İlhan Çomak: Cezaevinde şiir de tecrittedir

Ayşen Güven, 26 yıldır cezaevinde olan şair İlhan Çomak’la salgın döneminde cezaevi koşullarını, yaşadığı hukuksuzlukları ve şiirlerini konuştu


AYŞEN GÜVEN

Şair İlhan Çomak, 26 yıldır cezaevinde ve yargılanması 22 yıl sürdü. Suçu -olmadığı için- bir türlü ispatlanamayan Çomak hakkında 2007 yılında AİHM “adil yargılanmadı” diyor ve Türkiye’yi tazminata mahkum ediyor. Sonrasındaysa ne “pardon deniyor”, ne de bu hukuk cinayeti bir yerden dönüyor. Süreç uzun ve detaylı ancak vasisi İpek Özel’in de çabalarıyla bu “upuzun haksızlığı,” tecrite rağmen yaşam dolu ve öfkesiz şiirlerini, salgında cezaevi koşullarını, sağlığını, gelmek bilmeyen adaleti Şair İlhan Çomak’la konuştum.

“Kapatılma hissi, sadece cezaevinde olmayla açıklanamaz. Yalnızlık ve unutulmuşluk hisleriyle yol alıyor kapatılmışlık hissi” diyen Çomak’ı bu hislerden kurtaran kalabalığın arasında bir yer alabilirsek ne mutlu bize. 

Öncelikle sağlık koşullarınızı sorarak başlamak istiyorum. Her şey yolunda mı? Cezaevindeki pandemi önlemleri nasıl görünüyor? 

Ben iyiyim, iyi olmaya çalışıyorum. Çok teşekkür ederim. 26 yıldır içeride olmanın getirdiği, dışarıdaki dünyadan uzaklaştıkça zayıflayan bağışıklık sistemimi dikkate almazsak şu an için bir sağlık sorunum yok. Zaten tek başıma kalıyorum ve hijyene, temizliğe kendim de çok dikkat ederim. 

Cezaevi de görünüşte gerekli tedbirleri alıyor gibi. Koğuşlarımız dezenfekte edildi, gardiyanları artık neredeyse hiç görmüyoruz. Dışarıdan gelen mektuplar, paketler ve tüm postalar olası virüs transferini önlemek için günlerce bekletilerek bize veriliyor, hatta bazen verilmiyor. Görüşler zaten aylardır haftalardır durduruldu, avukat görüşleri bile artık kapalı sistemde, sınırlı sürelerle yapılabiliyor. Tüm bu önlemlerin pandemi için olduğunu söylüyorlar. Elbette teması azaltmak şart, ama bizler zaten temastan yoksun yaşıyoruz. O açıdan yani bir de ruhen bu duruma katlanmak gündelik hayatımızı daha da sıkıcı bir hale getiriyor, enerjimizi düşürüyor.

“SALGIN EN ÇOK CEZAEVİNDEKİLERİ TEHDİT EDİYOR”

Ben iyiyim ama kalabalık koğuşlarda kalan arkadaşlar için endişeliyim. Oralarda sağlık ve hijyen koşulları bulaşıcılığı önlemek açısından uygun olmaz, olamaz. Zaten hiçbir zaman asgari standartlara ulaşmamış hijyen, beslenme, tıbbi bakım, iletişim, havalandırma, yatak sorunları  bu dönemde bir kat daha önemli ve endişe verici bir hale geldi. Bedeni güçlü kılmak açısından gerekli olan beslenme, cezaevlerinde hiçbir zaman yeterli değildi. Sadece lezzetsiz olmalarını kastetmiyorum hem hijyen açısından sağlıksız hem de besinsizdir cezaevinde yemekler. 

Kabul etmek gerekir ki, tüm insanlık için büyük tehdit olan, “küresel bela” olarak adlandırılan Covid-19 hastalığı koşulların kötülüğü nedeniyle en çok da özgürlüğünden yoksun olan, cezaevindeki insanların yaşam hakkını tehdit etmektedir. Normal şartlarda bile hijyen sağlamanın zor olduğu kalabalık koğuşlarda kalan arkadaşlarımızın birisine bile bir şey olur mu endişesi emin olun ki hepimizi geriyor.

Bu açıdan kendi ihtiyaçlarınızı ve izlenimleriniz ışığında diğer tutukların  taleplerini bizimle paylaşır mısınız? 

