ALİCAN ACANERLER
Susma Platformu ve Kaos GL’nin ortak olarak düzenlediği “LGBTİ+’ların İfade Özgürlüğü ve Sansür” konferansı 29 Mayıs’ta çevrim içi olarak gerçekleşti. 13.00’ten 18.30’a kadar süren konferansa 200’e yakın başvuru yapıldı. Yoğun ilgi ile geçen üç oturumda da tartışılan başlıkları Kaos GL derledi.
Açılış konuşmaları ile başlayan konferansta ilk olarak Susma Platformu Ankara temsilcisi Alican Acanerler söz aldı. Acanerler, konferansın detaylarını açıkladığı konuşmasında; 2015’ten beri daralan sivil toplum ve kamuoyu içinde Susma Platformu olarak sansürün ve otosansürün kaydını tutmaya çalıştıklarını hatırlattı.
“İfade özgürlüğü, medya, kültür, sanat her alandaki üretimin elzem taşıyıcısı hepimizin bildiği gibi. Yapıp ettiklerimizi görünür kılmak için, hakikatimizi yarına taşımak için ihtiyaç duyuyoruz” diyen Acanerler, konferansın amacını “Bugün de burada bir araya gelmemizin sebebi aslında bu. Daha görünür bir mücadele için çabalayan iki platformun kesişim noktasındaki bir izleği farklı dallardan takip etmek” ifadesiyle açıkladı.
Acanerler, Susma Platformu’nun Aralık 2019 – Aralık 2020 arasını kapsayan yıllık raporuna da değinerek, şöyle devam etti:
“Resmi açıklamalar içerisinde ‘genel ahlak’ nadir olarak geçmiş olsa da; cinsellik, toplumsal cinsiyet ve LGBTİ+’lar ile ilgili kitapların, görsellerin ve etkinliklerin sansürlenip yasaklandığı vakaların bazen açık bazen de üstü kapalı bir şekilde ‘genel ahlak, milli ve toplumsal değerler’e atıfla gerçekleştirildiğini gördük geçtiğimiz yıl. Yani eylem/etkinlik, yayıncılık, müzik, sinema, internet yayıncılığı ve diğer alanlarda yaşanan ifade özgürlüğü engellemeleri ve sansür vakalarının bir şekilde toplumsal cinsiyet eşitliği, LGBTİ+ ve kadına karşı şiddet ile ilgili konular dolayısıyla yaşandığına şahit olduk. Diyanet’in hedef göstermesi ile beraber LGBTİ+’ların, sansürle ve yasaklarla daha da çok karşılaşmaya başladığına zaten oturumlarda değinilecek.”
2015’TEN BERİ DARALAN SİVİL ALAN
Ardından Yıldız Tar, konuşmasına geçen günlerde hayatını kaybeden çocuk hakları savunucusu Dilek Kumcu’yu anarak başladı. Tar, sansür ve ifade özgürlüğünü anlayabilmek için LGBTİ+ hareketinin geçtiğimiz yıllarda nelerle karşılaştığını hatırlamak gerektiğini şöyle vurguladı:
“Aslında söze 2015’ten bahsederek başlamak istiyorum. Ben o yıl İstanbul Onur Yürüyüşü’ne polis saldırdıktan sonra yayına konuk olup ‘bu apaçık bir savaş ilanıdır’ demiştim. O zaman gülenler olmuştu, ‘aman canım bir tane yürüyüşe polis saldırdı diye savaş ilanı mı olur’ diye. Maalesef ki haklı çıktık; 2015’ten itibaren hükümetin adım adım gerçekten de bir plan dahilinde LGBTİ+’lara saldırdığını gördük. Sadece belli dönemlerde akla gelince yapılan açıklamalar değil, organize ve sistematik bir şekilde LGBTİ+ düşmanlığını topluma yerleştirmek istediler, onların çok sevdiği ‘algı operasyonu’ kavramını gerçekleştirmeye çalıştılar. Böylece tehlikeli bir şekilde toplum mühendisliğine soyundular. Fakat devletin toplum mühendisliğine soyunduğu her konuda, her gündemde olduğu gibi devlet kaybetti, kaybedecek. Esas olan toplumdur, toplumsal ilişkilerdir.”
Tar son olarak; toplumsal dönüşüm ve eşitlik mücadelesine dair şunları kaydetti:
“Toplum genel olarak muhalefetin de, ne yazık ki sivil toplumun da çok daha önünde bir yerde duruyor şu an. Benim güvendiğim ve umut bağladığım yer burası, LGBTİ+ hareketinin ilmek ilmek ördüğü o toplumsal dönüşüm. Günün sonunda toplumsal mücadeleler, tüm eşitlik ve özgürlük mücadeleleri, sadece haklı oldukları için değil, bir yandan da haklılığın kazandırdığı meşruiyetle ve örülen ittifaklarla er ya da geç haklarına kavuşurlar.”
