Gazeteci Ayşegül Doğan’a altı yıl üç ay hapis cezası verildi

Gazeteci Ayşegül Doğan hakkında ‘örgüt üyeliği’ suçlamasıyla süren davada altı yıl üç ay hapis cezası verildi. Avukat Emin Aktar, DTK davalarıyla bir dönemin tarihten silinmeye çalışıldığını söyledi


ÖZKAN KÜÇÜK

Kapatılan İMC TV’nin Program Koordinatörü Ayşegül Doğan’ın ‘silahlı örgüt üyesi olmak’ suçlamasıyla yargılandığı davanın Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen karar duruşmasında Doğan’a altı yıl üç ay hapis cezası verildi. 

Ayşegül Doğan’ın mazeret sunarak katılmadığı duruşmada avukatları Ahmet Özmen, M. Emin Aktar ve Emel Ataktürk Sevimli hazır bulundular.

Ayşegül Doğan’ın mazeretini sağlık raporu olmaması nedeniyle kabul etmeyen mahkeme heyeti, Doğan’ın duruşmaya katılmayışını aleyhte değerlendirmeyeceklerini belirterek duruşmayı sürdürdü.

Avukat Emel Ataktürk Sevimli, Ayşegül Doğan hakkındaki Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Daimi Meclis Üyeliği iddiasına ilişkin, müvekkilinin fiilen çalışmalara katılmadığını, gıyabında üye yapılıp gıyabında çıkarıldığını, başka bir dosyadaki dinlemelerde de Doğan’ın bu konuda kendi bilgisi dışında üye yapıldığını söylediğini ve çıkarılmasını istediğinin açık olarak anlaşıldığını aktardı.

Ataktürk Sevimli, savcılığın öne sürdüğünün aksine dosyadaki delillerin Ayşegül Doğan’ın DTK daimi meclis üyesi olmadığını kanıtlar nitelikte olduğunu, katıldığı DTK toplantılarının tümüne ise gazeteci kimliğiyle katıldığını, yayınlar gerçekleştirdiği ve haber yaptığını ifade etti. 

Müvekkili Ayşegül Doğan’ın aşırı bir derecede suçsuzluğunu ispat etme baskısı altına alındığını söyleyen Ataktürk Sevimli, dosyadaki tüm dinlemelerin hukuka aykırı yapıldığını ve manipüle edilmiş tüm bu delillerin suçu kanıtlamaya muktedir olmadığını belirterek beraat talebinde bulundu.

SUNULAN DELİLLER SUÇ TARİHİNDEN ÖNCEYE AİT 

Avukat M. Emin Aktar, Ayşegül Doğan hakkındaki iddianamede suç tarihinin 23.05.2018 olduğunu ancak delil olarak sunulan dinleme ve teknik takip tarihlerinin 2010 – 2014 aralığında olduğunu ifade ederek suç tarihi ve sonrasına ait tek bir delil bulunmadığını söyledi.

İşlendiği tarihte kanunda suç olarak tarif edilmeyen bir faaliyeti nedeniyle kimsenin cezalandırılamayacağını belirten Aktar, “Ayşegül Doğan şahsında aydınlara had bildirmek amaçlanıyor” dedi. Aktar, bu davaların çözüm sürecini yok sayma davaları olduğunu sözlerine ekledi.

Savunma yapan avukatlardan Ahmet Özmen ise, müvekkilleri hakkındaki delillerin tümünün hukuka aykırı olarak toplandığını ve örgüt üyeliği iddiasını kanıtlar nitelikte olmadığını belirterek müvekkilleri Ayşegül Doğan’ın beraatini istedi.

Duruşmaya verilen aranın ardından hükmünü açıklayan mahkeme, Ayşegül Doğan’ın “örgüt üyeliği” suçlamasıyla altı yıl üç ay hapisle cezalandırılmasına karar verdi. Ceza kesinleşene kadar Doğan hakkındaki adli kontrol tedbirlerinin devamına karar verildi.

DTK FAALİYETLERİ NEDEN HEDEFTE?