Cezaevinde benim gibi zaten hiç burada olmaması gereken çok kalabalık bir mahpus grubu var. Yetmiş bine yakını esas olarak siyasi tutuklu ve hükümlü olmak üzere bugün 300 binden fazla insanın cezaevinde olduğundan bahsediliyor. İktidar sözcüleri daha geçen yıl 137 yeni cezaevi yapılacağını marifetmiş gibi açıklamışlardı. Bugün Türkiye’de 400’e yakın cezaevinin dolmuş olduğu söyleniyor. 

Bizlere siyasi tutsaklar deniyor. Siyasi suçluların çoğu; dürüst olmayan yargılamalarla özgürlüğünden yoksun bırakılmış, düşüncelerini dile getirmesinden ve demokratik eleştiri haklarını kullanmasından dolayı tutuklanmış kişiler. Maalesef Türkiye’de durum böyle, hep de böyle oldu. Gerçekten de adil yargılanmadık, haksız yere hapsedildik, dosyalarımıza hukuken bakarsak neden burada olduğumuzu biz bile bilmiyoruz; çünkü burada olmamızın hukuka uygun bir açıklaması yok. Dolayısıyla sadece pandemi esnasında ve bulaşıcılık endişesiyle değil, bizler zaten hiçbir koşulda burada olmamalıyız. Pek çoğumuz yeterince uzun bir süredir cezaevindeyiz. Ben kendi giden gençliğimi ve tüm hayatımı bir kenara koyuyorum, benim kadar uzun, 26 yıl olmasa bile ne farkeder, cezaevi haksız yere 26 saat bile kalınabilecek bir yer değildir.

“İNFAZ YASASI UMUDUMUZU SUYA DÜŞÜRDÜ”

Yeni infaz düzenlemesi başlarda bir beklenti yaratmıştı ancak hayal kırıklığına dönüştü. Siz bu düzenlemenin kapsamını ve sonucunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Yeni infaz düzenlemesi başta bizim yasalarımıza aykırı bir düzenleme oldu. Bizim anayasamız kanun önünde herkesin eşitliğinden bahseder. Durum böyleyken yeni olduğu söylenen bu düzenleme, eskiden konmuş olan bu yasanın bile sadece gerisinde olmakla kalmıyor, bir de var olan mevcut kanuna -yani anayasanın kendisine de-  aykırılık teşkil ediyor. Pek çok infaz hukukçusunun da söylediği gibi, cezaların infazı eğer bir kişi suçlu ise onun “ıslahı” içindir. Bizim ülkemizde dahil, hiçbir hukuk devletinde cezalandırma öç alma, işkence yapma amaçlı olamaz. Cezaevleri de azaphane  olarak planlanmış yerler değildir, olmamalıdır. Dolayısıyla böyle ömür boyu cezalar, uzun hükümler insancıl hukuka aykırılık teşkil eder. Hele ki bir de yeni yapılan bir düzenlemeyle mahpusların sadece bir kısmını tahliye edip diğerlerini bu lehte olabilecek düzenlemeden yararlandırmamak, infaz adaletini sağlamamak kabul edilebilir değildir, bu apaçık çifte standartlı bir durum ortaya çıkarır ki hukuken bu da ayrımcılığa girer.

Kendi 26 senelik uğradığım haksızlıkları, bu sistemin içinde biriktirdiğim acı deneyimleri bir tarafa koyarak, sadece televizyonlardan izleyebildiğimiz kadarıyla bile, siyasetçilerin ve mevcut hükümetin tavrı bana umutlu olmamamı söylüyor. Bu sistemin, bu ülkenin adalet anlayışının ne anlama geldiğini ben, dünya hukuk tarihinde benzeri olmayacak şekilde, 22 sene yargılanmış bir insan olarak çok iyi biliyorum aslında. Ancak yine de dileğimiz, bu ülke için arzumuz, en azından yeni düzenlemeler yapılırken, bizi yönetenlerin, bari artık bundan sonra demokratik, adaletli, hukuka uygun hareket eden bir yol seçmesidir. Demokratik, barışçıl, hukukun üstünlüğü ilkesiyle yönetilen bir ülke olmaktan başka yolumuz yok. Ancak mevcut haliyle mecliste oylanan infaz yasası bu umudumuzu şimdilik suya düşürdü. Türkiye bir kere daha uygulamalarıyla hukuka aykırı olmayı seçti gibi duruyor. AYM’nin bu yanlışlığı düzeltmesine kaldı şimdi umutlar.