“DEVLETİN HEDEF GÖSTERMEMESİNİ TALEP ETMEK ZORUNDA KALIYORUZ”
Açılışın ardından “medyada ifade özgürlüğü ve sansür” oturumuna geçildi. Yıldız Tar’ın modere ettiği oturumda ilk olarak Kaos GL’den avukat Kerem Dikmen konuştu. Dikmen, Ticaret Bakanlığı’nın gökkuşağı sansürünü hatırlatarak sözlerine başladı. Bu kararın basit bir ürün kısıtlaması değil, LGBTİ+ var oluşunu yok sayma, görünür olmadığı müddetçe ona “tahammül” etme ama görünür noktaya taşındığı anda onu hayatın dışına itmenin bir aracı olduğunu söyleyen Dikmen şöyle devam etti:
“Burada önemli olan hiç şüphesiz, bu kurulun üyeleri arasında Barolar Birliği, Türk Tabipler Birliği gibi insan hakları alanında misyonu olan kurumların da temsilcilerinin olması idi. Bu durum çokça eleştirildi. Zira farkında mıdır değil midir bilinmez ama bu iki önemli kuruluş, devletin LGBTİ+’ların var oluşuna karşı yürüttüğü savaşta açtığı yeni cepheye destek unsuru oldu. O kadar ki Ticaret Bakanlığı kendisine yöneltilen soru önergesine verdiği yanıtta, bu homofobik kararın TTB ve Barolar Birliği temsilcilerinin oybirliği ile alındığını özel olarak vurgulama gereği duydu.”
Avukat Dikmen, devletin LGBTİ+’ların ifade ve örgütlenme özgürlüğüne dair diğer ihlallerini de hatırlatarak, “Önceden devletten pozitif yükümlülüklerini yerine getirmesini, LGBTİ+’ların ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmasını talep ederken geldiğimiz noktada artık devletin hedef göstermemesi, nefret söylemi kullanmaması, bu hakları bilfiil ihlal etmemesini talep etmek zorunda kalıyoruz” dedi.
“LGBTİ+ hareketiyle ilk karşılaşmamdan itibaren öğrendiğim en önemli şey, umudu korumak oldu” diyerek sözlerine başlayan Galatasaray Üniversitesi’nden Dr. İdil Engindeniz, “Kimin ifade özgürlüğü? Medyadaki nefret söylemi LGBTİ+’ları nasıl etkiliyor” diye sorarak konuşmasına başladı. Medyadaki dönüşümün hayatlarımızda pratik etkileri de olduğunu vurgulayan İdil Engindeniz, “nefret söylemi,” “ifade özgürlüğü,” “nefret suçları” kavramlarını tanımladı.
“NEFRET SÖYLEMİ SOSYAL MEDYADA DAHA HIZLI YAYILIYOR”
Engindeniz sunumunun devamında medya ve sosyal medyadan nefret söylemi örnekleri vererek bu söylemlerin nasıl inşa edildiğini açıkladı. “Yerli olmamak, dışarlıklı olmak” üzerinden LGBTİ+’lara nefret söyleminin inşa edildiğini belirten Engindeniz şöyle devam etti:
“Bir yandan sosyal medya ile birlikte nefret söylemi artık sadece çevremizdeki insanlardan, ailelerden, gördüğümüz, tanıdığımız insanlardan gelmiyor. Hiç tanımadığımız aktörlerden, sistematik bir şekilde gelebiliyor. Nefret içeren gönderiler sosyal medyada daha hızlı yayılıyor. Sosyal medyada nefret söylemine ilişkin araştırmalarda şunu da görüyoruz: Nefret söylemini yayanlar kullanıcıların çok az bir oranını oluştururken; ileti sayısı olarak büyük bir çoğunluk oluşturuyorlar. Yani sesini çok çıkartan ve aynı zamanda siyaseten desteklenen bir mesele.”
“GÖRÜNÜR OLMAK VE BUNU ÇOĞALTMAK KIYMETLİ”
Konferansın ikinci oturumu yayıncılık üzerine gerçekleşti. Oturumu Kaos GL’den Umut Güven yönetirken oturumun konuşmacıları Oya Burcu Ersoy ve Hatice Kapusuz oldu. Oturumun ilk konuşmacısı Oya Burcu Ersoy, “Bir İfade Özgürlüğü Alanı Olarak Aşkın L* Hali” başlıklı konuşmasında; Aşkın L* Hâli kitap serisine giden yolda Kadın Kadına Öykü Yarışması’nın aslında “yarışma” odaklı değil öykü ve yanı çeşitlendirme odaklı olduğuna dikkat çekti ve “Mutlu Aşk Vardır” temasının hangi ihtiyaçtan doğduğuna değindi. Ersoy ardından, Aşkın L Hâli’nin 2009’da çıkan ilk baskısına İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan soruşturmadan söz etti. Ersoy, yarışmanın çıkış noktasından ilhamla otosansüre karşı daha çok paylaşmayı artırması umuduyla devam edeceğini ifade etti.
