“Makas Bayramı”na taş koymak

“İşin en sinir bozucu yanlarından biri, sansürcü sistemin üzerimizde kurduğu baskı evrenini bize bir bayram kılığında, bir kutlama, bir kurtuluş gibi sunması. Hiçbir Makas Bayramı’na katılmayacağız, biz o bayrama taş koyacağız”


NAZIM HİKMET RİCHARD DİKBAŞ

“Rüyamda ‘Makas Bayramı’ diye bir şey vardı ve ben katılmak zorundaydım. (…)” Gülçin Aksoy 3.12.2014, Twitter

Sansür, yani bir iktidar odağının elindeki gücü kullanarak, belirli gerekçeler öne sürerek bir iletişim biçimini sınırlaması: Bazen toplumun kendi kimliğinin bir parçası sanacağı kadar derinlere kök salmış bir “kurucu sansür” kisvesinde, bazen son dönemde sık tanık olduğumuz şekliyle değişen toplumsal şartların ve iktidarların çıkarlarının uygun gördüğü yeni yeni biçimlerde karşımıza çıkıyor, kısıtlıyor, yargılıyor, cezalandırıyor.

Sansür, Susma Platformu’nun 2024 raporunda örneklerini gördüğümüz üzere, mekânın “sahibi” bir ilçe belediyesinin muhtarlara vereceği bir yemek daveti için bir sergiyi iptal etmesi gibi “organizasyonel” sebeplerle yapılacak kadar kaba ve basit olabiliyor ya da iktidarın değişen, yoğunlaşan, odaklanan stratejik amaçları uğruna kalıcı, uzun süreli bir hâl alabiliyor. Yine raporda örneklenen, bu toprakların tarihinin utanç sayfalarıyla yüzleşmenin bahsini bile duymamak için bir radyoyu kapatmak ya da LGBTİ+ hareketinin kendini anlatarak güç kazanacağı sergilerin yapılmasını; cinselliğin, toplumsal cinsiyetin iktidarın giderek daralan bakışından farklı biçimde algılanmasını ve anlatılmasını engellemek gibi son dönemde daha sık gördüğümüz biçimlerde de karşımıza çıkabiliyor.

Fiili engellemenin yanı sıra hukukun araçsallaştırılarak sanatsal üretimi hedef alması da sansürün günümüzde oldukça kapsamlı bir şekilde uygulanan bir başka yöntemi, zira ifade biçimleri sansürlenenler kendilerini sık sık adliye koridorlarında buluyorlar. Ancak sansürün en güçlü işlediği yollardan biri de kişinin ve grupların giderek toplumun zihnine ve eylemine getirdiği ketlenme; yani otosansürün doğması, büyümesi, gelişmesi ve yine kişiden kişiye, topluluktan topluluğa yayılması. Peki otosansür tam nerede doğuyor, hangi kavşaklarda gelişiyor? Ve devamında, otosansürü kırmak ve önüne geçmek için nasıl bir bilinç ve farkındalık geliştirmeli, ne yapmalı?

Sanatların kolay kolay birbirinden ayrılabileceğine inanmasam da bu yazının çerçevesine sadık kalmak adına görsel sanatların, günümüzde nasıl “yaratıldığına” bakalım. Sanatın yaratıldığı süreci/ortamı anladığımızda, otosansürün nerede devreye girdiğini, nerede irade kırdığını, nerede susturduğunu anlamak mümkün olacak. Nerede dedim, evet, yaratma eyleminin yol haritasında hem bir an hem de konumlu bir yer otosansür karşı-eylemi. Yeniye, henüz keşfedilmemişe, henüz söylenmemişe, henüz resmedilmemişe yönelen sanat eylemine karşı, “keşfetme, sus, bırak kapalı kalsın” diyen bir karşı-eylem otosansür ama o da bir eylem, bir kararın hatta kararlar dizisinin sonucu; bu kararlar dizisinin tekrarıyla yaygınlaşan bir kişisel-grupsal-toplumsal sinme hali.

