Müzisyen neyle yaşar?

“Başlı başına bir iştir müzikle uğraşmak. Bu yüzden insan eğer bunu seçmişse, müzikle yaşayabilmelidir.” Cümbüş Cemaat grubundan Cem Köklükaya müzisyenlere biçilen rolü ve pandemi döneminde müzisyenler için hazırlanan destek metotlarının sorunlarını kaleme aldı


CEM KÖKLÜKAYA

Yıllar evvel Cümbüş Cemaat ile Kral TV’de amatör müzisyenlere yönelik bir yarışma programına katıldık. Müzik dünyasından bir jürinin seçimiyle öne çıkanlara sunulan ödül, yapımını kanalın üstlendiği kliplerinin bir ay boyunca Kral TV’de yayınlanması ve kendilerini ‘kitlelere tanıtma imkanı sunacak’ bir canlı yayın röportajıydı.

5/8’lik bir Kırım şarkısı aranjmanıyla çıktığımız bu yolculukta zaten kendimizi Kral TV müzik gezegeninin uzak yörüngelerinden birinde hissediyorduk. Röportajda karşılaştığımız ilk soru ise müziğin bulunduğu evrenin bile dışında gibiydi: Hayatımızı kazanmak için müzik dışında bir şeyle uğraşıyor muyduk?

Çocukken “çalgıcılık meslek değil, elde bulunsun” denildiğini hatırlıyorum. Müzisyenliğin bir hobi olmaktan öteye geçmemesi gerektiğini ima eden bu ifade size tanıdık gelmese de ait olduğu düşünceye aşina olduğunuzu sanıyorum. Büyüdükçe müzisyenlik üzerine söylenen bu ve bunun gibi sözlerin içindeki ötekileştirme ve aşağılamaları da kavramaya başladım. Bu konuda en rafine uyarıyı ise –üniversiteden bir mühendis olarak mezun olurken– müzikle uğraştığımı bilen bir hocamdan aldım: ortalama bir mühendis olarak hayatımı rahatça idame ettirebilirdim ama müzisyen olmak istiyorsam sürekli çok iyi olmak için çabalamam gerekecekti.

Yaşadığımız ülkede insan terbiyesi tek bir prensip üzerine kurulu: ölümü gösterip sıtmaya razı etmek. Açlık çoktan bir standart olmuş ve terbiye amacıyla kullanılamayacak hale gelmiş durumda. Bireysel, toplumsal tüm seçimlerimiz ölüm-sıtma ekseninde gerçekleşiyor. Bu koşullarda sevgi görmek, sevgi vermek ve sevgiden bahsetmek de birer lüks olmaktan öteye geçemiyor. Oysa Louis Armstrong’a atıfla müziği sınıflayacak olsam ben de iki tür müzik olduğunu ve bunların sevdiğimiz ve sevmediğimiz müzikler olduğunu söylerdim. Dolayısıyla başlığı müzik olan bir seçim söz konusu olduğunda sevgi lüks olmaktan çıkacak, vazgeçilemez bir koşul olacaktır.

Tolstoy, İnsan Neyle Yaşar? öyküsünde üç sorunun cevabını arar: İnsanda ne var? İnsana ne verilmemiştir? İnsan neyle yaşar? İlk iki sorunun cevabını doğrudan verir. İnsanda sevgi vardır ve insana neye ihtiyacı olduğunu bilme yetisi verilmemiştir. Üçüncü sorunun cevabını ise karşılaştırmalı olarak vermiştir. İnsan kendisi için kaygılanarak değil sevgiyle yaşar. Neye ihtiyacı olduğunu bilme yetisi olmayan insanın kendisi için kaygılanması kulağa anlamsız geliyor ama zaten Tolstoy’a göre bir arada yaşayan insanlar birbirlerinin ihtiyaçlarını, sevgiyle yaşadıkları sürece, sezebilecek ve giderebileceklerdir. Şimdi bu aşkın tartışmayı biz fanilerin dünyasına indirecek olsak ve şöyle sorsak: Müzisyen neyle yaşar?

Herkese yetebileceğini bildiğimiz kaynakların adaletsizce dağıldığı 21. yüzyıl dünyasında müzisyenin işine verdiği veya ürettiklerinden dolayı gördüğü sevgi onu kendisi için kaygılanmaktan alıkoyabilir mi? Keşke derdimiz dünyada sevginin adaletsiz dağılması olsaydı. Hükmetmeye devam edebilmek için izan, ahlak tanımayanlar; sayılarının çokluğuyla ve onlara atfettikleri kimliklerle böbürlenip durdukları insanların neyle yaşadığını bilmiyorlar. Bu noktada soru dünyamıza inişini tamamlayıp ilk akla gelecek anlamıyla yaşamsal hale geliyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yunus Emre Enstitüsü ve Müzik Meslek Birlikleri eliyle salgın koşullarından etkilenen müzisyenlere bir destek projesi başlattığını açıkladı. Müzik meslek birlikleri ortak bir projede anlaşamayınca, söz konusu yardımın meslek birliklerine üye müzisyenlere nasıl dağıtılacağı birliklerin insiyatifine bırakılmış. Proje geliştirme kısmı bakanlığın destek mevzuatına dayalı bir zaruret olduğundan bu sürecin muhteviyatını bir kenara bırakıp, dikkatimizi meslek birliklerine üye olmayan ve sayılarını kimsenin tam olarak tahmin edemediği müzisyenlerin durumuna yöneltelim.