Duruşmanın ardından görüşlerine başvurduğumuz Avukat Mehmet Emin Aktar, ortada suç oluşturan bir eylemden dolayı yapılan bir yargılama olmadığını belirterek, “Özellikle 2016 sonrası dönemde siyasal iktidar, devlet politikasında bir dönüşüme giderek Kürt meselesini yok saymaya başladı. Önceki dönemde Kürt meselesinin çözümüne yönelik bütün çalışmaları, oluşturulmuş platformları, girişimleri, müzakerelerin tümünü unutturmaya çalışıyor. Adeta o tarihi silmeye çalışıyor” dedi.

DTK’nın, Kürt meselesinin tartışıldığı önemli platformlardan biri olduğunu, insanların görüşlerini dile getirdiği bir zemin, bir açık tartışma platformu olduğunu belirten Aktar, “Bu açık çalışma platformuna katılarak görüş ifade eden, katkı sunan, neredeyse bütün bireyler bugün cezalandırılma tehdidiyle karşı karşıya. Bunların içinde gazeteciler, avukatlar siyasetçiler de var, hekimler de var. Değişik mesleklerden, sendikacıların da olduğu çok fazla sayıda insan var. Bu dava da buna ilişkindi. Bugün Ayşegül Doğan’ın şahsında verilen mahkûmiyet kararı da bu türden bir cezadır” şeklinde konuştu. 

“DİNLEMELER USULSÜZ YAPILDI” 

Bu kararlarla hukuk sisteminin kendi içinde de yara aldığını belirten Aktar, “Çünkü dayandığı deliller ve soruşturmanın sürdürülmesi açısından da çok açık bir biçimde kanuna aykırı olarak yürütülmüş. Daha önce, bugün terör örgütü mensubu olarak nitelendirdikleri Fetullahçı, cemaatçi yapı içinde yer alan hâkim ve savcıların kendi cemaat ya da örgütsel çıkarları doğrultusunda oluşturdukları kanıtlar üzerinden yürütülüyor. Aksine bu delillerin elde edilmesinin usule aykırı olduklarını da bu soruşturmaları belirtilen tarihte sürdürenler aleyhine yorumlamış, onların dosyalarında usulsüz dinleme yaptıkları için mahkûmiyet kararları verilmiş. Usulsüz dinlemeden dolayı hakimler ve savcılar ihraç edilirken bu usulsüz dinlemeler sonucu elde edilen delillere dayanarak tüm bu insanlar mahkûm ediliyor. Peki bu dinlemelerde bir suç var mı? Hayır yok. Mesela Ayşegül Doğan hakkında söylenen şey, birkaç telefon sohbeti ve gıyabında birkaç konuşma bir de katıldığı bir konferans. Bunların dışında da Doğan hakkında ileri sürülebilecek bir delil de yok. İddia da yok ortada. Umarım bu karar Yargıtaydan döner ve Ayşegül Doğan bundan dolayı özgürlüğünden yoksun kalmaz” dedi. 

“ORTADA GİZLİ BİR FAALİYET YOK”

Suçlamalara konu edilen DTK, tüzel bir kişiliğe sahip olmayan bir platform olarak kurulduğunu; 2020 Haziran ayına kadar da tabelası asılı, resmi bir adresi olan, faaliyetlerini açık yürüten bir platform olarak varlığını sürdürdüğünü ve halen de faal olduğunu belirten Aktar, “Eş başkanları da kamuoyunca bilindiği üzere çoğunlukla milletvekillerinden oluştu, parlamentoda temsil edildi. Kurulları bulundu ve bu kurulların tümünü internet sitesinde açıkça söyledi. Yani bugün mahkemelerin silahlı örgüt üyeliğinden cezalandırma gerekçesi yaptığı bu faaliyetlerin tümü açıkta oluyor. Yani gizli bir faaliyet yok ortada. Herkesin kendi kimliğiyle katıldığı bir platformda yürüttüğü faaliyetlerden ve fikir beyanlarından dolayı bugün örgüt üyeliğinden yargılanıyor. Propaganda veya başka bir suçlamadan da değil. Doğrudan doğruya silahlı örgüt üyeliğinden cezalandırılıyor. Bu bize, burada yürütülen şeyin bir suç soruşturması olmadığını, yapılmak istenen şeyin toplumun bir kesimini baskılayıp cezalandırmak olduğunu düşündürüyor” şeklinde konuştu.