Diyarbakır’da Alternatif Bir Mekân: Diyarbakır Edebiyat Evi – Wêjegeh Amed

Özkan Küçük, Diyarbakır’ın yeni sanat mekanı Diyarbakır Edebiyat Evi – Wêjegeh Amed hakkında koordinatör Seçkin Arslan’la konuştu


ÖZKAN KÜÇÜK

Diyarbakır son yıllarda kültür sanat alanında bir değişim yaşıyor. Zorunlu bir yenilenme de diyebileceğimiz bu değişimi kayyım politikalarına karşı kentin kendine özgü bir direniş biçimi olarak yorumlayanlar da var. Zira 2016 sonlarından itibaren yürütülmeye başlayan ve artık Kürt kentlerinde ‘olağan’ bir yönetim biçimi haline gelen kayyım politikası kentin çeşitli kültür sanat mekânlarının el değiştirmesine ve alternatif çalışmaların mekânsız kalmasına yol açtı.Bunun üzerine son yıllarda kişisel veya küçük toplulukların girişimleriyle irili ufaklı çok sayıda yeni sanat mekânı açıldı.

Bu değişim ve yenilenmenin kentteki sanat çalışmalarında sivilleşmeye katkı sunduğunu düşünenler de var. Değişimin sadece kayyım politikalarının tepkisel bir sonucu olmadığını, yıllardır oluşan birikimin zaten bir süredir kendini ifade yolu aradığını düşünenler de çoğunlukta.

Diyarbakır’da yeni açılan mekânlardan biri de Diyarbakır Edebiyat Evi, diğer adıyla Wêjegeh Amed. Lîs Yayınevi girişimiyle yaratılan bu mekân, alt katında nezih bir vejetaryen mutfak-kafesiyle, bahçesiyle üst katında ise çalışma ve etkinlik alanları ile konforlu bir ortam sunuyor. Burası aynı zamanda Lîs Kitabevi ve Yayıncılar Kooperatifinin ofisi olarak da kullanılıyor.

Lîs Yayınevi’nin sahibi yazar Lal Laleş ile birlikte bu mekânın program koordinatörlüğünü Seçkin Arslan yürütüyor. Arslan’la Avrupa’da örneklerini gördüğümüz ‘edebiyat evi’ modellerinden Kürtçe edebiyatın çeperlerini konuştuğumuz bir röportaj yaptık. Tabii ki pandemi günlerinde e-posta yazışmalarıyla yaptığımız bir konuşma oldu röportajımız.

“BU SAPAKTA YA BİR GERİ ADIM ATIP SEYİRCİ KALMAYI KABULLENMEMİZ YA DA BİR ADIM ÖNE ÇIKIP SES ÇIKARMAYI TERCİH ETMEMİZ GEREKİYORDU.”

Diyarbakır’da bir Edebiyat Evi kurma fikri nasıl oluştu?

Her şeyden önce bireysel ve toplumsal varlığımız için tarihsel bir ihtiyaçtı. Kişisel tarihlerimiz, ilgilendiğimiz konular, yaşamdan beklentilerimiz itibariyle içinde hissettiğimiz sıkışmışlık ve dilsizliğe karşı bir üretim ve ifade alanını öncelikle kendimiz için yeniden tanımlamak zorunda olduğumuz bir sapakta ya bir geri adım atıp seyirci kalmayı kabullenmemiz ya da bir adım öne çıkıp ses çıkarmayı tercih etmemiz gerekiyordu.

Neticede Lîs Yayınevi varlık sebebini 15 yıllık bir deneyimle topluma iletmeyi başarmış ve kabul görmüş bir yayınevi. Sivil bir çizgiden 15 sene boyunca Kürtçe için süreğen bir emek üretim süreci toplumsal ve tarihsel anlamda yadsınamaz bir durum. Ancak bir noktada Kürtçe Edebiyatın kendine çekebildiği ilgi ve bilginin de sınırları kendi çeperini sürekli yıpratan bir sorun.

Bu anlamda bu direnci ya sürekli göğüslemeniz ya da organik becerilerinizi arttırıp çevre organizmalar üretmeniz, basıncı dağıtmanız ve çekim yüzeyini çoğaltmanız gerekiyor, aksi halde tüm mevcut gerilimleri tek bir organizmada eritmeye kalkmak canlılığınızı bir noktada kesin olarak tehdit eder hale gelecektir.