“MUZIR KURUL’A TAKILMAYACAK ESERLER ÜRETME SORUMLULUĞU BİZE DÜŞÜYOR”
Oturumun ikinci konuşmacısı Hatice Kapusuz “Çocuk Edebiyatında Sansür ve Muzır Kurul” başlıklı konuşmasına, konferans katılımcılarının cevaplarını almak üzere “Çocuk nedir?” ve “Devlet/toplum gözünde çocuk nedir?” anketleriyle başladı. Cevaplarla birlikte eşit ilişkilenilemeyen bir özne olarak çocuğa toplum ve devlet gözünden bakışın etkisiyle Muzır Kurul’un tarihi ve sansür kıstasları üzerine bilgi verdi.
Kapusuz, yakın zamanda Muzır Kurulu tarafından “çocukların ruh ve duygu sağlığı ile dengeli gelişimine zarar verebilir ve çocukların kişisel gelişimleri ve maneviyatları üzerinde olumsuz tesir oluşturabilir” diyerek sansürlenen kitaplara örnekler verdi. Kapusuz konuşmasına “Sansür ve koruma arasındaki çizgiyi çekerek Muzır Kurul’a takılmayacak eserler üretme sorumluluğu bize düşüyor” sözleriyle son verdi.
PANDEMİNİN BENZER SÜREÇLERDEN GEÇEN KIRILGAN GRUPLARI: LGBTİ+’LAR VE SANATÇILAR
Konferansın son oturumunun başlığı ise sanatta ifade özgürlüğü ve sansürdü. Kültigin Kağan Akbulut’un modere ettiği oturumda Ankara Queer Sanat Programı’ndan Aylime Aslı Demir, TAPA’dan Özgür Can Taşçı ve KuirFest Kuir Sanatçılar Dayanışma Ağı’ndan Arya Zencefil konuşmacı olarak yer aldı. Oturumun ilk konuşmacısı “Zor Zamanlarda Sanat” başlıklı konuşmasıyla Aylime Aslı Demir oldu. Demir konuşmasına pandemide artan eşitsizliklerle birlikte sanatçıların ve LGBTİ+’ların kırılganlık bakımından geçirdiği benzer süreçlerden bahsederek başladı.
Ardından Demir, Kaos GL’nin 2015 yılının sonunda İstanbul’da gerçekleştirdiği Gelecek Queer ve 2017 yılının sonunda İstanbul’da izleyiciye açılan Koloni sergilerinden deneyimle, sivil toplumun sanatla kurduğu ilişkide güttüğü kaygılarla çizdiği yollardan söz etti.
“Sansüre Karşı Sanatta İfade Özgürlüğü Alanlarını Çoğaltmak?” başlıklı konuşmasıyla Özgür Can Taşçı sözü devraldı. Taşçı sözlerine TAPA deneyiminin ihtiyacından bahsederek başladı. Moderatör Akbulut’un otosansür sürecinin hangi alanlarda olduğunu sorması üzerine Taşçı, sanatçı bir arkadaşının yakın zamanda karşılaştığı söylemi paylaşarak otosansür öncesi alanda uygulanan baskıyı vurguladı. Taşçı konuşmasına TAPA’nın yol haritasından bahsederek son verdi: “TAPA Rezidans, iki yılda bir hayata geçecek ama bu sürede TAPA Atölye serisiyle ayda 12 sanatçıyla birlikte yaklaşık beş ay sürecek bir program hazırlığındayız.”
“AHLAKTAN BİR CAM TAVAN”
Oturumun ve etkinliğin son konuşmacısı ise “Toplumsal İyileşmeden Mahrum Kalma” başlıklı konuşmasıyla Arya Zencefil oldu. Zencefil, temsil ve içerik çeşitliği konusunda “ahlak” kavramının görünürlüğü nasıl etkilediğinden şöyle bahsetti:
“Sadece toplumun norm ve ahlak çizgilerine yakın olan temsillerin anaakımda yer bulabildiğini görüyorduk. Lubunya kişilikler renkli kişilikler olarak görülmeye başlandı. Ahlaktan oluşmuş bir cam tavan görüyorum LGBTİ+ sanatçıların karşısında.”
Devamında, görünürlüğe ve sesini duyurmaya alan açan içerik platformlarının topluluk kurallarının, hiç olmamasından daha iyi olabileceğini ifade etti:
“Sanat için o sanatın yaratıldığı alanı önemli buluyorum. Sosyal içerik platformlarında belirlenen yayın kurallarını ‘hiç yoktan iyidir’ diye yorumluyorum. Stigmayı kıran içerikleri TikTok ve Twitch gibi yeni medyalarda daha çok göreceğimizi düşünüyorum.”
Kuir Sanatçı Dayanışma Ağı’nın nasıl bir ihtiyaçtan doğduğuna değinen Zencefil, pandeminin ardından devamlılığını arzuladıkları KuirFest fiziksel olarak devam etse de Ağ’ı bir iletişim imkânı olarak dijital olarak erişilebilir devam ettirme düşüncesinde olduklarını paylaştı.