“Hatırlanacak olan şey, o büyük ve cesur dayanışma”

Savaşa hayır dediği için üniversitedeki görevinden ihraç edilen binlerce akademisyenden biri Prof. Dr. Funda Şenol Cantek. Cantek’le tasfiye sürecinden bugüne akademisyenlerin yaşadıkları sorunları, kurdukları yeni oluşumları, yürüttükleri çalışmaları, çabalarını konuştuk


PELİN BUZLUK

OHAL süresince KHK’larla binlerce akademisyenin tasfiyesi, bilimsel çalışmaların üretilmesini ve paylaşılmasını sekteye uğrattı. İhraç edilmelerinden sonra akademisyenler, üniversiteler dışında da maddi kısıtların yanı sıra yasak, engel, sansür ve otosansürle mücadele etmek durumunda kaldılar. Şubat 2017’de Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki görevinden ihraç edilen  Prof. Dr. Funda Şenol Cantek’le ihraçtan sonra geçen zamandaki maddi ve manevi direnme/dayanışma biçimlerini, üniversite dışında bilimsel faaliyet yürütme ihtiyacını, maddi kısıtları ve ihraçlardan epey zarar gören kadın çalışmalarının geleceğine dair neler yapılabileceğini konuştuk.

İhraçtan sonraki süreci sorarak başlamak istiyorum. İhraçlar tabii politik ama mücadelenin çoğu illaki kişisel oluyor. Bu süreç nasıldı? Senin ihraç edilmenden bu yana bir buçuk yıla yakın bir zaman geçti. Maddi ve manevi anlamda güçlü durup devam edebilmek nasıl mümkün oluyor?

Ben 686 No’lu KHK ile şubat ayında ihraç edildim. Barış imzacısı olduğumuz için ihraç edilmeyi zaten bekliyorduk. Bizden önce arkadaşlarımız eylülde ihraç edilmişlerdi. Onların ihracından bizim ihracımıza kadar geçen süre gerçekten çok zordu. Dışarıda olmak çok daha kolay gibi görünüyordu, cenaze evine gider gibi gidiyorduk okula. Odalarda toplanıp sürekli arkadaşlarımızı anıyorduk, “Bundan sonra bizim başımıza neler gelecek” diye konuşuyorduk.

Bir nevi suçluluk da hissediyor insan…

Tabii. Mesela şunu hiç unutmayacağım. İleride anılarımı yazmak ve bunu da anlatmak isterim: İhraç edilen arkadaşları anarken neden ihraç edildikleri üzerine de konuşuyorduk: “Sendikada şöyle bir eylem yapmışlardı acaba ondan mı”, “Sınıfta şöyle demişti yoksa bundan mı…” Hepimizin suçlandığı bir durum vardı ama sadece bir grup tasfiye edilmişti. Neye yoracağımızı, ne düşüneceğimizi şaşırmıştık. Oysa yasal ve örgütlü muhalefetin bir parçası olarak yapılan işler, bir akademisyenin ağzından her zaman çıkabilecek sözler tasfiye için gerekçe oluşturabilir mi? Geride kalmanın utancı ve ezikliğiyle de konuşulan şeylerdi bunlar…

İhraç edilme nedeni arıyordunuz ister istemez.

Evet. Ne kadar ayıp, saçma ve akıl almaz bir durumdu aslında. Atılanların bizden daha fazla ne yapmış olabileceğini bulmaya çalışıyorduk. Bu yaptığımız ayıp geliyordu ama bir yandan da “Neden biz değil de onlar” diye sormaktan kendimizi alamıyorduk. O dönem gerçekten çok çileli geçti, derslerde de performansımız düşmüştü. Öğrencilerin de hiç tadı yoktu. Hepimiz bugün mü, yarın mı diye bir gerilim içindeydik. Mesela eşyalarımı ihraçtan bir, iki hafta önce eve götürdüğümü hatırlıyorum. Çünkü emindim. Emin olmamın nedeni de Ankara Siyasal’ın dekanının yeni bir tasfiye sürecini adeta müjdeler veya korkutur gibi duyurmasıydı. Akademik kurul toplantısında “Hepiniz atılacaksınız, rektörlükten öğrendim” demişti. Bir kısmımız işsiz geçecek uzun sürenin birkaç ayını kurtarabilmek için maaşlarımızdan biraz para ayırmaya da başlamıştık.