Bu çerçeveden Edebiyat Evi fikri, Kürtçe edebiyatın gövdesinden açılan çok dilli ve çok kültürlü organik bir alandır aslında. Kürtçe edebiyat ve Kürtçe yayıncılık kadar farklı dil ve söylem biçimlerinin yeni fikir, işlev ve deneyim yüzeyleri aradığı edebiyat ve dolayısı ile insan merkezli bir alan.

Kendinize örnek aldığınız benzer kurumlar var mı?

Edebiyat Evi çerçevesi aslına bakarsanız Avrupa merkezli. Avrupa özelinde temelde yazar ve okurların bir araya gelebildiği, edebiyat eksenli buluşmalar üzerinden oluşan organik toplulukları ağırlayan mekânlar buralar.

Bu anlamda Avrupa’da bu işler siyasal giydirmelerden azade bir şekilde, neredeyse edebiyat ve kültür sanat severlerin topluluk özel alanları gibi işliyor. Bizim coğrafyamızda ‘özel alan’ kavramı pek yerli yerine oturmadığı için, bizim için de bir Edebiyat Evi dediğimizde aklımızda şekillenen şey, aslında sorusu olan herkesi buyur eden bir ev hayaliydi daha ilk başından.

Bir cevabımız olduğundan değil, karşılıklı konuşabilme, fikir üretebilme ve bir arada çözümü inşa etmeye mecbur olduğumuzu bildiğimizden. Bu nedenle açıkçası farklı sesleri her daim takip ediyor ve destekliyoruz ancak burada yapabilmeyi dilediğimiz şey pek de benzeri olan bir şey değil.

“TOPLUMSAL BİR DOĞALLIK ALANI ASLINDA EDEBİYAT EVİ”

Başa dönersek, biz Diyarbakır Edebiyat Evi’nde sivil ses, fikir ve becerilerin toplumsal ve bireysel birikimlerini tetikleyerek çok yönlü okuma ve öğrenmenin yanı sıra nitelikli yayıncılık alanında ilerlemeyi önemsiyoruz. Bunu da çok dilli ve çok kültürlü bir bağlama oturtarak yapmaya çalışıyoruz.

Nihayetinde tarihe kalacak olan nitelikli çok sesli kitapların yolunu açmak için organik bileşenler dâhil etmeye çalıştığımız toplumsal bir doğallık alanı aslında Edebiyat Evi. Yani içinde ufuk açan karşılaşmalar ve takaslar kadar hayal kırıklıkları ve karşılıksız vermeleri de bol bol buluyor olmak bu mekânın doğallığı için kaçınılmaz. Bunu şunun için söylüyorum, bir model esas almaktan ziyade hayatı tüm olağanlığı ile bir mekânsallığa taşımak ve o mekânın kendi anlatısını kurmasını daha çok dert ediniyoruz sanırım.

Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu burası?

Bunu dediğim gibi bence en çok hayal kırıklıkları ile yorulup, susup, kendi köşenize çekilip kendinizle hemhal olmaya başladığınızda yine kişisel tarih size söyleyecektir.

Bu anlamda bu bir ihtiyaç tespitinden ziyade bir kaçınılmazlık anıdır. Zira bu kurumda girişimci vasfında insanlardan ziyade hayalperest insanlar olduğunu söyleyebilirim.

“İLK TEMEL İHTİYAÇ VARLIĞI DİLE GETİRMEKTİR”

Diyarbakır ve benzer öte illerin yalnızlığı özellikle kültür sanatla buralardan ilgilenen insanlar açısından çok zor. Bu asla romantik bir söylem değil ama. Ya da buralarda fark edilmeyi bekleyen müthiş bir sanatsal çıta olduğunu da iddia etmek değil ama yok sayıldığı inkâr edilemez. Nitekim kendine özgür alan bulan buralardan yetişmiş sanatçıların başka yerlerde kazandıkları üretim ivmesi bu yok sayılmanın da en iyi kanıtıdır. Bu anlamda ilk temel ihtiyaç varlığı dile getirmektir.