Yaratıcılığın kaynakları nerededir? Görsel sanatçılar için bu kaynak etraflarındaki öğrendikleri, uyguladıkları -kendilerinin de katkıda bulunarak dönüştürdükleri- görsel dilde midir? “İlham almak” diye bir efsaneden bahsediyoruz hep, nereden aldığımızı belki hissederek ama tam tarif edemeden. Neresidir ilhamın yeri? “Esinlendim” diyoruz, nereden esiyor bu yaratıcı yel, aldığımız nefesten mi? “Hızla somut dünyaya dön” diyorsunuz, duyuyorum: Yaratıcılığın şartı özgürlüktür, evet, özgür bir toplum. Ancak özgür bir toplumda sanatçı öğrenebilir, araştırabilir, deneyip yanılabilir, yani yaratabilir. Ancak özgür bir toplum verili bir şey değil. Bu temel şart, bu ilk ortam ve malzeme; yani özgürlük, uğruna mücadele edilen, sürekli mücadele edilmesi gereken bir kavram.

Kavramsal kavşakta yaratıcılık ve otosansür

Bugünlerde sanatçılar kendilerine ne diyor? Kendi kendilerine konuşurken ne anlattıklarını sormuyorum -ona biraz daha aşağıda geleceğiz- kendilerini nasıl adlandırıyorlar demek istiyorum. “Güncel sanat” da, “çağdaş sanat” da artık yerleşmiş terimler. Kapsayıcı bir terim olarak “görsel sanatlar”dan bahsedenler de oluyor; güncel olmayanı güncelle beraber ele alabilmek veya sadece tek bir çağa takılıp kalmamak, insanlığın tüm tarihini son kuşaklarıyla beraber çöpe atmak üzere olduğu bu aşamada tüm çağları sahiplenebilmek için.

Hepsinin işe yaradığı yer var ama ben biraz gözden düşmüş, oysa bu dünyanın diğer bağımsız yaratıcılık alanlarıyla bağını canlı tutan; 2025’e göre eski bir terimi, kavramsal sanatı hatırlatacağım. Hep açmaktan, genişletmekten, bütün sanat dallarına uygulamaktan yana olduğum bir terim, kavramsal sanat. Üstelik üstteki diğer terimlerin ucuna eklendiğinde bazen anlamı bozan, bazen sakil duran o –çı eki burada bize yardımcı da oluyor: Güncel sanatçı dediğimizde sanki sanatçının kendisi güncelmiş gibi gelebiliyor kulağa, çağdaş sanatçı dediğimizde de kayıp giden çağlara rağmen önemini koruyanlara haksızlık ediyoruz. Görsel sanatçı ise alanı kapsamakta yetersiz kalıyor, sesle, dokunmayla, kokuyla çalışan çok sanatçı var. Kavramsal sanatçı dediğimizde ise yapılan işin kavramlarla ilgili olduğu -netice, yapıt, performans, eser- adını ne koyarsak koyalım işin sürecinin, şeklinin, hatta ruhunun işte o kavram aşamasından, kavramlar arasındaki bağlantıdan güç bulduğu anlaşılıyor. Bugünün sanatını ve sanatçısını da bir ölçüye tutmak, her yanına başka ateş düşmüş haritada, haritalarda nerede durduğuna bakmak ve bu yazının esas ağırlık noktası olan kendi kendine getirilen kısıtlamayla, otosansürle ilişkisini anlamak için bu aşamadan başlayacağız. Yaratıcılık nasıl bu aşamadan güç buluyorsa, otosansürün de tanınacağı yer bu aşama.

Sanatçılar sadece bir çevre olarak değil, kolektif olarak çalışırken de nasıl düşünür, nasıl hisseder, düşünmeyle ne yapar, hissetmeyle ne yapar; yukarıda kavram dediğimiz kerteriz noktalarını nasıl bulur? Resim, heykel, video, yerleştirme, dergi, mektup, yazı; ne üretirse üretsin bunlar arasında nasıl ilerler? Raporu yazılamasa da bu hareketliliğin belli noktalarında, virajlarında, frenlerinde, patinajlarında otosansürü yakalayabilir, tespit edebilir miyiz?