Öyleyse birkaç ay önceden beklemeye başlamıştınız.

Evet, emarelerini birkaç ay öncesinden görmüştük. Bizim rektörlük de çok sert çıkmıştı; Emekli olabilen olsun” diye haber gönderiyordu. Bu zaten yaklaşan ihraçların göstergesiydi. O yüzden atılmak eylülde ihraç edilen ilk grup arkadaşınki kadar şok edici olmadı, hatta büyük ölçüde rahatladık. Artık o suçluluk duygusunu, “Neden ben değil de o” düşüncesini taşımaktan kurtulmuştuk ama okuldan ayrılmamız çok uzun sürdü. “Hayır, gitmiyoruz” seferberliği yaptık…

Bir de siz gidince geriye bir şey kalmayacağı çok belirgin olarak görünüyordu. Öğrencilerin de desteğiyle “Hayır gitmiyoruz” demek bu açıdan da anlamlıydı.

Bunu söylemek belki şımarıklık olacak çünkü herkesin yeri bir şekilde doldurulabilir ama akademinin en üretken, öğrenciyle en yakın şekilde çalışan kısmı ihraç edilmiş oldu. Geçenlerde bir arkadaşım söyledi; bir üniversite akademik metinlere kör okuma yaparak ödül vermiş. Ödülleri alanların hepsi, ihraç edilen akademisyenler. Düşünsene, yazarları belirsiz metinler geliyor önüne ve sen bilmeden ihraç edilen akademisyenlerinkini ödüle layık buluyorsun. Bu da bir gösterge. Öğrencilerimizin de desteğiyle okuldan ayrılmamakta diretmiş olduk. “Odaları boşaltın” talimatına rağmen ayrılmamız bir ay kadar sürdü. Direnişin bir parçasıydı bu, “Siz kimin okulundan kimi kovuyorsunuz?” demenin bir yoluydu.

Sizin ihracınızdan sonra, akademisyen ya da öğrenci olmayan biri olarak bana görünen, geride okul diye kapı duvar kalmış olmasıydı. Öğrencilerde gördüğüm karşılık da böyleydi. Benim Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndaki durumum daha farklıydı. İhraçtan önceki iki ay boyunca bir odaya çekip bir nevi ikna etmeye çalıştıkları bir süreç var. Bende de bir rahatlama oldu ihraç edilince ve bekliyordum destek imzacısı olduğum için ama yine de şok olmuştum…

Asıl hedef tabii “Barış İçin Akademisyenler”di ama bize destek olanlar da zarar gördü. En çok öğrencilere üzülüyorum, onların geleceğini mahvediyorlar. Sonuç olarak biz eylülde atılan arkadaşlardan dolayı biraz hazırlıklıydık. “Hukuki süreçler neler, maddi olarak ne tür sıkıntılar, ne kadar süreyle çekiliyor” sorularının cevabını biliyorduk. Sendikanın yardım edeceğini biliyorduk. O konuda bir parça içimiz rahattı, sendika bize ölmeyecek kadar bir para verecekti. Şimdiye kadar hala veriyor, mecburen azaltarak da olsa vermeye devam ediyor.

akademi

Hâlâ çalışanlardan sendikaya bunun için ekstra destek verildiğini biliyorum. Hatta aynı meslek grubunda olmayanlar da özellikle Eğitim-Sen’e düzenli maddi destek sağlıyorlar.

İyi kötü uluslararası destek de var. Azalarak da olsa Avrupa ülkelerinden de yardım geliyor. Sürekli yeni bir felaket yaşandığı için bizim yaşadıklarımız ister istemez geri planda kaldı. Maddi destek veren insanlar zaten kıt kanaat geçinen insanlar, bir yerden sonra onlar da zorlanmaya başladı tabii. O para bir güvenceydi. Dayanışmanın değerini sadece sendikalardan değil, sivil toplum örgütlerinden de gördük. Projelerde görev almamızı sağlayan bazı dernekler oldu, bedava kitap gönderen yayınevleri oldu ama öncelikle sendikamız bu süreçte çok iyi bir sınav verdi. KESK’e bağlı, Eğitim-Sen 5 nolu şube, öğretmenlerin 6 nolu şube ve SES, BES de çok iyi sınav verdiler. Hukuki süreçte hiç avukatlık ya da başvuru ücreti almadan bütün başvurularımızı yaptılar. Bu da çok rahatlattı bizi. Bu dayanışma bizim için çok önemliydi. Başka sendikalarda, ihraç edilen insanlar çok zorluklar yaşadı, sendikaların hemen üyelikten çıkardığı insanlar bile var.

