Meltem Şahin: “Yaptığım işlerde sansür konusunda geri adım atmamaya, eğer engellenirsem söylemek istediğimi söyleyecek başka yöntemler bulmaya özen gösteriyorum.”

Sanatçı ve tasarımcı Meltem Şahin, Susma Platformu’na verdiği röportajda yaşadığı baskı ve sansürü, kendi sanatsal üretim sürecine etkilerini anlattı


1- Birkaç ay önce Instagram paylaşımında yaşadığınız baskı ve sansürden bahsetmiştiniz. Aynı zamanda içinde sizin de işlerinizin olduğu Artİstanbul Feshane’deki sergi de saldırıya uğradı. Yaşadıklarınızdan bahseder misiniz?

Türkiye’de daraltıcı bir sosyo-politik iklimde sansürle karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunun farkındayım. Her ne kadar kendimi bu olasılığa hazırlamış olsam da, sansürle boğuşma deneyimi bazen duygusal olarak beni etkileyebiliyor. Bu yıl Tivibu kanalına bağlı Habitat TV platformunda yayınlanması planlanan “Dışarıdakiler” isimli belgesel serisindeki bir bölüm, illüstrasyonlarım ve onlara yaklaşımım üzerine olacaktı. Çekim ve içerik üzerine planlamalarımızı yaparken bir anda yönetmenden aldığım üzücü bir maille proje iptal edildi. Belgeselin yayından kaldırılma gerekçesi, queer ve kadın haklarını kapsayan konuları samimi bir şekilde ele almam ve eserlerimde çıplaklığa yer vermemdi. Aynı dönemde, çok takdir ettiğim bir küratörün TRT Belgesel ve TRT2 kanallarında yayınlanan iki ayrı belgeselinde, benim eserlerimden bahsettiği kısımların bu kanallar tarafından, bahseden kişiye sorulmadan kurguda atılıp yayınlandığını öğrendim.

Bütün bunlar olurken, bir de Feshane’ye yapılan saldırılar gerçekleşti. Bu sergide PMS Project x GIPHY Arts projesi için ürettiğim Çiçek İpliğine Bağlı adlı mono-baskı animasyonum yer alıyordu. Sergide LGBTİ+ propagandası, polis düşmanlığı ve cinsel içerikli tabloların bulunduğunu iddia eden islamcı bir grup, sergiye iki ayrı saldırı düzenlendi. Aynı grup tarafından yayınlanan videoda sanatçılar ve işleri tek tek hedef gösterildi. İlk saldırıdan hemen sonra basında serginin kapatıldığı yazılsa da, Feshane ekibinden aldığım bilgiye göre sergi zaten bayram dolayısıyla kapatılıp, sonrasında tekrardan açılacaktı. Serginin tekrar açılması ile ikinci saldırı gerçekleşti.

Hem Tivibu, TRT 2, TRT Belgesel tarafından işlerime uygulanan sansürler, hem de Feshane’ye yapılan bu saldırılar ile birlikte, giderek yaygınlaşan inceleme ve sansür iklimi, yaratıcı isteklerimin gerçekleşmesi önünde zorlu bir engel oluşturuyor. Son zamanlarda, var olma mücadelesi veren bir sanatçı olarak, bu ülkede yaşadığım baskı ve sansür ile ilerlemek, bazen beni daha fazla yaratmak için kamçılarken, bazen de içime kapanmama ve yeni işler üretememe neden oluyor.

2- Son zamanda yaşananlar üzerinden kültür sanat sektöründe birçok eleştiri ve diyalog da başladı. Bir sanatçı olarak sizin deneyiminizde buradaki öznelerin tutumunu nasıl buldunuz? Sansür mekanizmasının işleyişinde aslında sadece hedefte olan sanatçının kendisi değil, etrafındakiler ve birlikte çalıştığı kurum, mecra ya da kişiler de oluyor. Bu durumu nasıl deneyimlediniz?