Kendi kendini sorgulamaya ve modern dünyanın değişen görünümlerini, hızlarını, tekniklerini, nihayetinde mecralarını kendi içine almaya başladığı andan itibaren sanat, bağımsızlık ve özgürlük anlamında en kökten, en iddialı çıkışlarından birini “konu”suyla ilgili yaptı: Sanat artık kendisine bir konunun, belli konular ve yorumlar yelpazesinin dayatılmasını kabul etmeyecekti; yorumlanışında bile. Bir manzara resmi aynı zamanda bir akıl hastalığı ya da aklın hastalığı hakkındaydı. Dev bir kolaj şüphesiz tüketim toplumunu yansıtıyordu ama aynı zamanda renk kuramına dair yeni bir tez ve pratik sunuyordu. Birkaç dakikalık sessizliğin sanat olmadığını kimse söyleyemezdi, nitekim hakkında hâlâ hem de derin saygıyla konuşuyoruz; saf bir mecrada sonsuzluğu ancak soyut kavramlarla yakalayabildiğimiz hakikatlerin hayatın her anında mevcudiyetini, değişimin ve kalıcılığın birlikteliğini anlattığı için. Sanat artık kendisine “bunu yapamazsın” dedirtmeyecekti.

Otosansürün otopsisi

Konular arasındaki dışarıdan dayatılan -sanatın haricindeki iktidar odakları tarafından- eski hiyerarşiler böylece ortadan kalktı. Sanatın muhteşem yıkıcı gücü ona bağımsızlığını kazandırdı. Böylece daha önce olmayan değil ama daha önce hayatın dokusunda saklanan her sır, sanatın konusu haline geldi. Şöyle de diyebiliriz: Hayatın çeşitliliğinin hiçbir köşesinin artık sanatın konusu olamayacağı söylenemeyecekti. Sanat otoriter sansürü, ne yapıp yapmayacağına karar veren her türlü iktidarın sansürünü defetmeye dair kararlılığını eyleminin ve emeğinin merkezine yerleştirdi. Günümüz sanatının görsel dil ve mecra çeşitliliğinin arkasında radikal özgürlükçü müdahalenin getirdiği bu yıkıcı zafer yatar ama bu çeşitliliğin kendisi bir sonuçtur, bu çeşitliliğin simülasyonlarının özgürlük ve bağımsızlık anlamına geldiğini düşünemeyiz.

İşte bugün otosansürün güçsüzleştirdiği, söndürdüğü, öldürdüğü sanatın otopsisini yaptığımızda öncelikle bu radikal özgürlüğe halel geldiğini görüyoruz. Sanat kendi konusunu seçecek, kendi bağlantılarını kuracak, kendi malzemesini seçecek özgürlüğü elde etmişken baskı altında bir süre sonra, belki bir zamanlar kendi kurmuş olduğu, belki başkalarından miras aldığı ama artık büyümeyen, gelişmeyen bir kavramsal dünyaya razı oluyor. Yaratıcı yıkıcılığını feda ediyor. Kendini sınırladıkça, kendini herhangi bir fark geliştirmeden tekrar ettikçe kendi içinde çürümeye, çökmeye başlıyor. Bu aynı zamanda yukarıda hızla özetlemeye çalıştığım isyancı, köktenci, bağımsız sanatın mirasına da ihanet etmek, bu mirası terk etmek demek.

Mevcut toplumsal koşullar içinde eski-yeni iktidarlarla ters düşmemeye karar vererek yola çıkan, iktidarların ve bir iktidar odağı olarak kendi çıkarlarının bir aracı haline gelen sanatçının durumunda zaten sanattan ve otosansürden bile bahsetmek yanlış olacaktır. “Güzel” yapıtlarını her fırsatta iktidarın her alandaki tanıtım faaliyetlerinin hizmetine sunan bu tür sanatçıdan, ancak uzak durabiliriz. Bizim anlamaya ve kırmaya çalıştığımız; sanatın yolunda ilerlerken kendisine sekte vuran, sinen, geri çekilen sanatçının durumu. Bir de eğitim boyutu var elbette, sanat şüphesiz ömür boyu süren bir dünyadan, başka sanatçılardan öğrenme ve kendi kendini eğitme süreci -ki bu sanatın tanımı olarak bile düşünülebilir- dolayısıyla otosansürün eğitmenin/sanatçının sözüne ve pratiğine sızdığı yerleri saptamak da otosansür otopsisinin bir boyutu.