Sağ sendikalar mı?

Evet, Eğitim-Bir-Sen mesela.

Mesela ben mühendisim ve benim durumumda öğrencilik ve meslek ayırt edilebilir ama akademisyenlerin bütün yaşamlarına müdahale var. Hemen başka bir bulma olasılığı da düşüktü. Hukukçuların durumu en kötüsüydü herhalde çünkü lisansları iptal edildi.

Örneğin öğretmenler özel ders veriyorlar, doktorlara özel hastanelerde çalışma izni verildi. Sosyal bilimlerde çalışanlara ise çok alan yok. Sadece ayni, nakdi yardım türünden bir destek değil, aynı zamanda onurlandırmak amacıyla toplantılara konuşmacı olarak çağıranlar oldu. Barış için akademisyenlere ulusal-uluslararası pek çok ödül verildi. Bunlar da çok kıymetli şeyler.

İnsan bu kadar cezayla karşılaşınca kendinde bir suç arayabiliyor. Bunun karşılığında saygı görmesi, ödül alması sağaltıcı oluyor. Tam da bu noktaya gelmişken genel olarak ihraç edilen akademisyenlerin çalışmalarını sormak istiyorum. Yayınlarda sansür, otosansür işliyor mu? Hangi alanlarda nasıl bir geri çekilme var?

Biz atıldığımız zaman ilkin şok olmuş, hiçbir şey yapmadık ki diye düşünmüştük. Mağdur olanlara somut bir yardımda bulunamamıştık, keşke bir şey yapabilseydik de onunla suçlansaydık. Bir beyanat verdik sadece. Bu nedenle bazılarımız siyasette daha aktif hale geldi. Partilere üye olanlar, milletvekili adayı olanlar… Ama çok küçük bir kesim de biraz daha frene basıp geri çekildi. Sınıfsal, kültürel olarak geldiği çevre daha muhafazakâr olanlar ve konformist olanlar biraz korktular. İmzasını çekenler oldu mesela, onlar üniversiteye geri döndüler. Ama bence bilinçdışında şöyle bir süreç işliyor: “Şunu yazarsam, şunu da paylaşırsam bir de şimdi gözaltıyla, tutuklamayla, mahkemeyle uğraşacağım”. Mutlaka bilinçdışında işleyen bir otokontrol süreci var. Zaten sürekli dekan aracılığıyla rektörlükten “Hepinizin kalın kalın dosyaları var, o dosyalar işleme konursa çok fena olur” gibi tehditler geliyordu. Bunlar da ihraçtan sonra aklımıza takıldı tabii.

Peki, yine senin kişisel mücadelene gelecek olursak, sen yayınlarda ya da akademi dışı çalışmalarda kendine bir otosansür uyguladın mı? Ya da bir dışlanma hissettin mi hiç, dışlanacağından korktun mu?

Dışlanma çok azdı, asıl hatırlanacak olan şey o büyük ve cesur dayanışma. Hiç ummadığım insanlar… Ben yıllarca Gazi Üniversitesi’nde çalıştım. Orası ülkücülerin hâkim olduğu bir yer, biliyorsun. İhraçtan birkaç ay sonra bir arkadaşıma jürisinde destek olmak için gitmiştim. Aslında ayaklarım geri geri gidiyordu çünkü bizi vatan haini olarak gören düşünceye yakın insanlardı oradaki hocalar. Ama öyle acayip bir şey oldu ki… Arkadaşımın odasında otururken o hocalar kapıya dizildiler, bana geçmiş olsun dediler ve ne kadar üzüldüklerini beyan ettiler ama “Biz bir seni biliyoruz” dediler. Yani biz seni biliriz, diğerlerini tanımıyoruz. Politik değil, kişisel bir destekti bu. Bir de AKP’li olduğunu bildiğim öğrenciler, tanışlar tek tek aradılar. Bir güneydoğu ilinin jandarma komutanı aradı mesela, zamanında ben onun tez izleme komitesindeymişim meğerse. Telefonda çok cesurca konuştu. Rektörlüğe, ilişik kesmeye gittiğimizde orada görevli bir öğrencimiz herkesin önünde ağzına geleni söyledi rektörlüğe. İsyan şeklinde destekler de oldu yani.

