Avcı ne kadar av bilir, tilki de o kadar yol bilir!

Tiyatroların kapılarını kapatmak zorunda kaldığı koronavirüs salgını sürecinde elli yıldan bu yana sansürle, yasakla boğuşan Ankara Birlik Tiyatrosu’nun deneyimlerini dinledik. Susma Platformu temsilcisi Egehan Deniz Koska, Ankara Birlik Tiyatrosu’nun kurucularından Gül Göker’le konuştu


EGEHAN DENİZ KOSKA

Ankara Birlik Tiyatrosu (ABT) ellinci yaşına girdi. Türkiye’deki bağımsız tiyatroların tarihine baktığımızda bu uzun bir süre. Ancak tiyatronun oyuncusu, yönetmeni ve yöneticisi de olan Gül Göker’in anlattıklarına bakılırsa ABT süreci oldukça zor ama bir o kadar da üretken bir deneyim. Anadolu turnelerini ve emekçilerin oyunlarını seyretmesini önceleyen ABT, bu yıllar içinde oyunlarını il, ilçe, kasaba hatta ulaşabildiği köylere kadar giderek sergiledi. Salon varsa salonda, yoksa meydanlarda, traktör römorklarında, kahvehanelerde oynadılar oyunlarını.

Ancak bu uzun yolculukta her şey idealler, hayaller, sanat ve yaratımlarla ilgili olamadı elbette; 1971’den bugüne ABT yüzlerce kez mahkeme salonlarında dava konusu oldu. Sahneyi arkadaşlarıyla kuran Zeki Göker ve sahneyi bugün hala yaşatan Gül Göker, her devrin iktidarının sanat söz konusu olduğunda nasıl bir sınav verdiğini de tiyatrolarının öyküsüyle anlattı. Bu 50 yıla bakıldığında emekçilere, köylülere tiyatro götürmeye kendini adayan bir topluluğun üretkenliğini görürken yasaklar ve sansürlerle mücadeleye adanmış bir ömür de görüyorsunuz. 

Gül Göker’le bu 50 yılı konuştuk.

Ankara Birlik Tiyatrosu’nun kuruluş sürecinden bahseder misiniz?

Ankara Birlik Tiyatrosu, Adana’da tiyatro yapan ve 12 Mart askeri darbesi sonrası Adana’yı terk etmek zorunda kalan Zeki Göker ve arkadaşları tarafından, 1971 yılının Eylül ayında, Beyoğlu’nun bir pansiyon odasında kuruldu. Birkaç yıl önce kapanan ve yöneticileri tutuklanan Ankara Birliği Sahnesi’nin dışarıda kalan yöneticisi Halil Ergün’den ‘Birlik’ sözcüğünü kullanma hakkı alındı, böylece tiyatronun adı Ankara Birlik Tiyatrosu oldu.

Ankara Birlik Tiyatrosu’nun amacı, Anadolu’da tiyatro turneleri yapmak ve bu yolla 12 Mart sonrasında tutukevlerine doldurulan ilerici, demokrat insanların gereksinimlerini karşılamak, 12 Mart karanlığında Anadolu halkına moral ve motivasyon sağlamaktı. Anadolu turneleri, Ankara Birlik Tiyatrosu Ankara’da kendi salonuna yerleşinceye kadar kesintisiz beş yıl sürdü. Ankara Birlik Tiyatrosu, Anadolu’nun bütün kentlerini, kasabalarını, kimi zaman köylerini birçok oyunla ziyaret etti. Salonu olmayan kent, kasaba ya da köylerde traktör römorklarında, kahveci masalarında ya da açık alanlarda oyunlarını sergiledi. 

1978’de Ankara’da yerleşik salona geçildi. 1986 yılında tiyatro, Ankara’daki baskılar nedeniyle İstanbul’a taşındı. Tiyatro 1986 yılından günümüze dek de İstanbul’da ve Anadolu’da oyunlarını sergilemekte.