Diğer bir temel ihtiyaçsa eşitsizlikleri de içine alan bilimsel nesnel bir perspektif ve buradan üreyecek nitelikli becerilerdir. Edebiyat Evi bir ihtiyaçtır çünkü örneğin yayıncılığın temel emek süreçleri için nitelikli çok yönlü beceri gerekmektedir. Editörlük, redaktörlük, görsel tasarım içinden edebiyat üretmeye çalıştığınız dilin ifade bileşenleridir.

Bu noktada Doğu ile Batı arasındaki ekonomi-politik farkların kültür sanat alanındaki sonuçları, bilimsel ve evrensel düşünme, tartışma ve eyleme becerilerine dair ihtiyaçları karşılayacak araçlara erişim imkânları çerçevesinden de ele alınmalı.

Edebiyat Evi biraz da bu ihtiyacın sonucudur. Bu nedenle yapmayı dilediğimiz; üretime alan açan zihinsel ve pratik donanımları kendi kaynaklarımızca sunmak, başka kaynaklarla ortaklaşmak ve bu kaynaklar üzerinden özellikle gençlerin düşünme ve eyleme becerilerini iyileştirme imkânlarını çoğaltmaktır.

Ne kadar süredir burayı kurmak için çalışıyorsunuz? Başka kurumlarla iş birlikleri yaptınız mı?

Fikrin belirmesi daha önceye dayanıyor ancak fiilen 2 senedir üzerine çalışılan bir fikir. Hayata geçirirken fikir alışverişinde bulunduğumuz ve uzun süredir yan yana olduğumuz değerli kurum ve dostlar vardı elbette.

Kısa sürede nasıl bir ilgiyle karşılandı Wêjegeh Amed?

Herkesin sahiplenip keyiflendiğini tüm doğallığıyla gördüğümüz bir ilgiyle karşılandı aslında. Diyarbakır’ın ve kentlinin bu tarz bir mekâna ihtiyacı olduğu biraz da bu doğal ilgiden daha net anlaşıldı. İnsanların kendi yeri gibi sahiplenip, kendi fikir ve önerilerini sunması bizim için en değerli olan. Bu anlamda bizim davet ettiğimiz konukların sorusuz kabulü ya da destek olmak üzere kendi önerilerini sunabileceklerini direkt olarak arayıp ifade eden dostların varlığı bize güç veriyor. Yeri gelmişken size de açılışımızdan bu yana yanımızda olduğunuz için çok teşekkürler.

Çoğu yazar ve sanatçının burayı çalışma mekânı olarak kullandığını da gözlemledim, bu da hedeflerinizden biriydi değil mi?

Tabii ki! Birbirimize nasıl bağlı olduğumuzu çok daha iyi anladığımız bugünlerde üretim derdi olan insanların mekânsal olarak bir aradalığı çok kıymetli. Ortak Zenginlik kitabında çok güzel bir ifade var; “Hakikat aracılar olmaksızın yapılan ortak eylemde üretilir” diyor. Edebiyat Evi tam da böyle bir yerden kurulan bir çatı. Burada bazen uzun uzun düşünüp bulamadığımız büyük cevapların gündeliğin içinde nasıl ürediğine şahit oluyoruz bizimle kafa yoran dostlarımızla beraber. Gündelikte saklı, iç içe geçmiş meselelere dolaysız eylemle üretilen çözümler çok değerli kaynaklar aslında. Ev’i bir etkinlik mekânından farklı kılan da bu. Buranın kendine has bir dinamiği, sosyal döngüsü oluşuyor.

Bu zemin özgün karşılaşmaları ve akılda kalıcı soruları, sorunları, açmazları ve cevaplarını gündeliğin içinden üretiveriyor. Bu alışageldiğimiz soru ve cevap üretme biçimlerimizi değişime uğratıyor. Mekân kendi gerçekliği üzerinden kişileri ve kalıp ifade biçimlerini önemsizleştiriyor. Ama bir yandan da mekânı ev haline getiren, tek tek kişilerin hatta mekânı dolduran tüm nesnelerin varlığı ve hepsinin ayrı ayrı hikâyesi. Geçişken bir çoğulluk ortaya çıkıyor aslında. Bu çok üretken bir diyalektiği işletiyor. Meseleler birbirinin üzerini örtmüyor. Mekânda adalet, dayanışma ve sürdürülebilirliği dert edinirseniz örtemez de.

