KÜLTİGİN KAĞAN AKBULUT
Radyo ve Televizyon Üst Kurul’u 1994 yılından bu yana hayatımızda. Partilerin Meclis’teki oranlarına göre üyeleri belirlenen RTÜK’ün yapısı her ne kadar demokratik görünse de her zaman tartışmalı bir kurum oldu. Ancak son dönemde RTÜK daha fazla gündemimize girmeye başladı.
Susma Platformu’nda son dönemde her hafta en az bir RTÜK cezası haberine yer verir olduk. Çünkü özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın medyayı ‘virüs’ olarak nitelediği günden bu yana iktidara muhalif yayın yapan kanallara cezalar arttı. Hatta neredeyse RTÜK’ün para cezaları, program durdurma cezaları gibi yaptırımları bir sansür ve otosansür mekanizmasına dönüştü.
RTÜK’ün cezalarını kamuoyunun gündemine en çok taşıyan kişilerden biri de CHP kontenjanından Üst Kurul üyesi olan İlhan Taşcı. Uzun yıllar gazetecilik yaptıktan sonra 2017 yılı Ekim ayında bu göreve getirilen Taşcı’yla Üst Kurul’un işleyiş mekanizmalarını, son dönem artan cezaları ve ideal bir RTÜK’ün yapısını konuştuk.
Öncelikle RTÜK’ün 1994 yılındaki kuruluş hikayesinden başlayalım. RTÜK bu dönem hangi amaçlarla kuruldu? Bugüne kadar nasıl bir yapısı vardı?
RTÜK, radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetleri sektörünü düzenlemek ve denetlemek amacıyla kurulmuş bir Üst Kurul’dur. Yasasına göre “idari ve mali özerkliğe sahip, tarafsız bir kamu tüzel kişiliği” niteliğindedir. Kurul, 9 üyeden oluşur. Üyeler, TBMM’de grubu bulunan her siyasi parti grubuna düşen üye sayısı esas alınmak suretiyle TBMM Genel Kurulu tarafından seçilir. Üyeler, seçildikten sonra tarafsızdırlar. Kendilerini aday gösteren partilerin kuruldaki temsilcileri değildir.
Her dönem RTÜK siyasi iktidarların ve ülkenin içinde bulunduğu iklimin etkisi altında kalmıştır. Her ne kadar üyelerin, halkın iradesiyle seçilmiş TBMM tarafından belirlenmesi demokratik olarak görünse de, Üst Kurul’da, iktidar partisi ve küçük ortağı tarafından aday gösterilerek seçilen üyelerin çoğunluğu elinde bulundurmaları ve alınan her kararda iktidarın etkisi nedeniyle özerklik, tarafsızlık ve bağımsızlığın kağıt üzerinde kaldığı bir süreç yaşanıyor.
‘RTÜK TELEVİZYONLARIN ÜZERİNDE DEMOKLES’İN KILICI GİBİ SALLANIYOR’
RTÜK’ün kendi yasası ve Anayasa’dan kaynaklı iki temel görevi var. Denetleme ve düzenleme. Bugüne kadarki süreçte RTÜK bu görevlerini nasıl yaptı? Kurumun bugüne kadarki siciline baktığımızda neler görebiliriz?
RTÜK, denetleme misyonuna ağırlık vermeyi tercih ediyor. Onun içindir, sürekli olarak yayıncılara verdiği cezalarla gündeme gelmesi. Televizyonlar üzerinde tam anlamıyla Demokles’in kılıcı gibi sallandırılıyor RTÜK.