Tiyatro, 2006 yılında ara verme kararı aldı. Şimdi yeniden faaliyete geçme kararını neden aldınız? Tiyatronun yeniden kuruluş süreci nasıl oldu?

2006 yılında tiyatronun kurucusu ve yönetmeni Zeki Göker’i gırtlak kanseri nedeniyle kaybettik. Ankara Birlik Tiyatrosu için her şeyin bittiği trajik bir finaldi bu. Onsuz tiyatro fikrini düşünmemiz bile söz konusu değildi. Beş yıl sürdü bu dönem. Politik tiyatro kulvarında büyük bir boşluk oluşmuştu. Seyircilerimizden gelen talep üzerine yeniden başlama kararı alındı. 

Başlangıç oyunu, otuz yıl önce Muzaffer İzgü tarafından, tiyatromuz için yazılan Üç Kuruşluk Diktatör oldu. Ankara Birlik Tiyatrosu oyuncuları toplandı ve perde yeniden açıldı. Zeki Göker, 1971’den 2006’ya kadar geçen otuz beş yıl boyunca, Ankara Birlik Tiyatrosu seyircisini oluşturmuştu. Anadolu’da ve metropollerde sağlam bir seyirci potansiyeli vardı. Onunla bu süreci yaşayan, tiyatronun sanat anlayışını özümsemiş, politik tiyatronun değerlerini kavramış olan bizler için oyunu sahnelemek sancılı olsa da çok zor sayılmazdı. Oyun sahneye kondu ve yola çıkıldı.

Pek çok tiyatro ve tiyatrocu için baskı ve sansürün yine hakim olduğu bir dönemdeyiz. Müjdat Gezen, Barış Atay ve Levent Üzümcü gibi bazı tiyatrocular da bu dönem açıkça engellenip hedef gösterilebiliyor. Son dönemde iktidarın sanata yönelik sansürü ve müdahalesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

İktidarın sanata sansür ve müdahalesi ‘son dönemlere’ özgü değil. Kimileri yeni tanışsa da biz 12 Mart sonrasında bütün oyunlarımızda bunu defalarca yaşadık. Sadece sansür ve müdahale mi?  Yasaklamalar, gözaltılar, mahkemeler, sayısız kez, yüzlerce kez, hem de bütün oyunlarda ve dünyada benzeri olmayan biçimde… 

1971 askeri darbesi döneminde ülkede bunlar yaşanırken, sonrasında sözüm ona demokrasiye geçildiğinde de, gelmiş geçmiş bütün hükümetlerde de, politik oyunlara yaklaşım değişmedi. Ancak iyi kötü işleyen bir yargı sistemi vardı. Yüzlerce kez yargılandık, bütün mahkemelerden beraat ettik. Bir tek oyunda dahi suç unsuru bulunmadı, mahkum olmadık. Açılan bütün davalarda peş peşe beraat kararı verildi. 

Bu kararlara rağmen yasaklar yine sürdü, onlar gözaltına aldı ve yargıladı; biz oyunları sürdürdük. Ne onlar vazgeçti ne de biz vazgeçtik. Geldik bugüne…

Ellinci yılımızdayız. Yine sansürleyen, müdahale eden, yasaklayan, yargılayan üstüne üstlük tiyatrodan nefret eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu engellemeleri, müdahaleleri kişiselleştirmemeliyiz. Bu anti demokratik baskılar, sadece sanatın üzerinde değil, hayatın her alanında.

Kurulduğunuz günden bugüne kadar tiyatronuz hiç kapatıldı mı veya kapatılma tehlikesi atlattı mı? Ne tip engellemeler yaşadınız?

Kurulduğumuz günden bugüne tiyatromuz bir kez bile kapatılamadı. Ancak salonlarımız mühürlendi, salon sahipleri, kiralayanlar tehdit edildi, vazgeçirildi, kendi ellerimizle var ettiğimiz beş salonu kaybettik. Salonsuz kalan Ankara Birlik Tiyatrosu durmadı, metropollerde, Anadolu’da ve Avrupa’nın altı ülkesinde turnelerde seyircisiyle buluştu.