Geçtiğimiz ay, 18. Istanbul Bienali’nin küratör seçiminde, danışma kurulunun oy birliği ile seçtiği Defne Ayas yerine Iwona Blazwick’i tercih etmesi ve bu kararı yabancı basından öğrenip IKSV’den ele tutulur hiçbir açıklama duymamamız bağımsız sanat ve tarafsız eleştireden ne kadar uzaklaştığımızı gösteriyor. Buna destek olarak kuruldan birden fazla kişi ayrıldı. Beni en çok etkileyen Esra Sarıgedik Öktem’in İKSV koordinasyonunda gerçekleşen Venedik Bienali Türkiye Pavyonu küratörlüğünden Defne Ayas’ın görevden alınmasına da değindiği bir açıklamayla istifa etmesi oldu. Öktem, Gülsün Karamustafa’nın 60. Uluslararası Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’na davet edilmesinin hemen ardından, serginin küratörü olarak tayin edilmesini profesyonel hayatının en sevinçli, olağanüstü heyecan duyduğu, en onur verici anı olarak tanımlasada, inandığı değerler ve daha fazlası uğruna istifa etmek zorunda kaldı. Bence burada üzücü olan kültür sanat sektöründe kurumların inisiyatif almamasi ve sanatçıların çok sevdikleri ve kendi kariyerleri icin çok önemli olan basamakları adaletsizlik ve haksızlık gibi sebepler ile kişisel olarak sorumluluk alarak bırakmaları.

Kurumların bu konulardaki yetersizliğine bir başka örnek de, seneler önce yakın bir sanatçı arkadaşımın yaptığı işler üzerinden pedofili ile suçlanıp, büyük bir linç başlatılıp, dava açılması. Tüm bu olayların patladığı gün arkadaşımın röportajlarına, işlerine yer veren neredeyse tüm kurumlar, sanatçıya karşı başlatılan karalama kampanyasında sanatçıya destek olmak yerine, sanatçıyla olan içeriklerini internetten kaldırmışlardı. Bunun sonrasında sanatçı, internetten çok değerli işleri ve sözleri ile silinip, bu yerini sadece pedofili haberleri ve nefret mesajlarıyla dolu bir sanatçıya bırakmıştı. Burada neyse ki diğer kurumların aksine sanatçının bağlı olduğu Galeri Nev, sanatçının davasını üstlenip, sanatçıya arka çıkmıştı. Tüm bu olaylar patladığında, günlerce arkadaşıma ulaşamamıştım ve çok korkmuştum. Bu korku en başta arkadaşımla ilgili olsa da, sonradan yerini benim bu ülkedeki geleceğimle ilgili korkuya bıraktı.

Türkiye’de sanat kurumları ve müzelerinin birçoğu kısmen devlet tarafından finanse ediliyor. Sosyal medyada danışmayı göstermek için paylaşılan gökkuşağı sembollerini bile kullanmayan İstanbul’un büyük sanat kurumları LGBTQİ+ hakları konusunda uzun zamandır sessiz kalıyor. Kültür yöneticisi ve program küratörü Emre Erbirer Argonotlar’da yazdığı “İstanbul Modern bize yeni ne söylüyor?” başlıklı yazısında bu konuya şöyle değindi: “Onur Ayı’na denk gelen günlerde yeniden açılan müze, henüz çeşitliliği teşvik ettiğine dair de hiçbir emare göstermiyor. 2014 yılında 10. kuruluş yılını kutlayan İstanbul Modern’in, yeni yaşına Sarkis’in Gökkuşak adlı çalışmasıyla girdiği ve ziyaretçilerini Gökkuşak altında fotoğraf çektirmeye ve sosyal medyada #gökkuşakaltındayım etiketiyle paylaşmaya davet ettiği günler geride kalmış gibi görünüyordu.” Bu ve bunun gibi deneyimlediğimiz ve gözlemlediğimiz örnekler bize özellikle kültür ve sanat alanında hükümet baskının ne kadar etkili olduğunu ve sanatsal ifade özgürlüğünün tekrar kazanılması ve korunması için taleplerimizi ve isteklerimizi arttırmamız gerektiğinin vurgusunu yapıyor.