İktidar sopası olarak kullanılıyor. İktidarın görmek istemediğini, duymak istemediğini yayınlayan televizyonlar ağır cezai yaptırımlarla susturulmaya çalışılıyor. Üst Kurul’un yayıncı kuruluşlar üzerindeki baskıcı tutumuna giden yolların taşları, AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte döşenmeye başlandı. Önce kurum dışından partiye yakın isimler üst düzey görevlere getirildi. O güne kadar görevlerini tarafsızlıkla yapan uzmanlar kızağa çekildi. En son olarak Ebubekir Şahin’in Başkan olarak seçilmesiyle birlikte, kurulun en önemli birimlerinden olan İzleme ve Değerlendirme Dairesi başta olmak üzere tüm birimlerde çalışan deneyim ve liyakat sahibi uzmanlar işlevsizleştirilip, sürüldüler. Sürgünde yüze yakın yetişmiş beyin olan uzman bekletiliyor. Başkanın isteği doğrultusunda raporlar hazırlanıyor. Oysa uzmanlar raporlarını yasaya ve kendi görüşlerine göre hazırlayıp Başkanlığa sunarlardı. Bazen raporu yazmakta uzmanların ne kadar zorlandıklarını görüyoruz.
Son dönemde RTÜK’ün iktidara eleştirel yayın yapan kanallara ağır cezalar verdiğini görüyoruz. Siz de buna dair bir rapor yayınlamıştınız. Bu süreçte neler değişti de sizce bu cezalar hızla arttı?
RTÜK yönetimi bakımından, Cumhurbaşkanı’nın medyayı ‘virüs’ olarak nitelemesi önemli bir dönüm noktası oldu. O günden sonra her kurul toplantısına en ağır ceza istemli dosyalar gelmeye başladı. Haklarında ceza verilen ve istenen yayıncıların ortak özelliği ise yeri geldiğinde iktidarı eleştirmeleri, doğruları söylemeleri. Zaten benim raporumda işaret etmeye çalıştığım da tam buydu; bir yanda 36 ağır ceza varken, öte tarafta 2 uyarı veriliyorsa… Değişimin ne olduğu, nasıl olduğu, kime nasıl bakıldığı apaçık ortaya çıktı.
Bu günler bazı yayıncılar yönünden daha iyi günler. Çünkü kimi yayıncıları daha da zor bir dönem bekliyor. Zira şu anki iktidar hiçbir şekilde eleştirilmeyi, düzeltilmeyi, olası gelişmeler hakkında halkın bilgilendirilmesini istemiyor. Son bir yılda eleştirel yayın yapan kanallara kesilen cezanın parasal boyutu 15 milyon lira. Bu yönde yayın yapanlar, deyim yerindeyse RTÜK aracılığıyla hizaya sokulmaya çalışılacak. Tıpkı Basın İlan Kurumu aracılığıyla gazetelerin hizaya getirilmeye çalışılması gibi.
‘KAMUOYU BASKISI KARAR SÜREÇLERİNDE ETKİLİ’
RTÜK’ün partilerin Meclis’teki oranlarına göre kontenjanlarla oluşan bir yapısı olduğunu biliyoruz. Ancak bunun dışında RTÜK kapalı kutu gibi bir yapı. Temel işleyiş yapısını bilmiyoruz mesela. RTÜK üyeleri nasıl toplanıyor? Cezalar nasıl kesiliyor?
Üst Kurul toplantısı sonunda bir sonraki toplantı tarih ve saati belirlenir. Yapılan müzakereler ses kaydı altına alınır. Yasa gereğince Üst Kurul görüşmelerinin içeriği gizlidir. Bu kayıtlar Üst Kurul kararı olmaksızın dinlenilemez.
Örneğin İzleme Dairesi’nde görevli uzmanlar izledikleri yayınlarda RTÜK Yasası yönünden aykırılık belirlediklerinde rapor düzenleyerek, Başkanlık Makamı’na iletirler. Başkan da Üst Kurul gündemine getirir. Kurulda yapılan müzakere sonunda kanaat oluştuğu noktada oylama yapılarak, hangi yaptırımın ne oranda uygulanacağına karar verilir. Karar yeter sayısı 5’tir. Yani 5 üyenin oyu hangi yöndeyse karar da onların rengi doğrultusunda çıkar. Tüm bu anlattıklarım olağan süreçtir.
Bildiğimiz kadarıyla RTÜK gündemini kurul üyeleri değil, RTÜK Başkanı belirleyebiliyor. RTÜK’ün ve benzeri kurumların “eşitler arasında birinci” anlayışıyla ters düşmüyor mu bu kural? Bunun yol açtığı sorunlar nelerdir?