Peki, bu kadar baskının ve yaptırımın olduğu bir atmosferde otosansür uyguluyor musunuz?

Sansür kavramı çok nahif, çok hafif. Yine de sizin tanımlamanızı kullanayım. Türkiye’nin son elli yılına bakalım. Sansür, ilk zamanlar mahcup yani utangaçtı. Lokal engellemelerle karşılaşırdık. Yani kentlerin kolluk kuvvetleri, oyunun sergilendiği kentte, oyun sonrasında oyuncuları topluca gözaltına alıp savcıların karşısına getirdiğinde, aklı başında, Anayasaya saygılı, hukuka inanan o savcılar tarafından salıverilirdik. Uzun Anadolu turnelerinde kimi kentlerde bunları yaşarken diğer kentlerde perdemizi sorunsuz açardık. 

1989 yılına gelindiğinde, Pir Sultan Abdal oyunuyla beraber daha organize bir engelleme dönemi başladı. 89, 90, 91 yıllarında, üç yıl boyunca 1400 kez sergilenen bu oyun, oynandığı bütün kentlerde istisnasız yasaklandı. İdare Mahkemeleri ve Danıştay’a kadar dava konusu oldu. Gözaltılar, yasaklamalar ve mahkemeler bütün kentlere yayıldı. Ankara Emniyet Müdürlüğü merkezli ve sistemli yapılan bir uygulamaydı.

İdare tarafından yasaklanmak, yasağın ilgili İdare Mahkemesine taşınması bütün kentlere yayılmıştı. Bu bir kısır döngüydü. Yani, her koşulda oyunun oynanmasını engellemek çabasına karşılık, ABT’nin her koşulda oyunu mutlak oynaması ile o çekişme biter ama aynı şekilde diğer kentte de yaşanırdı. Basın, bütün bu süreçlerde arkamızdaydı, adım adım izliyordu ve yönetenler için bu kısmen caydırıcıydı. O zamanlarda salon kapıları yüzümüze kapansa da mahkeme kararlarıyla yeniden açılır ve akşama oyun, ilan edilen saatte seyircisiyle buluşurdu.

Ancak son elli yılda yasaklayanlar da öğrendi. Valiler, Kaymakamlar, İdare Mahkemeleri topyekün kültür ve sanatın engellenmesi konusunda derin bir işbirliğine gittiler. Eskiden kuvvetler ayrılığı vardı. Biri yazar, biri de bozardı. Bugün maalesef bu yok. Ancak, tam da burada Pir Sultan Abdal‘ın yazarı Erol Toy’un şu sözleri geliyor aklıma: “Avcı ne kadar av bilir, tilki de o kadar yol bilir!” Oyunları sergilemek için kararlı bir duruş gerekiyor; elli yılın değişmeyen gerçeği bu. “Beni yasaklıyorlar, her yerde yasaklanıyorum, hep beni, hep bana” değil. İşlerine gelmeyen, onlara biat etmeyen, aydınlık, muhalif her şeye düşmanlık eden bir süreci yaşıyoruz. Bu baskılar, sadece sanat için değil. 

Otosansür uygulamıyoruz. İktidardan beklentimiz yok. Türkiye’nin en özgür tiyatrosuyuz. Sınıf bilincimiz yolumuzu aydınlatıyor. Elli yıllık tiyatro geçmişimizde, bütün baskılara direncimizle, dik duruşumuzla biliniyoruz. Biz iktidarı ne kadar tanıyorsak, onlar da bizi o kadar tanıyor.

Muzaffer İzgü’nün kaleme aldığı Aman Başkan Duymasın oyunu, yakın zamanda Malatya’da iki kez engellendi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Malatya’da sergilemek istediğimiz oyun, Ankara Birlik Tiyatrosu’nu yeniden başlatırken, sahneye koyduğum Üç Kuruşluk Diktatör oyunu aslında.