Bir yandan Türkiye’de bunları yaşarken tüm dünyada da sağa kayış, muhafazakâr kesimin yükselişi, sansürün artmasını görüyoruz. Bunu sadece devletler nezdinde değil, aynı zamanda dünyanın en büyük şirketlerinden olan Instagram ve Facebook gibi şirketlerde de görüyoruz. Örneğin; Hülya Serap Doğaner’in “Leyla ile Şirin” adlı iki kadının aşkını anlattığı kitabından esinlenerek yarattığım “Leyla, Şirin ve Aslı” isimli çizimim Instagram tarafından kaldırıldı. Doğaner’in bu kitabı, klasik Türk edebiyatında ve Türk halk edebiyatında sıkça işlenen iki ayrı aşk macerası Leyla ile Mecnun ve Ferhat ile Şirin kitaplarındaki cinsiyet kalıplarının dışına çıkan ve daha kapsayıcı bir temelde inşaa edilen bir dünya. Benim çizimimde ise Aslı’nın da aralarına eklendiği 3 kadını çıplak bir şekilde birbirine sarılırken görürüz. Bu çizim şiddet içermemesi ve pornografik olmamasına rağmen, Instagram tarafından topluluk kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle kaldırıldı. Ben de Instagram’dan işimin kaldırılmasının değerlendirilmesini istedim ve isteğim yine reddedildi. Daha sonrasında da Instagram ve Facebook’un çalıştığı denetleme kurulu olan the Oversight Board’a itiraz edip, durumumu anlattım.The Oversight Board Facebook ve Instagram’ın çevrimiçi ifade özgürlüğüyle ilgili en zor sorulardan bazılarını yanıtlamasına yardımcı olmak için oluşturulmuş, Instagram tarafından kısıtlanan paylaşımların tekrar gözden geçirilmesi ve bir yanlışlık durumunda kısıtlanmanın kaldırılmasına karar veren bir kurul. Bu kurula başvurduğum dosyam değerlendirilmeye bile alınmadı. Leyla, Şirin ve Aslı işim dışında, Islandman grubunun Aşık Veysel’in “kara toprak” adlı eserinin coverının lansmanı için yarattığım Instagram filtresi de aynı şekilde kaldırıldı. 2017 yılından beri yürüttüğüm PMS konularının işlendiği ve farklı sanatçıların giflerinin sergilendiği PMS hesabım ve ona bağlı olan şahsi hesabım da yine Instagram tarafından reklama kapatıldı. Daha sonrasında Meta sanatçıları arasına seçilmem ile birlikte hesabımdaki kısıtlama kaldırıldı. Bu kısıtlama sadece sosyal medyadaki varlığım üzerinden görülmemeli, Instagram gibi platformlar sanatçıların portfolyoları, sanal dünyadaki yüzleri haline geldi ve bu yeni dünyada var olabilmek için benim de kendi görünürlüğümü korumam ve haksız kısıtlamalara karşı durmam, kendimi işlerimle özgürce ifade edebilmem açısından çok büyük önem taşıyor.

3- Uğradığınız sansüre dair alanda nasıl bir dayanışma pratiği işliyor? Ya da işliyor mu? Diğer sanatçılar ya da sanat kurumları nasıl tepki verdi?

Ben Tivibu, TRT2 ve TRT Belgesel ile yaşadıklarımı kendi sosyal medya hesabımdan hikaye olarak paylaştığımda tanıdığım, tanımadığım çoğunluğu yaratıcı endüstrilerde çalışan yüzlerce insandan sevgi, destek mesajları ve paylaşımlar geldi. İçinde bulunduğumuz bu sansür ortamına bazıları benimle üzülmüş, bazıları da benimle sinirlenmişlerdi. “Umarım annem dinlemez” ve mezun olduğum Bilkent Grafik Tasarım bölümü haricinde, başka kurumlardan, platformlardan ya da yapılardan hiçbir destek gelmedi. Yine de bana sadece bireylerden gördüğüm destek bile inanılmaz iyi geldi, ve içimde tekrardan bu sisteme rağmen devam etme istediği buldum.

Feshane’deki sergideki olaylar için ise, Karşı Sanat Çalışmaları önderliğinde bağımsız sanatçılar, küratörler ve yazarlar, kamusal aktörler olma sorumluluğuyla, ortak bir kent bilinci etrafında bir araya geldi. Bu dayanışma sonucunda ise kamuoyuna şu sekilde bir açıklama yapıldı: “Kültürel farklılıklar üzerinden kurulmadığı açık olan saldırgan dilin ve eylemin seçim süreciyle bağlantısını farkındayız. Eleştirimizi tüm ülkeye ve gündelik yaşama hakim olan ve giderek şiddetlenen kültür politikasına yöneltiyoruz. Gelenek, inanç, yerellik savunusu ile ilgisi olmayan saf vandalizme karşı kalıcı ve geniş tabanı bir reddiyenin düşünce özgürlüğü savunusu zemininde inşa edilebileceğine inanıyoruz. Bu konuda hukuki haklarımızı kullanmaya kararlıyız.” Yazılı basında sıkça gerici grubun söylemlerine ve sergiye açtığı davalara yer verilirken biz sanatçıların ve sanat kurumlarının saldırıya yönelik yaptığı bu açıklama basında yer almadı. Ben özellikle haklarımızı arayacağımızın unutulmaması ve yazılı basında daha çok vurgulanması gerektiğininin üstünü çizmek istiyorum.