RTÜK Başkanı’nın Üst Kurul gündemini belirlemesi 6112 Sayılı Yasadan kaynaklanıyor. Başkan istediği dosyayı Üst Kurul gündemine alıyor, istemediğini ise almıyor. Kamuoyunun tepkisi, düşüncelerini dile getirmesi, iletişim hatları üzerinden rahatsızlıklarını iletmeleri; son noktada kamuoyu baskısı bizlerin de kurul içerisinde konuların takibini ve sonuç almamızı kolaylaştırıcı bir etkisi olduğu yadsınamaz bir gerçek.
Bakıyorsunuz son 1 yıldır en çok şikayet edilen ilk üç kanal arasında yer alan kanal hakkında tek bir rapor bile düzenlenmedi. Gerekçesi nedir derseniz, iktidara yakınlığıyla biliniyor olması. Başka hiçbir özelliği yok. Üye olarak kamuoyunda rahatsızlığa neden olan özellikle kadına şiddetten tutun dezavantajlı grupları hedef alan yayınlara kadar pek çok konuyu bizzat dilekçe vererek ve kurul içerisinde gelişmelerini takip ederek sonuçlandırmaya çalışıyorum. “Cumhurbaşkanının talimatını emir telakki ederim” diyen RTÜK Başkanı’nın hazırlayacağı gündem bu cümlede apaçık ortada. Oysa Üst Kurul gündemini Başkan yerine yurttaşlardan gelen şikayetlerin belirlediği noktada RTÜK’ün de kamuoyundaki saygınlığı artacak. Üst Kurul da oluşturulmuş sanal ya da siyasal hedefli gündem yerine ekranlardaki gerçek gündemi görüşüp, karara bağlayacak. Bunun yolu da çok basit; yurttaşlardan gelen günlük şikâyetler haftalık olarak raporlandığında mesele çözüme kavuşmuş olacak.
Sevda Noyan’ın Ülke TV’deki açıklamaları gözleri tekrar RTÜK’e çevirdi. Siz dilekçeyle RTÜK Başkanlığı’na başvurdunuz ve oybirliğiyle ceza verildi. Birçok kişi bunun AKP tabanından gelen tepkilerle alakalı olduğunu vurguladı. Siz bu süreci nasıl yorumlarsınız?
Sevda Noyan konusunu çok iyi irdelenmeli. Çünkü tüm baskılara, sindirme girişimlerine, yalnızlık hissine kapılmış, gücümüz neye yeter ki diye düşünenlerin gücünün nelere kadir olduğunu gösteren bir olaydır: Malum şahsın sözlerini az biraz insanlıktan, ahlaktan, hukuktan nasiplenmiş hiç kimse benimsemedi, sahiplenmedi… Utancıyla baş başa bıraktı. RTÜK mevzuatı açısından bir kanala verilecek cezaların skalası yasada bellidir. Ekran karartmadan önce verilecek en ağır ceza program durdurmadır.
Sevda Noyan’ın katıldığı programı yayınlayan kanala 3 program durdurma verildi. RTÜK tarihinde ilk kez iktidara yakın olan bir kanala Sevda Noyan’ın sözleri nedeniyle 3 program durdurma cezası verdi. “Biranın yanında patates iyi gidere” verilen ceza ile bunun aynı olması haklı olarak rahatsızlık yarattı. Ancak şu göz ardı edilmemelidir. Sosyal medya baskısının hala işe yaradığını göstermesi bakımından verilen karar anlamlıdır. Eğer kamuoyu bu olayı yüksek sesle rahatsızlığını dile getirmeseydi, rahatsızlığını ifade etmeseydi, takibini yapıp tepkisini dile getirmeseydi emin olun bu dosya kapatılırdı.
Sosyal medya üzerinden gelen tepkiler ne derece etkili? Ya da CİMER gibi platformlardan gelen şikayetler etkili oluyor mu?
