“Sansürü aşma yöntemlerinin yaygınlaşması gerçeğe duyulan ihtiyacı açığa çıkarıyor”

OHAL ve referandum sonrasında daha yoğun erişim engeline maruz kalan 16 yıllık haber portalı Sendika.Org’a yönelik baskı ve sansürü sitenin editörlerinden Çağlar Özbilgin anlattı.


ÖZLEM ALTUNOK

 

Defalarca erişim engeline maruz kalan Sendika.Org geçen hafta İstanbul ofisine yapılan bir baskınla bir kez daha kapatıldı ve editörlerinden Ali Ergin Demirhan gözaltına alındı. Bu röportaj gerçekleştiğinden bu yana iki kez daha kapatılarak Sendika34.Org adresinden yayına devam eden haber sitesinden Çağlar Özbilgin’e ulaştık, son dönemde Sendika.Org’a yönelik yoğun baskının nedenlerini ve yapılabilecekleri konuştuk.

Erişim engellerinin içeriğin yanı sıra usul yönünden de hukuksuzluk ve keyfilik taşıdığını vurgulayan Özbilgin, ilk erişim engel kararını yaklaşık 1,5 yıl önce Anayasa Mahkemesi’ne götürdüklerini ancak yanıt gelmediğini, yakın zamanda konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyacaklarını söylüyor.

Özellikle OHAL sonrası herhalde en çok kapatılmaya maruz kalan haber portalı Sendika.Org. Sitenin 32. kez açıldığını da göz önünde bulundurursak yeni bir sansür ve susturma yöntemi olarak erişim engeli ne kadar geçerli bir yöntem? Erişim engeli bir ifade özgürlüğü ihlali zaten ama aynı zamanda başka yaptırımları da var mı?

Temmuz 2015 itibariyle başlayan süreçte Dicle Haber Ajansı’na 48 defa erişim engeli gelmiş, ajans OHAL ilanı sonrası KHK ile kapatılmıştı. Henüz DİHA’nın rekoruna erişemedik ama “OHAL sonrası” diye düşünürsek, halkın haber alma hakkı, basın ve ifade özgürlüğü için “trajik” diyebileceğimiz bu rekoru elimizde bulunduruyoruz. Öyle ki şu birkaç gün içinde bile iki kere daha kapatıldık ve Sendika34.Org’a ulaştık.

“Erişim engeli” dediğimiz yöntem, kendi içerisinde birden çok ihlali barındırıyor. Sizin de belirttiğiniz gibi her şeyden önce bir ifade özgürlüğü ihlali. Yanı sıra basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı ihlali. Ve fakat bunlarla sınırlı değil. Örneğin erişim engellerinin bazılarında bir mahkeme kararı olmadığına tanık olduk. Sitemiz erişime engelleniyor, kararı görmek üzere BTK’nın sitesindeki Erişim Engeli Sorgulama bölümüne giriyoruz ancak karşımıza “Bir karar olmadığı” yazısı çıkıyor. Bu mahkeme kararlarının 1-2 gün sonra alındığını görüyoruz. Dolayısıyla erişim engelleri içeriğinin yanı sıra usul yönünden de hukuksuzluk ve keyfilik örneklerini barındırıyor. Son olarak, her erişim engeli yeni bir site adresi gerekliliği, doğalında maddi külfet doğuruyor. Bir, iki adres diye düşündüğümüzde basit gelebilir ama son 20 günde 17 defa kapatıldığımız ve bunun böyle devam edeceği düşünüldüğünde erişime engelinin bir sonucu da maddi yaptırım anlamına geliyor.

Tüm bu etkilerine karşın erişim engellerinin “gerçeğe ulaşma” ve “gerçeği aktarma” yolunda geçerli, kesin bir sansür yöntemi olduğunu düşünmüyoruz. Sendika.Org’un 33 defa erişim engeli getirilmesine karşın 34 defa açılması, okuyucu kitlesini koruyor olması, yine internet ortamında pek çok sitenin benzer çözüm yöntemlerine başvurması, VPN, TorBrowser gibi sansürü aşma yöntemlerinin yaygınlaşması gerçeğe duyulan ihtiyacı açığa çıkarıyor. Bu ihtiyaç var oldukça, bu sansür yöntemleri işe yaramayacaktır.

Şimdiye kadar yaşadığınız engellenme vakalarının gerisinde temel olarak muhalefet yapmak yatıyor, peki şimdiye kadar size sunulan gerekçeler nelerdi, bugüne gelinen süreci, Sendika.Org’a baskın yapılan güne kadar olan süreci aktarır mısınız?

Sendika.Org adresimize erişim engeli 25 Temmuz 2015’te getirildi. O tarihten bu yana verilen 33 erişim engeli kararının tümü BTK’nın (OHAL ile kapatılmadan önce TİB’in) 5651 sayılı kanunun 8/A maddesine dayandırılan “idari tedbir” kararları ile bu kararlara imza atan Sulh Ceza Hakimlikleri kararları yoluyla oldu. İlgili kanunun 8/A maddesi “Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi” başlığıyla düzenleniyor. Maddenin içeriği “milli güvenlik”, “kamu düzeninin korunması, “suç işlenmesinin önlenmesi” gibi öylesine genel ifadelerle düzenlenmiş ve ilgili kuruma öylesine geniş yetkiler verilmiş ki erişim engeli kararının somut bir sebebe, kıstasa tabi olması olanaksızlaşıyor.