“NE HAKKIMDAKİ BELGESELİ, NE ŞİİRLERİMİN VİDEOLARINI GÖRDÜM”

Sosyal medyada şairler, şiirlerinizi okudukları videolar yapıyor, özgürlüğünüzü istiyorlar. Uluslararası alanda da sizin için girişimler var. Mesela Pen Norveç, Türkiye Masası Sorumlusu Caroline Stockford öncülüğünde, dünyanın çeşitli yerlerinden şairlerin sizin için yazılar yazdıkları bir kampanya yürütüyor. Burhan Sönmez ve İpek Hanım da bu girişimleri organize ediyor, sizinle de irtibat halinde dışarıda sürekli bir dayanışma yürütülüyor. Bu dayanışma içeriden nasıl görünüyor?

Ben maalesef benimle ilgili yapılan hiçbir videoyu, daha önce hakkımda yapılmış olan belgeseli göremedim, cezaevinde böyle video izlemek gibi bir imkânım yok. Ama her şeyden haberim var ve bu dayanışma beni güçlendiriyor.

Cezaevi, kötülükler içinde bir kötülük. Ama çok büyük bir kötülük. Hayatın kısalığına ve değerli oluşuna hiç uymuyor, taban tabana zıt. Kötülüğünün büyük oluşu da bundan zaten. Kapatılma hissi, sadece cezaevinde olmayla açıklanamaz. Yalnızlık ve unutulmuşluk hisleriyle yol alıyor kapatılmışlık hissi. Bu sebeple dünyanın bana, şiirime gösterdiği ilgi, özgürlüğüm için verdiği mücadele, beni şahsen tanımayan insanların bana ulaşan sevgisi, ilgisi, yakınlığı, şiirime ses olmak için gayret içinde olan şair ve sanatçı dostların emekleri, uğramış olduğum haksızlığı yazan, insanları bundan haberdar eden gazeteci dostların gayretleri, ayrı ayrı çok değerli. Tüm bu çabaların beni ne kadar duygulandırdığını, her bir çabanın tarafımda değerinin ne kadar yüksek olduğunu kelimelerle anlatamam. Herkese ayrı ayrı selam ederim. Bu, her şeyin karantinada olduğu, sessizleştiği günlerde bu röportaj için size de ayrıca teşekkür ederim. 

Türkiyeli ve Avrupalı şairlerin şiirime ses vermesi, PEN Norveç’in programı dahilinde benimle ilgili toplantılar düzenlenmesi, yanı sıra bir de şiirlerimin tercümesine ilişkin çalışmalar var, evet. Kimi şiirlerin tercüme edilerek İngiltere’deki dergilerde yayımlanması girişimlerinden haberdarım. Amerika’da Trafica Europe’un kimi iyi tanıdığımız Türkiyeli yazarların yanı sıra benim şiirime de 10 sayfa ayırdığını duyduğumdan beri içim içime sığmıyor. Hakeza şiirlerimden bir seçme şeklinde kitap olarak İngilizce’ye çevrilme projesi olduğunu biliyorum ve bu girişimleri oldukça heyecan verici buluyorum. Mahpus olduğum için dahil olamamak tuhaf şekilde yükümü daha da artırıyor. Ancak her koşulda şiirlerimin Fransızca, Almanca ve İspanyolca’ya çevrildiğini duymak her zaman bana güç katan güzel bir sürpriz olacaktır.

İlk şiirinizi kaçıncı yılınızda yazdınız? Cezaevinden önce şiir karalar mıydınız, okur muydunuz? 

Cezaevinden önce şiir yazmadım. İlk şiirimi cezaevinde yazdım ve ilk şiir kitabım da ben burada cezaevindeyken yayınlandı. Cezaevine girmeden önce sadece 22 yaşındaydım ve üniversitede öğrenciydim. Bingöl’den İstanbul’a yeni sayılabilecek bir süre önce gelmiştim ve üniversitedeki ikinci senemdi. Şimdi geriye dönüp bakıyorum, o zamanlar şiir yazmamışım ama şiiri içimde biriktirmişim. Ve elbette sadece şiir değil edebiyatı da sevdiğim için daha şiir yazmadığım zamanlar da dahil olmak üzere hep okudum. Bugün geldiğim noktada bile, her zaman, iyi şiir ve şairlerden el almak, onların şiir görgüsünü takip etmek, sadece yazmak değil, okumak suretiyle de hem iyi bir “öğrenci” hem de benden önce söylenen şiire bir söz ekleyerek geleceğe taşırma bakımından o büyük şiir ve edebiyat sözünün bir parçası olmaya çalıştım, çalışıyorum.