Sadece öteden beri bizimle uzlaşmayan arkadaşlardan selamı sabahı kesmek, geçmiş olsun deyip bir daha konuşmamak, arkamızdan konuşmak gibi davranışlar gördük.

Şimdi biraz ihraç sonrası akademinin üniversite dışında bilimsel faaliyet yürütme çabasına ve bunun maddi karşılığının olup olmadığına gelmek istiyorum. Dayanışma akademileri kuruldu. Ankara Dayanışma Akademisi (ADA) de bir yılı geride bıraktı. Dayanışma akademileri bilgi üretim ve paylaşım ihtiyacını bir oranda çok güzel karşılıyor ama maddi kısıtlar devam ediyor. Mücadelenin maddi kısmına değinmek istiyorum. Dayanışma akademileri fon alıyor mu? İhraç edilen akademisyenler iş de bulamadığı için dayanışma akademileri maddi kısıtlara yönelik de destek verecek bir mekanizma kurabilir mi?

Yerel fonlardan yararlanmamız mümkün değil pek. Yasak değil ama korku var, kimse destek olmak istemiyor. Ama uluslararası kuruluşlardan, daha ziyade insan hakları temelli çalışan sivil toplum örgütleri, vakıflardan çok yardım aldık. Çok küçük fonlar olsa da bir bilimsel toplantıyı fonladık örneğin, küçük bir projeyi yürütecek, küçük bir saha çalışması yapacak kadar. Çok büyük fonu kimsenin aldığını sanmıyorum. Şimdi mesela İHOP gibi hak temelli çalışan yerli örgütlerle ilişkilenerek, onlarla partnerlik yaparak daha büyük fonlar almak mümkün oluyor. Başkalarının üzerinden çalışarak o katkı fonlarına erişim olabiliyor, burada da dayanışma çok önemli. Doktora ya da yüksek lisans yapan genç arkadaşların çoğu yurtdışından burs aldılar. Burs aldıkları ülkeler yurtdışı yasağı kalktığında gelin diyerek ısrarla burs vermek istediler. “Rahat koşulda yaşamayı ve bilimsel çalışmaları özgürce sürdürmeyi sağlayacak kadar bir fonumuz var” mealinde sürekli ilanlar gönderiyorlar.

Bu fiili yurtdışı yasağı uygulanmadan önce yurtdışına çıkan akademisyenlerin de oturma ve çalışma izni aldıklarını ve iyi koşullarda yaşadıklarını duymuştum.

Özellikle Almanya ve Fransa’da çok fazla akademisyen var. İhraç edilmelerinin hemen ardından, henüz pasaportlarına yasak konmadan çıkan da çok kişi var. Mesela bu pasaportlar verilse yüzlerce öğrencinin bursu bekliyor. Bu tabii yurtdışındaki arkadaşların lobi faaliyetlerine bağlı olarak da böyle gelişiyor. Böyle bir dayanışma da var. Hatta bazıları gitmeden burada kullanıyorlar burslarını. Uzaktan danışmanıyla Skype’tan görüşerek eğitimini sürdüren ve burs alanlar var.

Bu çok ilginç ve sevindirici bir bilgi oldu. Şimdi biraz da kadın çalışmalarından söz edelim istiyorum. OHAL süreci zaten yasak ve engellerle devam ederken kadın çalışmaları ihraçlardan da çok etkilendi. Mesela Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları bitti gibi. En çok kapatılan dernekler ve vakıflar arasında da hep kadın ve LGBTİ+ dernekleri öne çıkıyordu zaten. Kadın hareketi genel olarak çok baskı gören hareketlerden. OHAL sürecinde bu baskının arttığını gözlemledin mi? Bir de Kadın Çalışmaları akademi dışında nasıl devam ediyor?

