Özkan KÜÇÜK
Diyarbakır’da Susma Platformu’nun Amed Şehir Tiyatrosu ve Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği ile birlikte gerçekleştirdiği panelde Kayyım Politikasının kültür sanata etkileri konuşuldu.
Paneli yöneten Diyarbakır Temsilcisi Özkan Küçük, üç yıl önce Susma Platformunun ilk etkinliğini de Diyarbakır’da yaptıklarını hatırlattı. Özkan, aradan geçen bu zaman içinde ifade özgürlüğü alanında yaptıkları çalışmaların birikimiyle daha deneyimli olarak yeni dönemlerinin ilk etkinliğini de yine Diyarbakır’da gerçekleştirmeyi önemsediklerini belirtti. Kayyım politikası ile sadece belediyelere atanan kayyımların yaptıklarını değil, daha geniş anlamda, kazanılmış çeşitli hakların gasp edilmesini meşru gören bir yönetim tarzını kastettiklerini belirten Küçük, bölgedeki kayyım uygulamalarını kısaca hatırlattıktan sonra sözü konuşmacılara verdi.
Amed Şehir Tiyatrosu’ndan Rüknettin Gün ve BeReZe Gösteri Evi’nden Firuze Engin ile Sinema Yazarı Şenay Aydemir ve Batman Yılmaz Güney Sineması’nın KHK’lı eski müdürü Dicle Anter’in konuşmacı olarak katıldığı panelde kayyım politikasının kültür sanata olumsuz etkilerinin yanı sıra bu politikaya karşı ortaya konulan dayanışma ve direniş örnekleri üzerinde duruldu.
Konuşmacıların yanı sıra salondan katılımcıların söz aldığı panelde, Diyarbakır Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma ve Yaşatma Derneği başkanı (ve eski Alan Yönetimi başkanı) Nevin Soyukaya, kayyım politikasının toplumsal hafızayı yok etmeyi amaçlayan saldırılar geliştirdiğini ancak kültür sanat alanında olduğu gibi tabi varlıklarla ilgili de sivil bir karşı duruşun yeşerdiğini söyledi.
‘KÜRTÇE’NİN KAMUSAL ALANDA KULLANIMI ENGELLENİYOR’
Panel konuşmacılarından Rüknettin Gün, Diyarbakır Şehir Tiyatrosu ekibinin ilk kayyım Cumali Atilla tarafından topluca işlerine son verilmesi sonrasında Amed Şehir Tiyatrosu olarak çalışmalarına devam etme kararı aldıklarını dile getirerek, “Kayyımların pratiğine baktığımızda kentin ulaşım, su ve temizlik gibi çalışmaların sürdürüldüğünü ama kültür sanat alanına müdahaleler yapıldığını görüyoruz. Bundan hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, kayyumlar esas olarak kültür sanat alanına atanmıştır” dedi.
Sahneye koydukları oyunlarının büyük oranda klasik metinlerden oluştuğunu söyleyen Gün, “Bu metinleri Kürtçe sahneye koyuyorduk. Özellikle de bu alana müdahalenin temel sebebinin Kürtçe olduğunu düşünüyorum. Kürtçenin kamusal alanda kullanımının önüne geçerek bilinci yok etmek hedefleniyor” diyerek aynı zamanda bunun dile bir müdahale olduğunun altını çizdi.
Salon konuşmacılarından film yönetmeni İlham Bakır ise sadece kültür sanata değil, özellikle kadın ve çocuk alanındaki çalışmaların da kayyımlar eliyle durdurulduğunu veya içeriğinin boşaltıldığını hatırlatarak, “Düşünün ki kadın politikaları biriminin başına bir erkek daire başkanı getirdiler” diye ekledi.
KAYYIMDAN SORU: ‘SİNEMA SALONU MU YAPILSIN CAMİ Mİ?’
Batman Belediyesi’ndeki görevinden KHK ile uzaklaştırılan Yılmaz Güney Sinema Salonu’nun eski müdürü Dicle Anter ise Batman’ın kültür sanat hayatına önemli bir katkıda bulunan salonun tadilatı için ihaleye çıkılması için alınan meclis kararının ertesi haftasında belediyeye kayyım atandığını ve kayyım döneminde salonla ilgili bir dizi ihmalin salonda yangına sebep olduğunu dile getirdi.