4- Toplumsal cinsiyet eşitliği ve queer hakları konularında çalışan bir sanatçı olarak, bu alandaki spesifik sansür hakkında neler söyleyebilirsiniz? Son dönemde bu alanda üretilen işlere “ahlak”, “müstehcenlik” gibi kılıflarla hedef gösterme ya da dava açmaya varan biçimlerde sansür getirilmeye çalıştığını görüyoruz. Sizin deneyiminizde bu sansür ne tür mekanizmalar üzerinden işliyor ve üretim aşamasında sanatçılar üzerinde en azından sizin üzerinizde otosansür yaratıyor mu? Yaratıyorsa bununla nasıl başediyorsunuz?

Kendimi bilinçli veya bilinçsiz olarak oto-sansürlemek en korktuğum şeylerden biri. Yaptığım işlerde sansür konusunda geri adım atmamaya, eğer engellenirsem söylemek istediğimi söyleyecek başka yöntemler bulmaya özen gösteriyorum. Geçtiğimiz yıllarda ünlü bir krem markasının 8 Mart Kadınlar Günü için seçtiği kampanya sloganı “Ellerine Sağlık”tı. Ben marka ve aradaki ajansa, bu söylemin alçaltıcı, tüm kadınlara domestik bir yerden yaklaşan bir söylem olduğunu ve genellikle bu deyimin yemek sonrası kadınlara söylendiğine işaret etsem de, marka bunu kabul etmeyip bunun her türlü emekçi kadının emeğine saygıyı ifade ettiğini iddia etti. Ben de bu söylemdeki algıyı, illüstrasyonumla değiştirebileceğime inanıp, projeyi kabul ettim ve her elinde farklı kesimlerden, iş kollarından kadınları temsil ettiğim 6 kollu bir kadın illüstrasyonu yaptım. Kadının ellerinden birinde tokmak vardı ve marka tokmakla adalet sistemini eleştirdiğimi düşünüp, tokmağı kaldırmamı isterken, elini yumruk yapıp havaya kaldırmış bir diğer koldaki trans sembolü dövmesini, trans sembolünü bilmedikleri için kaldırmamı istemedi. Burada bir yerden sansür yerken başka bir yerden queer ve kadın bireyler olarak kendi mücadelimizi devam ettirmeye çalıştım. Bu yaşadığım durumu özetler niteliğinde, Londralı illüstratör Bee geçtiğimiz pride ayında, benim de kişisel olarak desteklediğim “Queer kurtuluş gökkuşağı kapitalizmi değil” diye bir içerik paylaşmıştı. Pride ayında da, 8 Mart’ta da markaların gökkuşağı veya 8 Mart kapitalizmi adına tasarımcıları, illüstratörleri para kazanacağı bir pazarlama aracı olarak görme eğilimi bu alanlarda çalışan sanatçılar olarak karşımıza çok çıkıyor.