Akademiden ihraç edilen topluluğun çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Kadınlar bu işte biraz daha öne çıktılar. Kadın Çalışmaları anabilim dallarında çalışıp veya toplumsal cinsiyet çalışmaları yapıp da imzacı olduğundan ya da sendikal faaliyetten ya da başka nedenlerle ihraç edilen birçok kadın var. Sadece Ankara’dan değil İstanbul, İzmir, Mersin, Kocaeli, Eskişehir ve başka üniversitelerden de kadın çalışmalarından birçok arkadaşımız ihraç edildi. Bu tesadüf değil, çünkü zaten akademide muhalif bir şekilde eleştirel düşünceyi temel alan hareketlerin içinde yer alan kadınlar, aynı zamanda kadın hareketinin içinde de yer alıyorlar. Sadece solcu değil aynı zamanda feminist kadınlar bunlar. O yüzden bu durum akademideki kadın çalışmalarını çok zayıflattı. Gözlemliyorum; Ankara Üniversitesi, Kadın Çalışmaları Programı’na daha az öğrenci almaya başladı, bazı faaliyetlerini durdurdu, bazılarını yavaşlattı, ders verecek hoca sayısı azaldığı için bazı dersler kapatıldı… Kadın hareketi ve feminizm, dayatılan her türlü kuralı, baskıyı en çok hisseden ve o nedenle de en çok mücadele eden kesim olduğu için zaten bu insanların tasfiyesi istendi ve başarıldı. Tesadüf değil, eskiden beri süregelen sistematik bir düşmanlığın neticesi şimdi görülmüş oldu.

Peki, siz neler yapıyorsunuz bu durumla baş edebilmek için?

Mesela akademi dışında toplumsal cinsiyet çalışan bir dernek kurduk: Aramızda. Çoğu ihraç edilmiş kadın akademisyenlerden oluşuyor. Konferanslar düzenliyoruz, atölye çalışmaları yapıyoruz. Şimdi de yurtdışındaki vakıflardan projeler almak için girişimlerde bulunacağız. Bunun yanında mevcut kadın dernekleri ve toplumsal cinsiyet temelli sivil toplum örgütleriyle ortak işler yürütmeye ve birbirimize destek olmaya çalışıyoruz.

Dernek Ankara’da mı?

Ankara’da kuruldu ama Türkiye’nin her yerinden, ihraçların olduğu üniversitelerden üyesi var. Daha yeni Sığacık’ta bir konferans yapıldı ve yanı sıra bir atölye çalışması oldu. Bundan sonra da bu çalışmalar sürecek. ADA alternatif akademinin önemli bir parçası. Alternatif akademi genelde Kampüssüzler hareketi gibi akademik çalışmaları kurumlar dışında sürdürme niyeti taşıyor. Aramızda ise o hareketin devamında daha spesifik olarak toplumsal cinsiyet çalışan, sadece kadın akademisyenlerden oluşan bir dernek. Üniversitedeyken toplumsal cinsiyet eşitliği sertifika programı düzenliyorduk. O sertifika programını da akademi dışından sürdürmeye çalışıyoruz. Bazı kurumlar bize eğiticilerin eğitimi, mekân sağlama, fonlama konularında destek oluyorlar. İleride her şey yoluna girdiğinde destek olanların adını anıp teşekkür etmek isterim ancak şimdi riskli tabii.

İhraçlardan sonra şöyle bir şey gözlemledim ben: Cemaatçi olmakla suçlanıp ihraç edilenler geldikleri çevrede dışlandılar, açığa çıktın, yok ol gibi bir tavırla karşılaştılar. Ancak sol gelenekte dayanışma çok güçlü. Sadece manevi destek bile çok önemli. Örneğin ben ihraç edildikten sonra bir grup arkadaşım haftada bir, beni çağırdılar, saz çalıp söyledik hep beraber. Bu, maddi destekten bile daha iyi geliyordu. Yanındayım demenin, seninleyim demenin çok güzel bir yoluydu. Bizleri görünür kılmaları, sesimize kulak vermeleri de aynı şekilde sağaltıcı. Çünkü itibarsızlaştırmanın etkisi çok yıkıcı olabiliyor.