Kamuoyunca şüpheli bir şekilde çıkan yangının çıkan ardından kullanılmaz hale geldiği gerekçesiyle belediyece tamamen yıkılan salonun bugüne kadar süren hikayesini de özetleyen Anter, kayyım tarafından kentte yapılan ankette sadece iki soru sorulduğunu, “yerine cami mi yapılsın yoksa yine aynı salon mu?” denildiğini hatırlatarak %80 oranında katılımcının salonun yeniden inşa edilmesini istemesi üzerine anketin rafa kaldırıldığını söyledi.
Geçen yılki yerel seçimlerin ardından seçimle gelen belediye meclisinin ilk kararlarından birinin Yılmaz Güney Sinema Salonu’nun yeniden inşa edilmesi olduğunu hatırlatan Anter, “Ancak şimdi anlaşılıyor ki salonu aynı yerinde değil, Esentepe’de inşa edilecek olan kültür kongre merkezinin içinde yapmayı planlıyorlar. Biz buna da kesinlikle karşıyız. Nasıl ki Hasankeyf’in taşınmasına karşıysak, şehrin hafıza merkezlerinden biri olan Yılmaz Güney Sinema Salonu’nun da taşınmasına karşıyız. Salon kesinlikle eski yerinde yeniden inşa edilmelidir” diye konuştu.
‘MERKEZİ BİR KAYYIM SİSTEMİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ’
Sinema Yazarı Şenay Aydemir ise yerelde görünen kayyımların yanı sıra, bir merkezi kayyım sistemi ile karşı karşıya olunduğunu söyleyerek sözlerine başladı. Benzer sorunların farklılıklar göstererek tüm ülkede bir yönetim anlayışından kaynaklı olduğunu belirten Aydemir, “Bugün sanat adına her şeyi yapabilirsiniz, yapamazsınız diye bir yasa yok ancak yaptığınız her şeyin yasalarla belirlenmeyen sonuçları olabilir. Bunun da yaratıcılar üzerinde bir oto sansüre yol açtığını düşünüyorum. Merkezi idare, kamu desteğini sinema üzerinde bir havuç-sopa gibi kullanıyor. Kültür Bakanlığı kamu fonlarını bir cezaya dönüştürüyor. Mesela bir dönem barış imzacılarına destek verilmedi, sonra anlamadığımız bir biçimde verilmeye başlandı. Kriterlerin nasıl değiştiğini takip etmek güç. Ama bakanlık bir şekilde sinema desteğini bir silaha dönüştürüyor” dedi.
Öte yandan eser işletme belgesinin de benzer şekilde bir yasaklama aracına çevrildiğini, yasakları ve engelleri bir şekilde aşan sinemacıların da dağıtım ağı sorunuyla yüz yüze kaldığını belirten Aydemir, salonların %60’ından fazlasına sahip olan bir dağıtım şirketinin aynı zamanda yapımcı da olduğu için haksız rekabet yarattığını ve yasaya aykırı bir şekilde tekelleşerek suç işlediğini sözlerine ekledi.
Aydemir tüm bu sorunlara karşın, sanatçıların kamu desteğini talep etmekten vazgeçmemesi gerektiğini düşündüğünü çünkü kamu desteğinin sanat için büyük bir önemi olduğunu söyledi. Sağlık hizmeti nasıl devletten yani kamusal kaynaklardan talep ediliyorsa sanat için de böyle düşünmek gerektiğini sözlerine ekledi.
Panel izleyicilerinden Anadolu Kültür koordinatörü Asena Günal da söz alarak, kamu desteğinin talep edilmesi, hatta nasıl ve nerelere harcandığının sorulmasının önemine vurgu yaptı.
‘BATI’DA DA ÜSTÜ ÖRTÜLÜ BİR KAYYIM YAŞANIYOR’
BeReZe Gösteri Evi’nden yazar ve yönetmen Firuze Engin ise 2011’den günümüze tiyatro alanında yaşananları özetledikten sonra, en son Antalya Şehir Tiyatrosundan toplu iş fesihlerinin yapılmasıyla, yönetmeliği örnek olarak gösterilen 36 yıllık bir kurumun bir anda bitirildiğini söyleyerek, “Tabi ki burada yaşananlar daha da sert ama batıda da üstü örtülü bir kayyım süreci yaşanıyor” dedi.