“… ORTAK EYLEM PRATİĞİNİN GÜÇLÜ OLDUĞU BİR COĞRAFYADAYIZ”

Bu tarz bir söylem elbette altını doldurmanız gereken pek çok hassasiyeti sürekli yeniden yaratacak ve talep edecek. Ama ne kadar zor olsa da çıkılan yol biraz da budur. Zaten bu mekân ve burayı kuracak olan yazar ve okurları tarif etmek için kurulacak herhangi tekçi konforlu söylem eksik ve yavan kalacaktır. Bu nedenle kurucu öğedense birleştirici öğe yani vicdan terazimiz önemlidir. Diğer yandan ortak eylem pratiğinin güçlü olduğu bir coğrafyadayız. Kısacası söylenmemişi söylemek ya da yapılmamışı yapmak gibi bir derdimiz yok. Bizim için tam da aslolan, bir mekânda çoğulluğu deneyimlemek ve ortak bir zenginliğe dönüştürmek haricinde bir dolayım olmadan her çevreden insanın bir arada çalışabilme ve üretebilme ihtimalidir.

Her ne kadar şimdi pandemi dolayısıyla kapalı olsa da burada nasıl bir etkinlik zinciri planlıyorsunuz?

Öncelikle birbirini besleyen ve büyüten bir düşünme ve işleyiş deneyimi kurmak istiyoruz. Bizim açımızdan bu, kişilerin ve bireysel becerilerin değil değerlerin öncelendiği bir kurgudur. O nedenle işleyişimizi belirleyen öncelikle değerlerdir. Bu değerler kabaca ifade özgürlüğü, çok seslilik, demokratik tartışma, bilimsel düşünce, kültürel varlıkların somutluk, eş görünürlük ve kamusallık kazanması, korunması ve en temel müştereğimiz olan doğaya dönük bir yaşam biçimini nasıl gündeliğimize yedireceğimiz meselesi ve tabi ki hepsini içine alan bir edebiyat.

Bu değerleri birbirini besler bir şekilde dolaşıma almak etkinlik çizgimizi de belirliyor. Biz Edebiyat Evi’nde şimdilik Mihenk Taşı, Kültür İşliği, Ekokritik, Müşterek Bellek, Müfredat Dışı, Çeviri Adası ve Yazarın Günü olmak üzere 6 tematik başlık belirledik. Kendi adımıza hem ifade alanımızı hem de üretim alanlarımızı kısıtlayan kültürel ve politik söylem alanlarını bir arada masaya yatıralım, eleştiri ve özeleştirileri yapalım, ustaların bu alanları nereden deldiğini irdeleyelim, kültür dediğimiz muğlak kavramı somutlaştıralım, bilimsel düşüncenin önündeki engelleri kaldıralım, bunu yaparken bilimsel düşünceyi salt Batı merkezli bir kavram olmaktan çıkarıp kadim bilgelikte yatan, yaşamsal aktivitenin içinde sorgulayan ve üreten doğal zihnin işlevsel çözüm önerileri olarak da ele alarak hayatımıza dökelim ve bu çerçevenin yaratıcı ifadesini yazarın dilinde, okurun okumasında, edebiyatta arayalım istedik.

“… BAŞLIKLARIN BİR KISMINI ATÖLYE FORMUNDA YÜRÜTECEĞİZ”

Bu tartışma ve paylaşma ortamını sürdürmek elbette değerli ama Edebiyat Evi’nde olmasını dilediğimiz en değerli süreçler aslında üretime dönük süreçler. Bu anlamda bahsettiğim konu başlıklarının bir kısmını atölye formunda yürüteceğiz. Örneğin Ekokritik ve Müşterek Bellek gibi başlıklar katılımcısından devamlılık ve belirli okumalar ve üretimler gerektiren şekilde kurgulandı.