Bir içeriğin suç unsuru taşıması durumunda usulen öncelikle o içeriğin yayından kaldırılması istenmelidir. Oysa o dönem TİB’den, bu dönemse BTK’dan böyle bir talep hiçbir zaman gelmedi. Biz, ilk erişim engeli sonrasında o dönem kararı alan TİB’e bu “idari tedbir”in hangi somut içeriğe ilişkin olduğunu sorduğumuzda da “Gerekli belgelerin mahkemeye verildiği” yanıtını aldık. Aynı soruyu mahkemeye sorduğumuzda ise kendilerine böyle bir belgenin gelmediğini öğrendik. İlk erişim engel kararını Anayasa Mahkemesi’ne götürdük ancak aradan geçen 1,5 yıldan uzun sürede oradan da henüz herhangi bir yanıt gelmedi. Yakın zamanda konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyacağız.

Kısacası erişim engelleri; TİB/BTK’nın ilgili yasa maddesinin tanıdığı keyfiliğin sonucunda, somut hiçbir sebebe dayanmayan, Sulh Ceza Hakimlikleri’nin ise bir “noter” misali altına imza attığı kararlar sonucunda yaşanıyor.

Sadece referandum sürecinde 17 günde 17 erişim kez engeli oldu siteye ve 19 Nisan’da büroya polis baskını sonrasında editör Ali Ergin Demirhan referandumda oylama sonucunun meşru olmadığını göstermeye çalıştığı gerekçesiyle yedi gün gözaltında olacağını biliyoruz. Başka bir gelişme var mı?

Dosyada gizlilik kararı olduğu için Ali Ergin Demirhan hakkındaki suçlamanın içeriği ve dosyanın kapsamına dair bilgi alamıyoruz. Ali’nin 7 gün ne gibi bir gerekçeyle gözaltında tutulduğunu bilmiyoruz. Baskın ve gözaltı sonrasındaki tek gelişme, sitemize günlük erişim engellerinin kesintiye uğramadan devam etmesi.

Sendika.Org’u diğer haber sitelerinden ayıran özellikler neler, neden özellikle bu kadar yükleniliyor?

Sendika.Org, 16 yıldır arkasında hiçbir devlet ya da sermaye desteği olmadan ilmek ilmek örülerek bugünlere geldi. İşleyiş bakımından; teknik altyapısından yazınsal üretimine kadar bütünüyle gönüllü emeğe ve öz finansmana sırtını dayadı. İçerik bakımından ise halkın hakları için yürüttüğü mücadelelerin, hak arayışlarının, eşitlik, özgürlük ve barış taleplerinin sesi oldu. Yayınlarını kimi zaman Tekel işçilerinin direniş çadırlarında, kimi zaman Gezi Parkı’nın içinde, kimi zaman IŞİD vahşetine direnen Kobanê halkının yanı başında yaptı. Gerçekleri sunmanın, halkın haber alma hakkının, basın özgürlüğünün, demokrasi mücadelesinin olmazsa olmazlarından olduğunu savundu ve yayınlarını bu çizgiye göre sürdürdü. Ve tabii ki referandum sürecinde tüm bu taleplerin karşılık bulduğu “Hayır” çizgisinde yer aldı, “Hayır”cıların sesini ve çalışmalarını sitesine yansıttı.

Sanıyorum tüm bu saydıklarım Sendika.Org’a neden bu kadar yüklenildiği sorusunun apaçık yanıtı.

Bu süreçte diğer medya kurumları ya da demokratik kitle örgütlerinden destek gördünüz mü? Medya alanındaki dayanışma ağları ne durumda?

Türkiye’de tutuklu gazetecilerin sayısı 160’ın üzerine çıkmış, kapatılan basın-yayın organlarının sayısı 200’e dayanmış, işsiz kalan basın emekçilerinin sayısı binlerle ifade edilir hale gelmişken yalnız kalmaktan kim söz edebilir ki…

Erişim engelleri, büro baskınları, gözaltılar, davalar vb. uygulamaların hemen hemen tümünde yalnız olmadığımızı gördük. Benzer uygulamalarla karşılaşan yayın organlarıyla her daim irtibat ve dayanışma içerisinde olduk. Basın-yayın alanındaki emek ve meslek örgütlerinden de basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkını savunan demokratik kitle örgütlerinden dayanışma mesajları ve ziyaretleri aldık.

Medya alanındaki dayanışma ağlarının eksiklikleri yok değil elbette ama “gerçeğin bilgisini halka ulaştırma” diye özetleyebileceğim, kökleri yüzyıllara dayanan en temel ilke çerçevesinde yan yana gelme iradesi yok edilemedi, edilemez de.

Halihazırda az sayıda olan muhalif medyanın susturulmaya çalışılması ve gazetecilere dönük baskıların devam etmesi nelere yol açar, ne yapılmalı?

Medyaya yönelik baskılar, demokrasinin işlerliği bakımından turnusol kağıdı işlevinde. Haliyle baskıların artması, demokrasinin gerilemesi anlamına gelir. Buna karşın toplumlar tarihi göstermiştir ki; her baskı, karşısındaki direnme eğilimlerini büyütür.

Yapılması gereken açık; baskılara karşı kalemlerimizle, klavyelerimizle, kameralarımızla kah masa başında kah sokakta direnmek. Dayanışma ağlarını ilmek ilmek örmeye devam etmek. Ve elbette ki gazeteciliğin özündeki “gerçeğin bilgisini halka ulaştırma” mücadelesinin demokrasi mücadelesinden ayrı düşünülemeyeceğinden alınan güçle, gerçek ne ise onu yazmaya, söylemeye, göstermeye devam etmek…