“ŞİİRİN NEREDE YAZILDIĞI ŞİİRİ GÖLGEDE BIRAKABİLİYOR”

Evet, ben bir bakıma cezaevinde şair oldum ama her zaman şöyle düşündüm: Mekân veya mahpusluk elbette önemli. Ama şairi söyleten duvarlar değil şiirin kendi öz dinamikleriyle gelişe büyüye şairde belirme anıdır, tüm bu sürecin ele geçirilmez, şekle dökülemez ince belirsizliğidir. Bunu şundan söylüyorum evet cezaevinde olmamla şair olmam arasında bir bağ kurulabilir, çünkü öncesinde şair değildim, gençtim, öğrenciydim, Bingöl’den büyük kente gelmiştim ve şiir yazmaya o gençlikle, öğrencilik telaşımla vaktim olmadı. Aslında şöyle de düşünmek mümkün, cezaevinde olmasaydım belki çok daha iyi bir şair olacaktım. Şaka bir yana demek istediğim şu; şiirin nerede yazıldığı şiiri gölgede bırakabiliyor. Pek çok kez içeride nasıl oluyor da böyle şiirler yazılıyor, minvalinde hayret bildiren değerlendirmelerle karşılaştım. Bunu, şiirin her şart altında kanıtlanmış yaratıcılığını duyurması bakımından sevinçle karşıladım. Yaratıcılık duvarları çatlatır; mutlaka sızar, özgürce akmak kararlılığını yineler! Ama aslolan şiirin kendisidir, nerede yazıldığı değil.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“BİLGİSAYAR HATTA BASİT BİR DAKTİLO BİLE YOK”

Özgür olmamanız dışında cezaevi koşullarında yazmanızı engelleyen, zorlayan uygulamalar var mı? 

Ah, hiç olmaz mı. Tüm o 8 şiir kitabım da maalesef ben cezaevindeyken yayınlanmak durumunda kaldı. Bir kere işin en teknik tarafından başlarsak burada bilgisayar, hatta basit bir daktilo bile yok. Hal böyle olunca her şeyi elle yazıyoruz. Ben tüm şiir, makale ve yazılarımı hep elde yazdım, o taslakları dışarıya posta yoluyla yolladım. Bu, ancak cezaevi mektup komisyonunun yazdıklarımı okuyup, denetledikten sonra alıcısına yollaması anlamına geliyor. Yazdığım tüm şiir ve diğer yazılar dışarıda bilgisayarda yazıldı, bir başka deyişle dizgileri hep dışarıda yapıldı. 

Bu işlemi yapan yakınlarım, benim en basit harfimi okuyamadıklarında, bana gelen dizilmiş, yazılmış metinler de doğal olarak yanlış yazılmış olarak geldi. Gelen metinler de elbette mektup komisyonunun onayından geçerek bana veriliyor. Eğer bu metinlerde bir hata varsa ki çoğu zaman bu şekilde çalışmadan kaynaklı ister istemez hatalar oluyor, ben tekrar düzelttim, tekrar aynı süreçlerden geçerek şiir (ya da yazı) dışarıya yollandı, tekrar düzeldi, tekrar geldi. Düşünün basit bir şiiri alt alta yazmak, mısraları bir bütün halinde görmek bile ne kadar meşakkatli.

“DIŞARIDA ZAMANINIZI SİZ KONTROL EDERSİNİZ AMA CEZAEVİNDE ZAMANINIZ KONTROLDEN GEÇER”

Cezaevinde teknik şartlar böyleyken motivasyon açısından nasıl hissediyorsunuz? Mesela insanların cezaevindeyken hep çok uzun ve boş vakti olduğu düşünülür. Zihin bu durumu nasıl yaşıyor? Nasıl üretiliyor?