Oyun, 17 kez oynandı ve oyun ile ilgili olarak Burhaniye Asliye Ceza Mahkemesi’nde ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’ iddiasıyla dava açıldı. Üç yıl süren dava, beraatle sonuçlandı. 2019, Ağustos ayında mahkeme kararı bize ulaştığında, oyunu yeniden sahnelemek istedik. Öyle ya, üç yıl dava sürmüş, iki hakim değişmiş ve üçüncü hakim, davayı sonuçlandırıp beraat ettirmişti. Bu kararın arkasında durmalıydık. Üç Kuruşluk Diktatör adı alınganlık yarattığı için, Aman Başkan Duymasın adıyla daha esprili bir isimle yola çıkıldı.

Erzincan’da, Tunceli’de ve Pertek’te oynandı, dördüncü gün Malatya’da engellendi. İki ayrı salonda, iki kez. Oyunun beraat kararı bile Malatya Valiliği’ni durduramadı. Yani, Aman Başkan Duymasın adını da beğenmemişlerdi.

Malatya İdare Mahkemesi’ne başvurduk, mahkemenin kararını deprem geciktirdi, koronavirüs salgını durdurdu. Malatya’da mahkeme karar vermeye çalışırken, biz oyunu Ankara’dan başlayıp, Anadolu kentlerine taşıdık ve oynuyoruz.

Mahzuni Şerif oyunuyla Anadolu turnesine çıktınız. Bu oyunu sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı? Turneden aldığınız tepkiler nasıldı?

Mahzuni Şerif oyunu, Performans İstanbul Tiyatrosu’nun önerisiyle ABT’nin repertuarına girdi. 80 kentte turne yaptı ve çok sevildi. Aranan, istenen bir oyun oldu ve sürecek.

Salgınla beraber hayatlarımız risk altında ancak özel, bağımsız pek çok tiyatronun zaten zor olan koşulları da bir açmaza girdi. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu durumu topyekûn hak ettiğimizi düşünüyorum. Özellikle son elli yıldır, doğanın yasalarını, değerlerini hiçe sayan insanoğlu için bu bir sürpriz değil. Ben hayata genelde pozitif bakmaya çalışırım. Bu süreç hepimizin, kendimizi, üretimlerimizi, insanlığa ve doğaya karşı sorumluluklarımızı yeniden düşünmemiz için bir fırsat. Açıkçası bu dönemin ne zaman biteceğini, bilim insanları bile kestiremiyor. Biterse, nereden ve nasıl başlayacağımız konusunda hiçbir sanatçının net olduğunu düşünmüyorum. Hepimiz, işimizi çok seviyoruz. Sanatsal üretimlerle var oluyoruz. Yaşam buluyoruz. İnsan hayatının bu kadar değersiz olduğu bir ülkede, ekonomik kaygılarla sokağa çıkma yasağı ilan edemeyen bir iktidardan, herkes için sokağa çıkma yasağı bekliyorum.  

Tiyatroların talepleri için, ‘Tiyatro Kooperatifi’miz var. Bu krizin ilk günlerinden bu yana, Kültür Bakanlığı’yla yakın bir diyalog içinde çözümler üretmeye çalışıyor. Bu çözümler gerçekleşirse, sadece kooperatif bileşeni olan bizler için değil, bütün tiyatrolar için gerçekleşecek. Bunu yürekten diliyor ve bekliyoruz.

Önümüzdeki süreçte Ankara Birlik Tiyatrosu’nun projeleri neler?

Ellinci yılımızla ilgili bir nevi kutlama gibi daha farklı, daha boyutlu projeler planlıyoruz. Ülkemizde hayat normale dönsün, bütün tiyatrolar gibi biz de üretme heyecanı, bir an önce tiyatroya başlama isteği taşıyoruz. Tiyatromuza gösterdiği ilgi için Susma Platformu’na teşekkür ediyoruz. 

Yasaklar, sansürler yerine, sanatsal üretimlerden söz edeceğimiz güzel günlere ulaşmayı diliyoruz.