Özelde sosyal medyanın, genelde kamuoyu baskısının etkisini yadsıyamayız. Özellikle RTÜK’ün şikayet kanallarına ulaşan tepkiler, çok daha da önemli. Çünkü günlük olarak izleyicilerin ekranlara yönelik tepkileri raporlaştırılıyor. Bazen sosyal medyadaki yoğun tepki ya da rahatsızlığın şikayet kanallarına yansımadığını görüyoruz. Bunun son örneği Sevda Noyan’ın sözleridir. Tüm sosyal medya ayağa kalkarken, gelen şikayetlere baktığımızda tepkiyi yansıtır nitelikte olmadığını gördük. Aslında izleyicilerin rahatsızlık ve eleştirilerini doğrudan RTÜK şikayet kanallarını kullanarak iletmeleri kamuoyundaki tepkinin algılanması ve kurulun karar alma süreci bakımından daha yol gösterici.
Eğer kamuoyu baskısı, sosyal medyadaki rahatsızlık olmamış olsaydı emin olun Sevda Noyan’ın sözleri cezasız kalırdı. O bakımdan kamuoyunun baskısı ve rahatsızlığı bu tür kararların alınmasında çok daha önemli. Hiç kimse kendi gücünü hafife almamalı. Zira 25 yıllık RTÜK tarihinde ilk kez iktidara yakınlığıyla bilinen bir kanala 3 program durdurma cezası verildi. Bu tamamen toplumun rahatsızlığını dile getirmesinin bir sonucudur.
‘RTÜK BAŞKANI İKTİDARIN EKRAN KOMİSERLİĞİNE SORUNMUŞ DURUMDA’
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Nisan’da sarf ettiği “medya virüsü” sözünün RTÜK açısından işaret fişeği anlamına geldiğini vurguladınız. Bundan sonraki dönemde iktidara eleştirel yayın yapan kanalları neler bekliyor sizce?
RTÜK Başkanı açısından Cumhurbaşkanı’nın ‘medya virüsü’ çıkışı, ne yapmasını istediğinin bir aydınlatma fişeğiydi. Öyle de oldu. Bu açıklamasından sonra eleştirel yayın yapabilen televizyonlar hakkında art arda ağır cezalar gelmeye başladı ve halen de sürüyor. Son örneği TELE 1’in yaşadıkları. Neredeyse her hafta ceza veriliyor. Deyim yerindeyse gözünüzün üstünde kaşınız var denilerek. Öte yandan TELE 1’in Ankara Temsilcisi İsmail Dükel, kamuoyuna açıklanmayan bir gerekçeyle gözaltına alınıyor. Siyasi eleştiri bir suçmuş gibi yorumlanıyor ve cezalar kesiliyor. RTÜK’ün ne yapmak istediği önemli. Ceza vermeye karar vermişse siz ne yaparsanız yapın o cezayı kesecek yeri bulur, çıkartır. İlla ki suç olmasına da gerek yok. Önemli olan RTÜK’ün niyetinin ne olduğudur.
Şu andaki verilen kararlara baktığınızda RTÜK Başkanı, Cumhurbaşkanı, AKP iktidarı hiçbir şekilde eleştirilmesin, yanlışları söylenmesin, yaptıkları sorgulanmasın diye canhıraş uğraşıyor. İktidara yakın olarak kendini konumlandıranları kollayıp koruyor, eleştirenlere ise deyim yerindeyse göz açtırmamak için elinden geleni ardına koymuyor. Tam anlamıyla iktidarın ekran komiserliğine soyunmuş durumda. Bu kadar siyasallaşmış bir anlayışın, hukuksal kararlar vermesi de mümkün değildir.
Doğrusu, iktidarı eleştiren kanallar zor günler yaşıyorlar ama daha da zorlarını yaşayacaklar bu çok açık. Daha önce de ifade etmiştim kanallar kapatılabilir, ekranlar karartılabilir. Bu kaygıyı taşıyorum.
Bizim TV’ye verdiğiniz röportajda RTÜK’te alanında uzman kişilerin yer aldığını ancak çoğunun kızağa çekildiğini belirtmişsiniz. Bugün bir değişiklik olsa ve RTÜK’ün evrensel ilkelere göre hareket edebilen bir yapı olması için çalışma yapılmanız istense, dünyadaki örneklere de bakarak, ilk önce neleri değiştirirdiniz?