İşte bu ipuçları bizim otosansürü haritalamamıza yardımcı oluyor: Evet, elbette kendi yaptıklarımızda da. Hem yeni bir adım atmayışımız, yeni bir soru sormaktan çekinmemizde hem de sorun çıkarmayacak bir ilişkiler bütünü içerisinde eski yaptıklarımızın kumaşından ilerlemeye devam edişimizde. Otosansür haritalarını nerelerde görürüz? Sanat yolculuğunun başında keşfetmeye duyduğu merak ve hazzın yapıtlarında buram buram hissedildiği bir sanatçının 10 yıl, 20 yıl sonra hâlâ benzer işler yapması, “aynı” kavramsal çerçeveyle aynı malzemeyi ve dokunuşu bir araya getirerek yapıtlar üretmesinde. Ancak çerçeve elbette artık aynı değildir, belli bir kişisel/tarihsel anın arayışına ve yaratımına tercüman olan kavramsal çerçeve zamanı terkisine alamamış, durmuştur. Bu tür otosansürün, kendini frenlemenin birçok sebebi olabilir: İlk üretilen yapıtların “tutması”, bu yapıtların belli bir toplumsal söylem alanında karşılık bulması ve o karşılıktan vazgeçmek istememe ya da ilk yaratım sürecini sürükleyen iradenin sanatçının başını belaya sokabileceğini fark etmesi. Bir istisnadan bahsedelim; sanatçı kendi kendisini frenleyişinin farkına varıp bu frenleyişi de yaratımına dahil edemez mi? Elbette edebilir, bu yeni bir kavramsal çerçevedir, kendi koşullarını oluşturacaktır. Ancak bunun için sanatın, otosansüre yenilmeyecek sanatın koşulunu söyleyelim: Eleştirellik, kendi kendini sorgulama ve bu boyutu hiçbir başka etken uğruna terk etmeme.

Sonuç yerine: Sansür kokusu burnuna gelince

Öyleyse sevgili Gülçin’in başta alıntıladığım, yazıya başlık olarak seçtiğim rüyasına ve tweetine geri dönelim (evet, o zamanlar adı Twitter’dı ve gerek yerli gerek uluslararası sansürün nispeten aşılabildiği bir mecraydı). Önce sizden alıntıda kısmen sakladığım tweetin tamamına bakalım: “Rüyamda ‘Makas Bayramı’ diye bir şey vardı ve katılmak zorundaydım. Sansür kokusu mu acep? hayırlar olsun…”

Bir bayram var ve rüyayı gören sanatçı katılmak zorunda. Bu dahil olma zorlaması sansürün en güçlü taraflarından biri. Sanatçı, rüyadan uyandığında, buradaki tuzağı, sansür kokusunu alıyor (belki de “sansür korkusu” yazmak istedi Gülçin, ama ben gördüğüme sadık kalacağım), bundan rahatsız oluyor. Çünkü, işin en sinir bozucu yanlarından biri, sansürcü sistemin üzerimizde kurduğu baskı evrenini bize bir bayram kılığında, bir kutlama, bir kurtuluş gibi sunması. Gülçin burada “hayırlar olsun” diyerek mücadeleye hazır olduğunu söylüyor, bu simgesel rüyayı dış dünyaya duyurarak bilinçaltına kadar ulaşmış otosansür tehdidine yenilmeyeceğini, teslim olmayacağını vurguluyor. Aslı Odman’ın deyimiyle, “muktedirlerin kervanına binmeme hakkı”nı dile getiriyor. O zaman sansüre ve otosansüre karşı şiarımız bu olsun: Hiçbir Makas Bayramı’na katılmayacağız, biz o bayrama taş koyacağız.