Şüphesiz ki uzun yılların disiplinli çalışmasıyla oluştu bu eserlerim. Yazdıkça birikti şiirlerim ve yayınlandı. Dışarıdan bakıldığında insanların cezaevinde boş boş oturduğu, nasılsa çokcana vakti olduğu sanılır, haklısınız. Halbuki bu hiç de doğru değildir. Burada, bu koşullarda, hele ki herkesin gözünün üzerinde olduğu bir siyasi mahpussanız ve bu sebeple de yüksek güvenlikli bir cezaevinde kalıyorsanız, kendinize özel zaman bulup, konsantre olmak, içe dönüp şiir gibi müthiş bir özel ilgi ve zaman isteyen bir alanda eser vermek çok daha güç bir hal alır. Mekânın zamanı dönüştürdüğü epeydir dillendirilen bir husustur. Dışarıda zamanınızı siz kontrol edebilirsiniz, ancak cezaevinde zamanınız sizin dışınızda pek çok faktörün kontrolünde geçer. Bu da şiir yazmayı, konsantre olmayı, disiplinli bir şekilde çalışmayı oldukça zorlaştıran bir faktördür.

İşin özüne gelindiğinde ise, yani mevzunun esası olan, şiir için ilham alma, şiiri içinizden çıkarma kısmıyla ilgili, en başta mekânca dönüştürülmüş zamanın, onun hislerimizi ve bilincimizi eğip bükmesinden, aynı oranda duygusal ve düşünsel dünyamızı kuşatmasından da bahsetmek gerekir ki, cezaevi sizin de tahmin edebileceğiniz gibi hiç de insanı, hele ki bir şairi besleyen “şairane” bir ortam değildir. Dolayısıyla cezaevinde şair olmak ısrarla içinde bulunduğu şartları aşmak çabasını gerektiriyor her şeyden önce. Mahpus bir şairseniz beslenme, ilham alma açılarından da bir de içinde hapsolduğunuz bu yerle, mekânın sıkıştıran, yetenek, hayal ve yaratıcılığa set çekmeye çalışan kapatılmışlığıyla mücadele etmek durumunda da kalırsınız. Maça 1-0 geriden başlamak da denebilir buna.

“CEZAEVİNDEYSİNİZ YALNIZ İNSAN DEĞİL ŞİİR DE TECRİTTEDİR”

Sanırım bir de eleştirileri ilk elden alamamak, okurun tepkilerine şahit olamamak yoksunluğu var.

Elbette, eğer cezaevindeyseniz, yalnız insan değil şiir de tecrittedir. Böyle olunca şair insan için şiirini tartacağı bir zemin bulmak oldukça güçleşir. Cezaevinde bir de şair için kendi şiirine karşı başkalarının yapması gereken eleştiri görevini üstlenmesi zorunluluğu ortaya çıkar. Dışarıdan ikinci kişilerin eleştirisi olmayınca şiirinize kendinizin hiza vermeye çalışması, bir belirsizlik ormanında yürümek gibidir. Ben eleştiriye inanan biriyim. Eğer özgürce insanlarla iletişim halinde olabilseydim, bir şair dostun yapacağı eleştiri, belki de daha yeni bakış açılarını önüme koyacak, bugünkünden farklı ve güçlü bir şiire ulaşmamı getirecekti, bunu hiçbir zaman buradan sağlayamadım.  

Dolayısıyla, cezaevinde olmak ve oradan şiir yazmak zaten baştan itibaren bir travma. Hele geride kalan 26 yıllık uzun ve hiç bitmeyecekmiş gibi amansız yolculuk düşünüldüğünde burada şair olmanın apaçık bir trajik durum olduğu bile söylenebilir.

Bahsettiğiniz gibi; cezaevinde sürekli izleniyor, kontrol ediliyorsunuz. Peki ya şiirleriniz; sansür uygulanan çalışmalarınız oldu mu yahut şiirinizi sağ salim dışarıya çıkarabilmek için kendinize otosansür uyguladığınız? 

Hayır, böyle bir şeyi hiçbir zaman yapmadım. Ben geleneksel manada, cezaevindeki siyasi bir tutsak olarak, manifesto ya da bir marş gibi şiir yazan, şiiri siyasi bir söz, söylem olarak gören, şiiriyle siyasi bir mesaj vermeye çalışan klasik bir “cezaevi şairi” hiçbir zaman olmadım. 