Liyakatin olmadığı yerde, yöneticilere biatla görevde yükselmeler yaşanıyor. Önemli olan iş yapma kapasite ve yeteneği değil, yöneticilere yağ çekebilme kapasitesi haline geliyor. Her şeyden önce yasada tanımlanmış olan “özerk, tarafsız” kamu tüzel kişiliğine kavuşturulması için yasasında ciddi yenileme yapılmalı. Siyasetten uzak, iktidarların arka bahçesi gibi kullanımına olanak sağlayan seçim sisteminden tutun da Üst Kurul gündeminin belirlenmesi, subjektif ölçütlerin yasadan ayıklanmasına öncelik verirdim.
RTÜK Yasası’ndaki “Yayın Hizmeti İlkeleri” son derece geniş ve sübjektif kıstaslar içermekte olup, kişinin düşüncesine göre yorumlamaya açıktır. Oysa yayın ilkeleri açık, net ve objektif olmak zorundadır. Kişilere göre değişmeyecek kadar net olmalıdır.
Örneğin; Yasa’nın 8/1-f maddesinde “Toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz” hükmü yer almaktadır. Oysa toplumların, hatta aynı toplum içindeki kesimlerin manevi değerlerinin, ahlak anlayışlarının çok farklılık gösterdiği gerçeği göz önüne alındığında söz konusu ilkenin objektif ölçütler belirlenerek yeniden düzenlenmesi gerekir.
Bir başka örnek; 8/1-n maddesinde yer alan “Müstehcen olamaz.” hükmü de subjektiftir. Müstehcenlik kavramı ucu açık bir kavram olarak algılanmakta ve normal davranışlar bile müstehcen kapsamı içine alınarak rapor düzenlenebilmektedir. İlkenin “Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi”nde yer alan “Edebe aykırı olmayacak ve pornografi içermeyecek” ilkesine uygun olarak yeniden düzenlenmesi gerektiği açıktır.
‘BELGESELLERİN CEZA OLARAK YAYINLATILMASI HAZİN BİR TABLO’
“Yayın Hizmeti Usul Ve Esasları Hakkında Yönetmelik”in “Tanımlar” başlıklı 4/o maddesinde yer alan “Korumalı saatler: Çocuk ve gençlerin, yayınları izleme veya dinleme ihtimali olan 24:00-05:00 saat aralığı dışındaki zaman dilimini,” şeklinde belirlenen korumalı saatlerin, abartılı olması ve çocukların 24:00 saatine kadar uyanık olmaması gerçeğinden hareketle bu saatlerin 23:00 – 07:00 olarak güncellenmesi önemlidir.
Yayın Hizmeti İlkelerinin, isteğe bağlı ve şifreli yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar için ayrıca düzenlenmesi, ortak ilkeler belirlenebileceği gibi bu tür yayın yapan kuruluşlar için bazı ilkelerin uygulanmaması gerekir.
Kamu spotları ve zorunlu yayınlar son yıllarda tamamen iktidar propagandası niteliğine dönüşmüştür. Öte yandan her bakanlığın teşkilat yasalarında yayın kuruluşlarına ‘zorunlu yayın’ ile ilgili yükümlülük getirmesi yayıncıları da zor durumda bırakmaktadır. Bu nedenle ‘zorunlu yayın’ yükümlülüğü tamamen kaldırılmalıdır.
“İdari tedbir uygulanması sonucu yayını durdurulan programların yerine, aynı yayın kuşağında ve ticari iletişim yayını içermeksizin, Üst Kurulca temin edilen eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlaki gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, Türk dilinin güzel kullanımı, çevre eğitimi, engelli sorunları, sağlık ve benzeri kamuya yararlı konularda programlar yayınlanması” şeklindeki yaptırımın, ikame programlar olarak nitelenen ve kamu kuruluşlarından temin edilen bu filmlerin gerek kalite gerekse içerik açısından yetersiz olması nedeniyle yayın kuruluşları açısından etkili olmadığı görüldüğünden tamamen kaldırılmalıdır. Önceki dönemde hazırlanmış belgesellerin yayıncılara bir “ceza” olarak zorunlu olarak yayınlatılması da ayrıca hazin bir tablodur.