Bu başlıklara ek olarak düzenlemeyi dilediğimiz ya da hali hazırda çalışılmış bazı atölye programlarını da Edebiyat Evi’ne taşımak istiyoruz. Bu konular Edebiyat Evi’ndeki tartışmaların da işaret edeceği teknik beceri ihtiyaçları kadar bambaşka alanlardan atölye çalışmaları olabilir. Bu anlamda hem STK’ların hem de bağımsız çalışmacıların aktarmak istediği atölye içeriklerinin mümkün olduğunca Ev’de yer ve ilgi bulması gerçekten çok önemli. Bu çerçevede tematik oturumlar ve atölyelerden oluşan aylık programlarla çalışmalarımızı yürüteceğiz.

Buranın sürdürülebilirliğini nasıl planlıyorsunuz? Özellikle etkinliklere şehir dışından konuk çağırmak ve ağırlamak ve de çeşitli sabit giderler düşünüldüğünde, restoran-kafe ve kitabevi de içeren mekânın kendi gelirleri yeterli olacak mı?

Şu şartlarda ne için, ne yeterli olacak bilmek pek mümkün değil gibi ama karamsar olacak lüksümüz yok. Gönül ister yetsin ama özellikle gelmesini dilediğimiz tüm çevreleri davet etmek, hakkıyla ağırlamak, yeri geldiğinde yerinde ziyaret etmek, yeri geldiğinde farklı alanlara destek atabilmek gibi imkânların olması buranın duygusunun gelişimi ve zenginliği için çok önemli. Sürekli bir bütçe kısıdıyla bu tarz bir işi yapmaya çalışmak bir noktada bizi sürekli alıcı pozisyonunda bırakabilir.

Oysa yapmak istediğimiz kesinlikle kendi kendini çeviren kapalı bir sistem kurmak değil. Aksine sürekli genişleyen ve açtığı damarlardan kendiliğinden çoğalan bir ağ kurmak, ağlara dâhil olmak ve dayanışma üretebilmek.

Elbette bu anlamda Lîs Yayınları’nın bugüne kadar biriktirdiği deneyim ve nitelik hem kendi işleri için hem de destek olmak istediği pek çok hat için değerli ve işlevseldir. Ancak bizim baktığımız yerden konu bu evi bizim nasıl çevireceğimizden ziyade, bu ev ne kadar sahiplenilir ve ne kadar işlevsel hale getirilirse o kadar imkânın kendi kendini yaratacağıdır. Aksi bizim için anlamlı değil.

Diyarbakır için böylesi bir mekânın varlığı gelecekte kültür, sanat ve edebiyat ortamını nasıl etkileyecek sizce?

Aslında anlatmaya çalıştığım gibi Wêjegeh Amed dolaysız bir algı ve eylem biçimini kolektif eleştiri, öğrenme ve üretim süreçleri ile besleyerek yaşatmaya çalıştığımız bir duraktır. Bu durak ne kadar sahiplenilir ne kadar samimi bir ilgi ve emekle beslenirse o kadar gürbüz bir başka noktaya evrilme potansiyelini de yaratır.

Biz şu kısa sürede dahi Edebiyat Evi’nin kavramsal dünyalarımızda açtığı zenginliğin farkındayız, bu farkındalığın kültür sanata ve edebiyata değer veren herkes için de böyle olduğunu düşünüyoruz.

Tabii artık sistemlerin de çatırdadığı bir gezegen tarihinde insanın kendi pozisyonunu yeniden belirlemesi gereken bir andayız. Kültür ve sanat kendine bu noktada nasıl bir rol biçecek? Bu belki daha yakıcı bir sorudur. Elbette ki Edebiyat Evi varlık sebebini içinde olduğu toplumsallığın kültürel ve sanatsal değerlerini ve eserlerini daha görünür kılmak üzerinden kurgulamıştır. Ama kalıcı etki bırakacağı noktanın artık görünür kıldıklarının gezegenin iyileşebilmesine ne katkı sunduğu ile ilgili olduğu da aşikârdır.

Bu noktada hem biz hem beraber olduğumuz dostlarımız bakışımızı böyle bir noktadan ne kadar zenginleştirebilirsek Edebiyat Evi de o kadar etkin bir varlık gösterebilecektir şehrin belleğinde. Bunu başarmak için özeleştiri ve dayanışma deneyimlerimize güvenmemiz gerek ama bunları da bilimsel eleştiriye tabi kılmak zorunda olduğumuzu unutmadan.