Hiçbir müzik meslek birliğine ya da sendikaya bağlı olmayan müzisyenler için de bir başvuru yolu hazırlanmış. Bu gruptaki müzisyenler için başvuru koşulu hiçbir düzenli gelirlerinin ve sosyal güvencelerinin olmaması. Başvurular sırasında değerlendirme için aralarında meslek birlikleri ve sendikanın da olduğu dokuz STK’dan birini referans seçmeleri ve kısa hikayeleriyle performanslarını içeren bir video göndermeleri isteniyor. Bu konuda medyada yer alan tepkiler bu kısmın altını çiziyor olsa da burada bir noktaya açıklık getirmek gerekirse, alacağı destek göndereceği videoya doğrudan bağlı olan grup bu. Çünkü meslek birliklerinin projeleri tamamen video esaslı değil ve bu birliklere üye müzisyenlerin hepsi video ile başvurmak zorunda değiller.

İşte böylece bu müzisyenlere neyle yaşarsınız diye sorulmuş oluyor. Farazi bir zaman ve dünyada müzisyen kimliği de olan Beyoğlu’nun son vampiriyle yaptığım bir röportajda bana şunları söylediğini hatırlıyorum:

“Çalgısı müzisyenin onurudur bir noktada. Pahalı şeylerdir çalgılar ama bazen bir an olur, karşındakinin onurunu eline verebilmek için geçiresin gelir seninkini kafasına. Yine de sen sükuneti koruyanlardan taraf ol tabii. Gerçekçi bir bakış açısıyla, çalgını kırarsan aç kaldın demektir çünkü.”

Çoğu şimdiye kadar aç kalmamak için belki de çalgısını satmış olan bu müzisyenlerden, yardım almaya uygun olduklarını göstermek için rüştlerini ispatlamaları bekleniyor. Bu hiçbir şey değilse onur kırıcıdır. Yine de iyi tarafından bakıp, çoğunluğun oyunu alanların kendilerine her şeyi hak gördükleri bir düzende, bu müzisyenlerin Instagram takipçi sayılarını ve Youtube izlenme sayılarını sormamış olmalarına şükretmeliyiz belki de.

Bir açıdan da söz konusu durum aslında adeta müzisyenleri örgütlülüğe teşvik ediyor ve bu da yeni bir gündem değil. Çoğunlukla takip edilecek bir eser telifine sahip olmayan bu müzisyenlerin meslek birliklerine üye olmadıklarını varsayabiliriz. Oysa meslek tanımının yapılması, çalışma koşullarının düzenlenmesi, iş güvenliğinin sağlanması ve diğer bütün hakların takibi gibi konuların çözülebilmesi için bir araya gelmelerinin gerekliliğini konuşmamız gerekiyor. Ortak mağduriyetlerin giderilmesi de ancak böyle mümkün olacaktır. Hepsinden önce müzisyenlik mesleği hak ettiği saygıyı kazanacaktır.

Salgın koşullarında olmasaydık ve Kültür Bakanlığı müzisyenlere meslek birliklerine veya sendikalara kaydolmaları koşuluyla bir destek öneriyor olsaydı, her halde şaşırıp kalırdık. Şaşkınlığımız geçince de sevinçle karşılardık bu durumu, zira en azından müzik dünyasında çalışan insan sayısıyla ilgili daha net bir fikrimiz olurdu. Bu kayıtlar sayesinde devlet, salgın gibi istisnai durumlar için daha iyi destek planlamaları yapabilirdi. Müzisyenler de içinde bulundukları koşulları ve ihtiyaçlarını daha güçlü biçimde gündeme taşıyabilirlerdi.

Zaten  mevcut projede bile müzisyenlerin başvurularının değerlendirilmesi dokuz müzik STK’sına bırakılmış durumda. Başvuru sahiplerinin bu kuruluşlardan birine üye olmaları gerekmediği belirtilmiş olsa da onlardan birini seçerek başvurusunu onayına sunması isteniyor. Bu bir seferlik onay belki müzisyenlerin bu yardımı almasını sağlayacaktır ama müzisyenlerin mesleki yeterliliğini tescilleyecek ve mesleğin geleceği hakkında söz sahibi kılacak birlikteliğe olan ihtiyacını ortadan kaldırmayacaktır.

Müzik insanın tüm zamanını ve hayatını kaplayabilecek bir uğraştır. Uğraşan insanı yorar, yıpratır. Başlı başına bir iştir müzikle uğraşmak. Bu yüzden insan eğer bunu seçmişse, müzikle yaşayabilmelidir. Hele de müziksiz yaşayamayacağını söyleyen ve müzikle ilişkisi sadece dinleyici boyutunda olan bunca insan varken.