Zindanda olmak ile yazılan şiir arasında mutlak bir koşutluk aramak doğru değildir. İnsanın kendisi hakkında konuşması güçtür ama yine de söyleyeceğim, benim şiirim sözün tazyikinden güç alan, dışarıda kalan tüm hayata nefes nefese koşma çabasıyla hızlı akan bir şiirdir. Karamsarlığa meyletmeyen, acıyı yüceltmeyen, mağduriyeti öne çıkarmayan görgülü bir şiir yazma çabasındayım. Görüntülerle düşünürüm, şiirimi de esas olarak görmek üzerinden kurma çabasındayım. Ritim duygusunu yitirmeden hayatın sesini duymak isteyen bir şiir yazıyorum. 

Şiiri, hayatı daha iyi görmede bir ışık olarak kullanıyorum. Başka bir hayatın, bu kuşatılmış halimin ötesinde, şenliği ve acısıyla bir yaşamın akıp gittiğinin hisli kederiyle yazıyor, şiirimle bir bakıma kaybettiklerimin peşinden koşuyorum! Bu bakımdan şiirimle hücreme davet ettiğim şey aslında hayattır. Bu bakımdan şiirime hiç otosansür uygulamadığım gibi, şiirim sansüre de uğramadı; aksine mecburen şiirimi okuyan buradaki pek çok görevlinin de şiirimi ayrıyeten sevdiği kulağıma geliyor.

“BU UPUZUN HAKSIZLIĞIN ARTIK BİTMESİNİ İSTİYORUM”

Bunca senedir haksız yere tutuklusunuz. Hiç öfkeniz yok mu? O kadar barışık ve yaşam dolu ki şiirleriniz insan dizelerinizin bıraktığı duyguya epey şaşırıyor?

Öfke çok temel ve güçlü bir duygudur insanda. Kişi şayet ağır bir mağduriyet yaşamışsa öfkesi çok yıkıcı olabilir, ta ki ruhu zedeler de nefrete dönüşür bu his. Ve öfke bir kez nefrete dönüştükten sonra, kendine sınır koymayan bir açgözlülükle, başlangıçta yöneldiği her kim ya da neyse onun ötesine geçerek, haklı haksız demeden, doğru yanlış ayrımı yapmadan, sadece kendisi ile ilgilenir, önüne geleni ezip yıkarak varlığını duyurmak ister adeta. Tanıklığımdan biliyorum; nefret sahibi de buna dahildir. Aslında nefret önce sahibini vuruyor, yöneldiği hedefi ise pek çok durumda ıskalıyor. Ve ben en derin, en ağır mağduriyeti yaşadım, yaşıyorum. Öfke evet bana çok uğradı, ama süreklileşen bir duygu olmasına izin vermedim. Anlık oldu daha çok, kötülük karşısında beni uyandıran bir refleks işlevi gördü, kalıcılaşmadı, nefrete evrilmedi kesinlikle.

Evet, öfke duymuyorum, kimseye karşı bir kinim, öç alma duygum da yok. Böyle bir kültürden, nefret, intikam üzerinden beslenen bir terbiyeden gelmiyorum. Aleviyim, nefrete, kine değil hoşgörüye, affetmeye, anlayışa ve insan sevgisine inanan bir ailede büyüdüm. Ancak bu sürecin, bu çok uzun, bana 26 bahar, 26 yaz, 26 sonbahar ve 26 kışa mal olan, tüm hayatıma yayılan bu upuzun haksızlığın artık bitmesini istiyorum.

Sizin için bu noktadan sonra “adalet” neyle mümkün olabilir? 

Adalet; bir an evvel özgür kaldığım, artık bir gece bile bu cezaevinde uyumadığım, sevdiklerimle, ailemle birlikte sade bir hayat yaşayabildiğim, baharı içeride geçirmediğim, sevdiğim insanlarla yan yana gelebildiğim ve geçmişteki acılarımızı unutmamıza fırsat verildiği, müsaade edildiği zaman elbette gerçekleşecek.

Ben affedilecek birşey yapmadım, bir suç işlediğim için cezaevinde değilim. Sadece AİHM’in yeniden yargılanmamı talep etmesi gerçeği bile yargılanmamın, çarptırıldığım bu cezanın adaletsiz olduğunun bir göstergesidir. Yeniden yargılanmam esnasında suçsuzluğum bu kadar barizken bir kere daha müebbet hapis cezasına çarptırılmam bir kere daha uğradığım haksızlığın tekrarlanmasıdır. Dolayısıyla affı değil, uğradığım bu haksızlığın, hukuksuzluğun artık giderilmesini bekliyorum. AYM’nin, lehimde karar almasını ve 26 yıllık bu hukuksuzluğun artık son bulmasını bekliyorum. Adalet ancak bu şekilde yerini bulacaktır.