Özel tiyatroların çok zor bir direniş alanı olduğunu söyleyen Engin, 2010’dan itibaren tiyatroların küçülmeye
gittiğini, alternatif tiyatro mekanları oluştuğunu, prodüksiyonların küçüldüğünü ve bir seyyar olma durumuna geçildiğini belirterek bunun tiyatro anlayışını da değiştirdiğini söyledi. Tiyatronun seyirci ve oyuncunun buluşması ile mümkün olduğunu ve direnişin de buradan başlaması gerektiğini sözlerine ekleyen Engin, “Son yıllarda ekolleşme yerine etkileşim, merkezleşme yerine yer değiştirme ve kadrolaşma yerine değişkenlik yaşamaya başladık. Böylelikle üretim odaklı ve de bilinç yükseltme buluşmaları yaşamaya başladık” dedi.
Özellikle Gezi öncesinde tiyatronun dilinin de daha çok politikleştiğini ve aslında Kültür Bakanlığı fonlarından yararlanan bu ekiplerin Gezi’ye de katıldığını ve sonrasında ödeneklerin bıçak gibi kesildiğini, mekanlara çeşitli gerekçelerle para cezaları kesilmeye başlandığını söyleyen Engin, “Kültür sanat alanı bir sosyalleşme alanı sağlıyor. İnsanlar burada bir birleriyle kurdukları ilişkiyle bir direnme gücüne sahip oluyorlar ve bence tam da bu özelliği nedeniyle bu alan kayyımların hedefi oldu. Çünkü bunu kırmak istiyorlar” şeklinde konuştu.
‘SEYİRCİ DESTEĞİYLE ÖZGÜRLEŞİYORUZ’
Panelin ikinci bölümünde söz alarak, kayyım politikalarının Şark Islahat Planı’na kadar bir geçmişinin olduğunu düşünmek gerektiğini dile getiren İlham Bakır, beklendiğinin aksine sanatta bir özgürleşmeye yol açtığını, kentin dinamikleriyle daha çok buluşmaya başladıklarını söyledi.
Diyarbakır Sanat Merkezi koordinatörü Övgü Gökçe ise son yıllarda kendi kendini yaratan, kendini yönetmeye talip olan bir sivilleşme durumu da yaşandığına dikkat çekti.
Kayyum öncesinde tamamen Kürtçe oyunlarla yılda 30.000 seyirciye ulaştıklarını belirten Rüknettin Gün, şimdi hiçbir bürokratik engel olmadan sadece seyircinin desteğiyle daha özgür bir şekilde tiyatro yaptıklarını ancak kamu olanaklarıyla kıyaslandığında daha küçük ölçekte hareket ettiklerini söyledi.
Tiyatroda küçülmeyle ve seyyar hareket kabiliyeti ile bugünkü şartlara karşı bir direniş alanı yaratılabildiğini ancak sinemada bunun biraz daha zor olduğunu söyleyen Şenay Aydemir, “Sinemada 2005’te başlayan bakanlık destekleriyle birlikte bir model de yerleşmeye başladı. Bir kuşak sadece bu desteklerle var oldu ve bu desteklerin yokluğunda ‘film yapamayacağız’ paniğine kapıldılar. Şimdi bu model çöktü ve sinemacılar küçülmeyi göze alamadıkları için belirsiz bir durum yaşanıyor” dedi.
DAYANIŞMA VE ÜRETİM ODAKLI BULUŞMULAR ÖNEMLİ
Buna cevaben söz alan Övgü Gökçe, belgesel sinemacıların daha küçük ve dinamik ekipler kurabildiklerini ve belki de beklenen yeni bir dalganın belgeselcilerin içinden çıkabileceğine dikkat çekti.
Panelin sonraki bölümünde gerek konuşmacılar gerekse de salon katılımcıları söz alarak dayanışma ve üretim odaklı buluşmaların önemine dikkat çektiler.
Öte yandan Amed Şehir Tiyatrosu’nun yeni mekân açma çabasına nasıl destek olunabileceği üzerine de fikir alışverişi gerçekleşti.