Görünür olmaktan bahsettin ya. FETÖ üyesi diye ihraç edilenlerdeki sinmenin tam tersi oldu bizde. Daha görünür olduk, çağrıldığımız her yere gider olduk. İnsanlar bir yerlerden adımızı duymuş oldu ve kendimizi tanıttığımızda bilip desteklerini iletiyorlar. Bir de gazetelere yazmaya başladık, tabii o da görünürlüğümüzü artırdı. Alternatif medyadan da destek var, onu da anmak lazım. Bir de şunu mutlaka eklemeliyim; bize Mimarlar Odası Ankara Şubesi çok açıktan destek oluyor ve bu desteğin görünür olmasını istiyorlar, o yüzden adlarını anmak istiyorum. Mülkiyeliler Birliği de yönetim değiştikten sonra daha çok destek olmaya başladı, ki onların yönetimine de biliyorsun ihraç edilen akademisyenler geldi. Bu iki kurum desteklerinin görünür olmasından hiç gocunmuyorlar, mücadelelerinin bir parçası çünkü.

Bir yandan da mesela benim kayıtlı olduğum meslek odası Çevre Mühendisleri Odası Ankara Şubesi, ihraç edildikten sonraki ilk işsiz dönemimde e-posta yazıp durumumu anlattığım halde, bana cevap bile vermediler, oda başkanı telefonlarımı açmadı, geri dönmedi.

Evet, odalar ve şubeleri fark ediyor demek ki. Mimarlar Odası Ankara Şube’de Tezcan Candan’ı mutlaka anmalıyız, büyük desteği oldu. Mesela KAOS GL atölye yaptırarak, yarışmalarda jüri olarak yer almamızı sağlayarak, yazı yazdırarak maddi destek oluyor. Bu bir tavırdır aynı zamanda. GazeteDuvar hem bize yazı yazdırıp, dar olan bütçesinden küçük destekler veriyor hem de manevi destek sağlıyor. K24 de aynı şekilde. Ama şunu da söylemek lazım; araştırma görevlisi, uzman, okutman gibi unvansız veya akademik hayatının başında olduğu için ‘no name’ arkadaşlar da var. Kitabı olmayan, gazetelere yazmayan, ders vermeyen, politik angajmanları olmayan, görünürlüğü olmayan bu genç arkadaşlar çok daha dezavantajlı durumdalar. Ben bir yere gidip konferans verdiğimde o konferansa gelenlere, sonra haberi yapılırsa okuyanlara görünür oluyorum. Bir yazı yazdığımda yüzlerce kişiye ulaşıyorum. Ama bu arkadaşlara yazı yazmaları için teklif bile götürülmüyor tanınmadıkları için.

Hem maddi tarafından hem de yiten saygınlığın yeniden kazanılmasından mahrum kalıyorlar.

Zaten daha kariyerlerinin başında, isimlerini duyurup çalışmalarını görünür hale getiremeden silinip gitme riskiyle karşı karşıyalar. Sen de mesela Pelin Buzluk olduğun için, edebiyat dünyasında, sosyal hayatta bir yerin olduğu için aynı şekilde görünürsün ve itibarını buradan geri kazanabildin. Biz ihracın ardından KESK’in organize ettiği bir ihraç kurultayı yapmıştık. Ben de görevliydim ve ihraçların toplumsal cinsiyet boyutuna bakıyordum. Bunu yapabilmek için Türkiye’nin her yerinden sendika üyesi olup ihraç edilen insanlara yarı yapılandırılmış mülakat soruları gönderdik. Oradan gelen cevaplardan metinler oluşturduk. O cevaplar çok çarpıcıydı. Biz burada o kadar kahramana dönüştürülmüş ve pohpohlanmış olarak yaşıyoruz. Mesela Yozgat’ta, Çorum’da ihraç edilmiş bir öğretmeni düşün. Biri “Öğrencimin velisi sokakta beni dövdü” diyor, biri inşaata işçi olarak girmiş, inşaattakiler tuğlayla dövmüşler. Birinin kocası intihara kalkışmış, komaya girmiş; bi diğerinin üniversite öğrencisi olan oğlunu “Siz vatan hainisiniz,” diye doldurmuşlar, annesi ve babasıyla haftalarca konuşmamış. Bazı ihraçların da anne ve babaları onlarla ilişkiyi kesmiş. İhraç edilenlerden biri şöyle bir şey söylüyordu mesela: “Siz Ankara’da ne yapıyorsunuz bilmiyorum ama ben Kayseri’de sokağa çıkamıyorum. Yüzüme tükürüyorlar. Eskiden kahveden eve girmezdim, şimdi eve kapandım dizi izliyorum. Arkadaşlarım bile aramıyor.”