinliğin son kısmında ise Ankara’da üreten tüm toplulukların sorunlarını dile getirilmesi sağlandı. 

Susma Platformu Ankara Temsilcisi Alican Acanerler tarafından yürütülen serbest kürsü etkinliğine Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro bölümü eski öğretim üyesi Süreyya Karacabey, yazar Melike Uzun, belgeselci Gül Büyükbeşe ve Gazete Duvar Ankara muhabiri Serkan Alan konuşmacı olarak katıldı. 

İlk olarak Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) Tiyatro Bölümü’nden ihraç edilen Doç. Dr. Süreyya Karacabey, kentte hissedilen sansür ve otosansür politikalarına dair içgörülerini aktardı. Akademisyen ve eleştirmen Karacabey, “Azcık imkân verildiğinde içinde iktidar büyüten insandan korkalım” diyerek direnişin sadece büyük politik karar anlarının eşlik edicisi olmadığını belirtti. 

Bir sanatçının hissettiği küçük otosansür anlarının önemli olduğunu belirten Karacabey, “Asıl tehlike hem cemaatleşme hem o minik iktidarların belli kültürel alanlarda insanları içeriden zehirlemeye başladığı noktada ortaya çıkan problemler çok daha çarpıcı. İnsanların mevcut olanın dışında ya da daha üstünde bir korkuyla sanki karşı karşıyaymış gibi, kendini engellemesi, kendini ifade etmede basit şeyleri söylemekten imtina etmesi çok daha büyük bir problem.” dedi. 

“İNSANLARIN DAHA İYİ YAŞADIĞI BİR DÜNYANIN DÜŞÜNÜ KURMAK ZORUNDAYIZ” 

“Biz böyle yaşamak istemiyoruz!” diyenlerin öncüsünün tarih boyunca hep sanatçılar olduğuna dikkat çeken Süreyya Karacabey etkinlik sırasında sözlerine şöyle devam etti: “İnsanların daha iyi yaşadığı bir dünyanın düşünü kurmak zorundayım. Çünkü ben sanatçıyım… Biz gündelik olarak da Ankara’da kendimizi kötü hissedebiliyoruz çünkü burada yasaklar gözümüzün önünde, ama bu insanları sindireceğini varsaymalarına rağmen sindirmediğini fark ettiklerinde, insanların düşünmeye yazmaya devam ettiklerini burada gördüklerinde verdikleri tepki ne olacak? Bu irrasyonel akılla başa çıkılabilecek tek yöntem onunla dalga geçmektir.”

Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) son dönemde başına gelenlerden hareketle konuşmasının devamında Süreyya Karacabey, başkentteki tiyatroların önündeki en büyük engellerden birinin Devlet Tiyatroları’nın tekel durumuna gelmesi olduğunun altını çizdi. Karacabey, zor dönemlerde asıl dikkat çekilmesi gereken meselelerden birinin ise küçük tiyatro toplulukları olduğunu belirtti. Karacabey konuşmasında sözlerini “Şu an bir sürü amatör tiyatro birlikleri ne yapıyorlar? Bu mekanlar tek tek kapanmaya başladı. Ankara’da birçok genç insanın bir araya gelerek oluşturduğu topluluklar var ve ben onlara sormaya korkuyorum bu aralar ‘ne yapıyorsunuz’ demeye.” diye noktaladı. 

“GAR HEPİMİZİN BİREYSEL TARİHİNİ DEĞİŞTİRDİ, DÖNÜŞTÜRDÜ”

Süreyya Karacabey’in ardından etkinlikte söz alan Melike Uzun, Ateş Öyküleri (2010), Kürar (2014) ve Soğuk ve Temiz (2017) eserlerinin yazarı. Uzun, Ankara’yla bir edebiyatçı olarak kurduğu bağı daha kişisel bir yerden betimleyerek “bir şehirli gibi hissetmenin” üretimine olan etkisinden bahsederek konuşmasını devam ettirdi. Yazar, bulunulan mekanların birer üretim alanı olmasının hemşehriler olarak iletişimlerimizi de belirlemesinin önemini anlattı.

Uzun, Ankara’nın 1990’lardan günümüze dönüşen simgelerinin ve simge mekanlarının atmosferin değişimine gösterge olarak söylenebileceğini ifade etti. Melike Uzun Ankara’da üretim yapan bireyler için anlam değişikliğinin önemini “Aslında o dönemde kelimelerimizi yitirdim ben, sorgulamaya başladım, neden yazıyoruz, bir yandan tüm bunlar yaşanırken ahlaki bir girişime de başlıyorsunuz, suçluluk duygusu yaşıyorsunuz” sözleriyle anlattı.

Değiştirici dönüştürücü ve belki de travma yaratıcı toplumsal olayları atlatırken her şeyi açıkça yazıp söyleyebilmenin “susmamanın” pek de mümkün olamadığını belirten Uzun, tüm başkentlilerin ruh hallerinde çeşitli kırılmaların yaşanmış olabileceğini söyledi. “Her şeyi açıklıkla hiçbir zaman konuşamazsınız ama konuşulması gerekenleri konuşabildik mi? bu soruya olumsuz cevap verebiliriz.” diyen Uzun, sözlerini kurmaca metinlerdeki felaket anlatısının zor dönemlerde bir etik sorgulamaya yol açabileceğini belirterek tamamladı. 