Bir yandan art-washing, gökkuşağı kapitalizmi gibi yerlerden konuşurken, aslında Türkiye’de çok daha farklı bir seviyedeyiz, kültür kurumları Pride’ı bile kutlamaz, kutlayamaz hale geldi. Ben de yıllardır sansür altında yaşamaya ve eserler üretmeye çalışmaya devam ederken, bir yandan da işlerimin temasını, odağını da sansürün kendisine çevirdim. Örneğin “O halde” 2016 yılında OHAL ilan edilmesinden sonra ürettiğim bir eser. O halde içinde bulunduğumuz ülkede kötülüğün sıradanlaşmasıyla, baskının ve umutsuzluğun etrafımızı sarmasıyla, ne bir adım ileri ne de bir adım geri adım atamamızın, farklılıklarımızdan vazgeçip aynılaşmamızın, susmamızın, eylemsizliğimizin anlatımıdır. Artırılmış gerçeklik teknolojisini kullandığım bu eserde, çıplak gözün gördüğü kalıplaşmış, sıkışmış heykeller, telefon uygulamasında canlanır. Ama bu canlanmada izleyici, umut vadedici bir canlanmadan ziyade mahsur kaldığımız, bitmek bilmeyen döngüde takılıp kalmamızı gözlemler. 2017 yılında ürettiğim “Ak Leke” adlı işimde ise, otokrat bir cumhurbaşkanı tarafından yönetilen hükümetin baskıcı rejimi hakkında 3 sanat eserinden oluşan bir set. Bu üç eserle, bireyin baskıcı rejimden çektiği acıları, uğradığı sansürleri, fikirlerinin dönüşümünü, motivasyonlarını kaybetmelerini ve bozulan ruh sağlıklarını tasvir etmeye çalıştım. İzleyiciler lentiküler baskı teknolojisi sayesinde eserlerin yanından geçerken bu dönüşümü adım adım gözlemleyebildiler. Sağlarına doğru yürürlerse; her şey ters gidiyor, sollarına doğru yürürlerse; her şey normale dönüyor. Yaşadığımız dönem ve içinde bulunduğumuz sosyo-politik ortamdan etkilenmemek benim için oldukça zor, bu da eserlerimin ortaya çıkış nedeninden kullandığım sanat tekniğine kadar etkili oluyor. Bir nevi toplumsal meseleler odağında işler üretmek benim bir sanatçı olarak sansür ve baskıya direnme ve bunlarla baş etme yöntemim haline geldi.

5- Son olarak, Türkiye’de kültür-sanat alanında çalışan özel kurumlar, kamu kurumları ve sivil toplum örgütleri, sizce, sizin gibi sanatçılara ne kadar destek olabiliyor? Sanatçıların bu sansür ve otosansür sarmalında ihtiyaçlarına destek olabiliyor mu? Bu konuda bir öneriniz, ya da olumlu bulduğunuz bir yöntem var mı?

Şu an Türkiye’deki baskıcı rejimde ve kötü ekonomide sanatçıların ve örgütlerin ayakta kalma mücadelesi verdiğini düşünüyorum. Otosansür ile var olmak veya sansüre karşı durup yok olma tehlikesi ile her an karşı karşıya olmak gibi iki seçenek söz konusu. Bu tarz bir korku ortamı bazı marka ve kurumların sanatında özgürlüğe, çeşitliliğe ve toplumsal meselelere yer veren sanatçılarla çalışmaktan çekinmesine sebep oluyor, bu da ekonomik sürdürülebilirliğimizi sağlamada büyük bir engel teşkil ediyor. Sansürden korkmayan sivil toplum örgütleri ve kurumların sanatçıların karşılaştığı bu var olma mücadelesine sessiz kalmamaları ve destek olmaları gerektiğine inanıyorum. Bir yandan da sansüre ve her türlü baskıya karşı gerçek bir zafer, ancak her biri spesifik konularda işler ve sanat politikaları üreten kurumlar ve örgütlerin gerçek anlamda omuz omuza olmasıyla kazanılabilir. Bu açıdan ifade özgürlüğü kısıtlamalarına karşı çalışan SUSMA platformu gibi kurumlar ve örgütler çok önemli bir yer taşıyor.

 

Meltem Şahin sanatçı ve tasarımcıdır. Fulbright bursuyla gittiği Maryland Institute College of Art’ta illüstrasyon üzerine yüksek lisans yaptı. Eserleri 30’dan fazla sergide gösterilen Meltem’in animasyonları 7 ülkede gösterildi ve gifleri 250 milyondan fazla kez görüntülendi. İllüstrasyonları, Society of Illustration, American Illustration, Bologna Çocuk Kitapları Fuarı, 3×3 ve Applied Arts’ta ödül aldı veya seçildi. “P is for Pussy” adlı kitabı başta Huffington Post ve BuzzFeed olmak üzere birçok yabancı basında yayımlandı. PMS adlı artırılmış gerçeklikli serginin küratörlüğünü yaptı. Video işi “sketches with+for+from ai” Londra’daki Ulusal Galeri’nin kalıcı koleksiyonuna seçildi. Apple, Meta ve Giphy Meltem’in çalıştığı şirketler arasında bulunuyor.