“AYM’NİN İNFAZ PAKETİNİ BOZMASINI BEKLİYORUM”

Hukuksal sürece dair beklentiniz nedir

AYM’nin bu yeni infaz paketini Anayasa’nın kanun önünde eşitlik ilkesini dikkate alarak bozmasını bekliyorum. Hele ki böylesine riskli, sağlıksız koşullarda, AYM devlet eliyle eşitsizlik yapılmasına göz yumamaz, yummamalıdır.  Yaşam hakkını korumak; suç, suçlu ayrımı yapmadan; dil, cins, ırk, ideoloji, siyasi görüş ayrımı yapmadan devletin birinci görevidir.

Bu mevcut yasa, yeniden düzenlenen infaz rejimi başta kendi Anayasa’mıza olmak üzere, İHEB, BM Kişisel Ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne, BM Cezaevlerine İlişkin Asgari Standart Kurallar’a, AİHS’ne, İnfaz Kanunu’na, Avrupa Cezaevi Kuralları’na, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Tavsiye Kararları’na, BM Tıbbi Etik İlkeleri’ne, Anayasa Mahkemesi’nin geçmişte benzeri konulardaki kararlarına tamamen aykırı, ayrımcı bir tasarı. Hukuksal süreçten bu aykırılığın düzeltilmesinden başka ne bekleyebiliriz.

Kamuoyuna ve yetkililere bizim aracılığımızla iletmek istediğiniz bir çağrı var mı? 

Yargılanmam tamı tamına 22 sene sürdü. Yargılandığım mahkemelerin isimleri değiştirildi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Özel Yetkili Mahkemeler, ‘Normalleşen’ Mahkemeler oldu, beni yargılayan hâkim ve savcılar “terörist”, darbeci” oldukları için tutuklandı, hüküm giydiler benim tutsaklığım ise hâlâ devam ediyor. Ben bir şairim, 26 yıldır aklımdan geçen her şeyi, zihnimi, vicdanımı şiirimle zaten ortaya koymuşum. Tarafıma yapılan ve 26 yıldır süregelen bu ‘tutarlı kötülüğü’ hak etmiyorum. Bu zalimliğin, hukuksuzluğun artık bir son bulmasını istiyorum. 

**HUKUKİ SÜREÇ: NE OLMUŞTU?

İlhan Çomak , 1994 yılında, İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nde 21 yaşında bir öğrenciyken polis tarafından gözaltına alındı. Çok işkenceli, çok acılı on altı günlük bir gözaltı süresinden sonra “Bölücü faaliyette bulunma” gerekçesiyle çıkarıldığı Devlet Güvenlik Mahkemesince tutuklanarak, İstanbul’daki Bayrampaşa Cezaevi’ne kondu. İlhan, DGM tarafından yapılan yargılama sonucunda, polisin işkenceyle düzenlediği ifade tutanakları esas alınarak, somut hiçbir delil olmadan, 2000 yılında müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay hükmü onadıktan sonra dosya AİHM’ne gitti.

AİHM 2007 yılında, İlhan Çomak’ın, “adil yargılanmadığına” hükmederken, Türkiye’yi de tazminata mahkum etti ve Çomak’ın yargılanmasının yenilenmesine hükmetti…

Bu arada 2005 yılında çıkan yeni Ceza Kanunu’na dayanarak avukatının kanunen lehine olan hükümlerinin uygulanması gerektiğinden hareketle yaptığı başvuru, yerel mahkemede reddedilmiş ama Çomak’ın dosyası Yargıtay’da usulden bozulmuştu. Ancak 2013 Ocak ayında birinci derece mahkeme, Yargıtay’ın bozma kararına rağmen, tekrar eski cezaya hükmetmişti ve dosya yeniden Yargıtay’a gitmişti.

Aynı zamanda 2013 yılının Nisan ayında çıkan 4. Yargı Paketi’nde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin önünde bulunan 220 dosya için yeniden yargılamanın yolu açıldı. İlhan’ın bu lehte hükme istinadan yaptığı başvuru da yine, yeni yasaya rağmen, reddedildi. Neyse ki bir üst mahkeme başvuruyu kabul etti ve İlhan, 19 Aralık’ta İstanbul 9. ÖYM’de ilk duruşmaya çıktı. Bu mahkeme de İlhan Çomak’ın tahliye talebini yine reddedildi ve bir sonraki duruşmanın 11 Mart 2014 tarihinde görülmesine karar verdi.

Yerel mahkemenin tahliye talebini reddetmesinden dolayı avukatlar, İlhan Çomak’ın tutuksuz yargılanması gerektiği, serbest bırakılmasının önünde herhangi yasal bir engel olmadığı gerekçesiyle 6 Şubat 2014 te AYM’ne başvuruda bulundu.

11 Mart tarihine ertelenen duruşma, bu kez de ÖYM’lerin kaldırılması nedeniyle bir kere daha ertelendi. 8 Mayıs 2014 tarihinde avukatların İlhan’ın serbest bırakılması için Nöbetçi Mahkemeye sunduğu dilekçenin sonucunda İlhan Çomak’ın tutuksuz yargılanma başvurusu İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından da bir kez daha reddedildi.

05 Eylül 2014 tarihine ertelenen duruşmada, Mahkeme nihayet başlamıştı, ancak bu kez de mahkeme dosyanın bir önceki Mahkeme olan 9. Ağır Ceza Mahkemesine iadesine karar verdi. 9. Ağır Ceza Mahkemesi ise yetkisizlik gerekçesiyle dosyayı Yargıtay’a yolladı. Yargıtay nihayetinde 4.ACM’nin dosyaya bakmasına karar verdi.

İlhan’ın onca yıl bekleyişten sonra, nihayet 02.07.2015 ‘te yeniden duruşması oldu fakat bu sefer de ana dosyası gelmediği ve dosya incelenemediğinden mahkeme, 6 ay sonraya, 22 Aralık 2015 tarihine ertelendi. 22 Aralık 2015 tarihine ertelenen duruşma da bir kez daha, aynı gerekçe ile 12 Nisan 2016 tarihine ertelendi.

En nihayetinde 12 Nisan 2016’da AIHM’nin İlhan Çomak’ın yeniden yargılanma talebini haklı bulduğu karardan 8 sene sonra, duruşmalar başlamış oldu. Ancak İlhan’ın tutuksuz yargılanma talebi, 20 yıldır cezaevinde olmasına rağmen, yine kabul edilmedi. 12 Nisan 2016 tarihinde başlayan duruşmalar sonucunda da mahkemeler ısrarla İlhan’ı tahliye etmedi.

DGM’de ilk yargılanması üzerine geçen bu 22 sene zarfında değişen pek bir şey olmadı ve yine mahkeme, AİHM’nin askeri hâkimin varlığı nedeniyle adil bulmadığı eski hükmü, geçerli görmeye devam ederek, onadı. Zaten ilk etapta da mahkeme İlhan için tahliye kararı vermeyerek, AİHM’nin önceki kararını aslında yerine getirmemiş, “yeniden yargılama” değil “yargılamanın tekrarını” yapmış, bir başka deyişle, ısrarla, önceki hükmü geçerli görerek, aslında, yeniden yargılama hükmünü ortadan kaldırmıştı. Zira mantık açıktı, İlhan eğer hükümlüyse nasıl tekrar yargılanıyor, tutukluysa 21 yılı aşkındır cezaevinde olan biri hangi yasayla tutuklu konumunda kalabiliyordu.

Türk ve dünya hukuk tarihinde bir ilki ifade eden, yirmi iki yıldır tutuklu yargılanan, yirmi altı yıldır cezaevinde tutulan  İlhan Çomak, bu süreçte de Müebbet Hapis cezasına çarptırıldı. İstinaf kararı hemen onadı ve 2018 Nisan ayında da Temyiz mahkemesi (Yargıtay) kararı tekrar onadı, dosya şu anda AYM’nde bekliyor. Sonra da tekrar AIHM’ne gidecek.

**Şair İlhan Çomak’ın hayatı ve uğradığı haksızlığı anlatan belgesel çalışmasını da size hatırlatıyoruz: 

Yönetmenler: Çiğdem Mazlum, Sertaç Yıldız

Seslendiren: Muhammet Uzuner 

https://www.youtube.com/watch?v=8y28eaQOh-w