“GAZETECİLERİN BİLGİYE ERİŞMESİ TEHLİKEYE GİRDİ”

Ardından konuşan muhabir Serkan Alan ise genel olarak kültür sanat alanındaki faaliyetleri aktarmakla yükümlü gazetecilerin son yıllarda kentte karşılaştıkları sorunları ele aldı. Pandemi pek çok üretim alanında olduğu gibi habercilik pratiklerine de yansıdı. Farklı meslek örgütlerinin ve sivil grupların hak taleplerini dile getirdikleri basın açıklamaları ve eylemleri bu dönemde de engellendi. 

Serkan Alan da söz konusu engellemelere ilk elden şahit olanlar arasında olduğunu dile getirdi. Sosyal mesafe uyarıları yapıldığı dönemde kolluğun tutumunun, “açıklama ve eylemlere salgın nedeniyle izin verilmeyeceği”, yasak olduğu söylemi üzerinden şekillenirken sahadan muhabirlerin haberi aktarma süreci daha da zorlaştı. Muhabirlerin salgın döneminde sağlıklarını düşünerek haber üretim sürecinde yaşadıklarını ve bunun bilgi aktarım sürecine olumsuz etkilerinden de bahseden Serkan Alan politika yapıcıların haber bağlamında yanıtlaması gereken soruların karşısında nasıl muhatapsızlık pozisyonu yarattığını, bunun sonunda gazetecilerin yanıt alamayacağını düşünerek soru sormaktan ve sorgulamaktan çekinir pozisyonuna da değindi.

“BELGESELCİLİK AYNI ZAMANDA HAKİKAT İŞÇİLİĞİDİR”

Serkan Alan’ın ardından söz alan belgeselci Gül Büyükbeşe ise daha önce TRT Ankara Televizyonu, Program Müdürü olarak görev yaptı ve TRT’de yönetmen olarak çalıştı. Halen bağımsız belgeselci olarak film yapmakta. Türkiye’de yakın tarihte yaşanan katliamların anlatıldığı “Ölüm Ne Yana Düşer Usta” isimli belgesel filmin yönetmenliğini yapan Gül Büyükbeşe, devletin yalanla olan imtihanında gerçeklere bizi yaklaştırmak için belgeselciliğin aynı zamanda bir hakikat işçiliği olduğunun altını çizerek konuşmasına başladı. Büyükbeşe, konuşmasında hakikatin silikleştiği son yıllarda olayları hızlıca belgelemek adına belgeselciliğin zorluklarından bahsetti. 

2015’te yaşananların kent hafızasında adeta bir “kristal gece” gibi capcanlı durduğunu söyleyen Büyükbeşe, Eylül 2015’te HDP İl Binası’na yapılan linç girişimi ve aynı gün Beypazarı’ndaki mevsimlik tarım işçilerine yönelik linç girişimlerinin sinemacı kimliği için de dönüştürücü bir noktada olduğunu belirtti. Gar Katliamı’nın dava sürecinden de bahseden Büyükbeşe konuşmasının son kısmında Sibel Tekin’le beraber hazırladıkları belgeselin yapım aşamasında karşılaştıkları zorlukları anlattı. Yönetmen Gül Büyükbeşe etkinlikteki sözlerini şöyle noktaladı:

“Belgesel yapısı gereği muhaliftir, sansüre açıktır. Hatta öyledir ki sansürle uğraşan belgeselci/sinemacıların yaptıkları ettikleri de sansürlenir. Sansürle mücadeleniz de bir sansür meselesine dönüşür.”

“MÜZİSYENLERİN SAHNE ALACAKLARI MEKANLAR ARTIK NEREDEYSE KALMADI”

Etkinliğin en son bölümünde ise bir serbest kürsü ortamı oluşturuldu ve Ankara’da üretim yapan müzisyenlerden Ulaş Akyol, kentteki müzisyenlerin son beş yılda yaşadıkları zorlukları dile getirdi. Ankara’nın mekanlarının ve eğlence anlayışının değiştiğinden dem vuran Akyol, Kızılay-Sakarya-Konur ekseninde daha önce sahne alabildikleri tüm mekanların yavaş yavaş yok olduğunu, müzisyenlerin var olabileceği herhangi bir yerin artık neredeyse kalmadığını söyledi.

Etkinlik genelinde üzerinde en çok durulan konulardan biri olan “yitip giden mekanların” birbirinden farklı alanlarda üreten her kesimi çok yakından ilgilendiren bir sorun olduğu da böylelikle ortaya çıkmış oldu. 

Ankara kültür sanat ortamı hakkındaki etkinliğin devamını izlemek ve konuşmacılar hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorsanız Susma Platformu’nun YouTube kanalından bizi takip edebilirsiniz: