ALİCAN ACANERLER (ANKARA)
1960’ların Ankara’sı kitlelerin kamusal alanda toplanmasına, üretmesine, seyretmesine zemin hazırlayan bir alan açıyordu. 60 darbesinden sonra kabul edilen Anayasa’nın da sağladığı ortamla artık Ankara Türkiye toplumunun ileri gelenleri için de ‘belirleyici’ bir öneme sahipti. Asaf Çiyiltepe ve arkadaşlarının ‘63 kışında İstanbul’daki Arena Tiyatro denemesinden sonra Ankara’da bir topluluk kurma bilinci de az önce saydıklarımla beraber düşünüldüğünde tam da yerinde denebilir.
‘Politik tiyatro’ o yıllara kadar birkaç girişim dışında dönemin ana akımı sayılacak damarlarında tutunamamış, yeni odaklarını arıyordu. Aralık 1963’te önceki ismi Ankara Sanat Topluluğu olan bir girişim, Çiyiltepe’nin girişimiyle İstanbul’dan Ankara’ya taşındı. Girişim, Godot’yu Beklerken oyunuyla sadece üç bilet satarak perdelerini ilk kez başkentlilere açtı. Sonrasında Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) adını alan ve Ihlamur Sokak’ta o meşhur binasını kiralayan bu girişim, bir grup politik gencin heveslerini hemen hemen her gün izleyicisiyle buluşturuyordu.
Ankaralılar, Ihlamur Sokak’taki o ünlü sahnenin ‘56 sezonuna şahitlik ettikten sonra pandemi sürecinde devam eden maddi sıkıntılara daha fazla dayanamayıp 6 Aralık 2020’de kapanacağını bir sosyal medya postundan öğrendiler. Daha sonra Çankaya Belediyesi’nin girişimleriyle tiyatro kurtarılmak istendi. AST’ın bir sene daha var olduğu binada varlığına devam edeceği söylense de tiyatronun bulunduğu binanın fiziksel koşullarının yetersizliği ortada. Aylardır perde açamamanın getirdiği maddi sıkıntılarla birleşince de AST için durumun bir sene sonrasında bile belirsizliğini koruduğu söylenebilir.
https://twitter.com/gamzetascier/status/1336728465433878528
BİR KENTİ KENT YAPAN HAFIZA MEKANLARI
Bir kenti ‘kent’ yapan birçok hafıza mekanı mevcut, her gün insanların yürüdükleri caddeler, geniş kaldırımlar, dışarıdan gelenin ‘beğenmediği’ o gri koca binalar, yazın altında soluklanan ulu çınarlarla kaplı büyük parklar… Bunlar zamanla bellenen, kenarında kıyısında hatıralarla şekillenen ve kent hafızasında o kentte bir ‘vatandaş olmakla’ ilişkilenen mekanlar. Kızılay’dan Kolej’e giderken akşam trafiğinden kaçıp girdiğiniz Ihlamur Sokak’taki AST sahnesinde bir cuma akşamı rahat kırmızı koltuklarda izlediğiniz bir oyun sizi o kentte düşünen, kentin hafızasına belki oyun sırasında aklına gelenlerle, dudaklarının kenarındaki bir gülümsemeyle katkıda bulunan bir ‘vatandaş’ yapar.
AST’ınn eski izleyicileri AST’ı anlatırken onun sadece bir tiyatro sahnesi olmadığının altını çizerler. AST, yeri geldiğinde Gezi’de günde 300 – 500 kişinin reviri de olmuştur, yeri geldiğinde haftasonları eşle dostla “Acaba hangi oyunlar var?” diye uğranan durak da. Yeri gelmiştir önünde sosyalleşilmiştir de, oyun çıkışlarında ODTÜ’de okuyan arkadaşla rastlaşılır örneğin, tanıdıklarla hemhal olunur suaresinde…
AST, kurulduğundan beri de böyle bir işlevle Ankaralıların kalbinde yer etmişti. Yeni Sahne, Büyük Tiyatro ve Ziraat Sahnesi’nin de belki benzer hatıraları olmuştur kentlilerde. Ama Rutkay Azizleri, Altan Erkeklileri, Meral Nironları bugün Türkiye Tiyatrosu’na kazandıran bir okul görevi üstlenen, hatta kendisi yeni yetenekler yetiştirmek için kurslar açan AST gibi olmadı hiçbiri. Hem bir şehrin yaralarını saran, hem bir şehirde kentli hissettiren hem bilinçlendiren bir işlevi olabileceğini tiyatronun da öğretti herkese AST bu coğrafyada.
ÇAĞDAŞ VE İLERİCİ TİYATRO HEVESİ
Büyük bir emekle var edildiği aşikar bu sanat yapısı kuruluşundan bu yana, elden ele geçen bir bayrak gibi aynı felsefeyi yaşatıyordu: ‘çağdaş ve ilerici tiyatro yapmak’; sanat tiyatrosu anlayışında öncü olmak ve takım oyunculuğuna yaslanmak…
Tiyatronun ünlü sözdeki gibi ‘bir kalas bir hevesle’ sınırlı kalmayacağını, Ankara’dan yayılan bir topluluğun özellikle ülkenin politik olarak en acılı ve kırılgan dönemlerinde bile ilkleri başarabileceğinin de bir göstergesi AST.
Geçen hafta basında yer alan kapanma haberlerinin ardından birçok kişi Yeşim Dorman’a ait oyunun repliklerini paylaştı: “Neyi götürseydik ha! Sabahlara kadar dekor yaptığımız geceleri mi? Erkan Yücel’in, Yaman Okay’ın, Kerim Afşar’ın, Meral Niron’un oyunculuklarını mı? Timur Selçuk’un eşsiz oyun müziklerini mi? Rutkay Aziz’in sayısız oyun rejilerini mi? Uğur Mumcu’nun Sakıncalı Piyade’sini mi? Maksim Gorki’nin Ana’sını mı? Osman Şengezer’in harika dekor tasarımlarını mı? Onların kulislerde yankılanan sesini mi? Bunca yıldır tiyatroyu yaşatan seyircilerini mi? Neyi alaydık ha! Bir valize ne sığar ki!”
Valize usta isimler ve unutulmayan, Genco Erkal’ın Bir Delinin Hatıra Defteri’ni Deniz Türkali’nin İyi Bir Yurttaş Aranıyor’u ve Altan Erkekli’nin İyi Bir İnsan oyunlarını da sığdırmış. 1970’te Çiyiltepe’den sonra gelen yönetimden beklentilerininin karşılanmadığını gören oyuncular ve sanat emekçileri tam 183 gün süren bir greve başlarlar. Bu hem bu coğrafyada tiyatro sanatçılarının ilk grevi hem de Türkiye ve çevresindeki coğrafyanın yakın tarihinde oyuncularının aynı zamanda kendilerinin patronu da olduğu ilk sanat topluluğu olmalarını sağlıyor.
Bu yazı için yaptığım araştırma sırasında Rutkay Aziz’in bir röportajında Türkiye’deki tüm işçi sınıfının çok iyi bildiği 1 Mayıs Marşı’nın da AST’ın 74-75 sezonundaki Ana oyununda ilk kez ortaya çıktığını öğrendim. Yine aynı dönemde DİSK ile sıkı ilişkiler içinde olan AST, ülkenin hemen hemen her ilini gezip işçilerin ilk defa tiyatroyla tanışmasını sağlıyor. 403. Kilometre, Ayak Bacak Fabrikası gibi oyunlar 70’ler Türkiyesi için önemli mesajlar içeriyor. Ankara Sanat Tiyatrosu kurulduğu ilk günden beri defalarca kapatılmış, kısıtlanmış ve yasaklanmış. 1971 – 72 sezonunda AST çalışanları Bertolt Brecht’in yazdığı, Yılmaz Onay’ın yönettiği Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti isimli oyun nedeni ile gözaltına alınmışlar. Yine 70’lerdeki Ana oyununun sahnelendiği sırada tutuklanan ve Askeri Mahkeme’de yargılanan 35 oyuncunun arasında 8 yaşında bir oyuncu da bulunuyormuş.
AST, anlatmaya çalıştıklarını başka türlü anlatmayı da becerebilmiş hep. Koşullar ne olursa olsun söyleyebilecek bir şeyiniz varsa onu da söyleminin farklı türlü dillerini bulabileceğinizin kanlı canlı örneği.
Tiyatronun son dönem yönetiminden Hakan Güven, Gazete Solfasol’e Mart 2016’da şöyle demişti: “Asaf Çiyiltepe buraya tiyatro değil de bir büfe açsaydı şimdi bir hipermarket zinciri sahibi olurdu. Elli üç yıldır burası kira. Kendi mülkümüz bile olamamış. Üç senedir devlet yardımı gelmiyor. Bunun da üstesinden geliyoruz ve tabii ki günümüzde tiyatroya gelen seyirci sayesinde oluyor bu. Çorbamızı kaynatıyoruz. Ama hep bir kısır döngü… Ülkenin bir tarafı yangın yeriyken ‘tiyatro, edebiyat, sanat’ demek zor. İşin o tarafı da var. Çok engebeli yollar kat etmek zorundayız. Biz de ‘olmuyor’ deyip bırakacak değiliz.” Evet, AST bugün ne yazık ki tüm çabalara rağmen yıllardır var olduğu mekanı ‘bırakıp gitmek’ zorunda bırakıldı. Hükümetin pandemi döneminde sanata ve sanatçılara ayırdığı bütçenin adeta olmaması ve yararlandırma koşullarının absürtlüğü nedeniyle sahnesini kapamak durumunda kaldı.
IHLAMUR SOKAK’TAN TÜM ÜLKEYE YAYILAN BİR GELENEK
Son yıllarda AST birçok zorlukla mücadele ediyordu. Şehirlerin plansız gelişmesinden kaynaklı sorunlar mı yoksa hızlı tüketim toplumu mu Türkiye’de seyircinin tiyatroya olan ilgisini baltaladı bilinmez ama AST tarzı tiyatronun sorduğu soruların iktidarın sunduğu hayat tarzına ters geldiği apaçıktı. AST’ın yaşadıklarına bir sebep olarak yakın dönemde Ankara’da yaşayan pek çok kişinin de sıralayabileceği ‘İstanbul’un Ankara’yı kültür – sanat alanında taşralaştırması’ da söylenebilir. Son 10 yılda büyük sermaye destekli sanat faaliyetlerinin hiçbirinin başkentin sınırları içinde gerçekleşmediğini de görebiliyoruz. Hakan Güven, Solfasol’e verdiği demeçte AST’ı da eleştirmişti. Sorunu sadece toplumda değil AST’ın kendisinde de aranabilir mi? Tabi ki AST’ın tiyatro anlayışının güncel izleyicinin meraklarına cevap vermemesi de konuşulabilir.
Aşağıdaki AST belgeseli, tiyatroya çeşitli şekillerde emeği geçmiş 23 kişiyle yapılan röportajlar, oyun görüntüleri, fotoğraflar ve ilk kez gün ışığına çıkan görüntülerle kurgulanarak oluşturulmuş. Ihlamur Sokak’tan tüm Ankara’ya ordan da tüm Türkiye’ye yayılan bir geleneğe kendince veda etmek isteyen herkese önerimdir.
Giderek belleksiz kuru bir ülke haline geliyoruz. “Tiyatro, insanın tabiata ek olarak yarattığı bir tabiat. Tiyatro, toplumun aynası… Kırılırsa kendimizi nasıl görebiliriz?” demişti Mustafa Balbay AST’a veda amaçlı yazdığı köşe yazısında. Bu yazı da bir Ankaralı, bir kentli, bir tiyatrosever olarak yitip yok olan belleğimizin bir parçasına ‘övgüm’ olsun.