ONUR YILDIRIM
Tarihi çok uzun olmasa da, 13 yılda pek çok yasak ve sansürle karşı karşıya kalmış bir topluluk Yenikapı Tiyatrosu. Ocak 2017’de Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatıldıktan sonra çalışmalarını farklı mekanlarda, çeşitli etkinliklerle sürdüren tiyatro ekibi, son olarak Brecht’i anmak için sokaktaydı.
2005 yılında İzmir’de kurulan ve 2012 yılında Yenikapı Tiyatro ve Spor Derneği ismiyle dernekleşen Yenikapı Tiyatrosu’ndan Mehmet Küçükgünaydın ve Yunus Kara ile bir araya geldik; kapatılma sürecinin ardından yaşadıklarını, Türkiye Tiyatro Buluşması’nı, sokakta düzenledikleri Brecht’e saygı etkinliğini ve sanatta sansürü konuştuk.
KHK ile kapatılmış bir tiyatro olarak sesinizi çıkarmaya, pek çok etkinliğin içinde yer almaya devam ediyorsunuz. Önce geçtiğimiz günlerde, doğumunun 120. yılında “-Karanlık dönemlerde peki/Şarkı da söylenecek mi? -Elbette şarkılar da söylenecek/Belgeleyen karanlık dönemleri” dizelerini de alıntılayarak Bertolt Brecht’i andığınız oyunla başlayalım mı…
Yunus Kara: Yenikapı Tiyatrosu, bir sokak tiyatrosu olarak kuruldu. Uzun zaman sokak oyunlarıyla varlığımızı sürdürdük, daha sonra bünyemize sahneyi eklemiş olsak da varoluş nedenimiz sokak. Çünkü sokakta insana dokunmak çok daha kolay, bir oyunun etkisi çok daha başka. İzleyici sokakta daha savunmasız, daha doğal ve temasa açık. O direkt temas halinde derdimizi anlatabileceğimizi düşündüğümüz için sokak oyunlarını çok önemli buluyoruz.
Bertolt Brecht ise tiyatrocu kimliğiyle olduğu kadar politik kimliğiyle de öne çıkan, yasaklar ve baskılar altında üretmiş bir tiyatrocu, yazar. OHAL koşullarında sokağa çıkmanın zor olduğu bir dönemde, Brecht’e böyle bir anma yakışır diye düşündük. İnsanların ilgisi de çok güzeldi hatta oyunu ikinci kez oynamak durumunda kaldık. Sokak tiyatrosunda bir kere oynar, dağılırsınız, doğasında vardır bu. Ama o gün izleyicinin isteğiyle ikinci kez oynadık oyunu.
Bir kumpanya olarak tiyatroyu sokağa, dışarıya taşımak için birçok farklı etkinlik düzenliyorsunuz. Bunlardan biri de Seferihisar’da düzenlediğiniz Türkiye Tiyatro Buluşması. Bu etkinlikte ortaya çıkan üretimden bahsedebilir misiniz?
Yunus Kara: Tiyatro buluşmamızı festivallerden farklı olarak bir çadır kampı alanında gerçekleştiriyoruz. Etkinlik süresince kamp alanı tiyatrocuların yaşam alanına dönüşüyor. Biz bu buluşmayla tiyatro için maksimum fayda sağlayabilecek bir formül ve yöntem bulduğumuzu düşünüyoruz. Türkiye Tiyatro Buluşması’na katılan insanlar profesyonel ya da amatör fark etmeksizin düzenlenen atölye ve sohbetlerde karşılıklı fikir alışverişinde bulunuyor, bilgilerini paylaşıyor ve birbirlerine deneyim aktarımında bulunuyorlar. Kamp atmosferi festivallerin yarattığı sosyalleşme ortamını biraz daha katlayarak ilerleten bir durum. Bu sene yeni bir içerik olarak tiyatro sohbetleri gerçekleştirdik. Bu zengin formatı daha da genişletmek için her sene üzerine yeni bir şeyler koymak için çabalıyoruz.
Yenikapı Tiyatro ve Spor Derneği olarak faaliyetlerinizi Metin Altıok Kültür Merkezi adını verdiğiniz bir mekanda gerçekleştiriyordunuz ve derneğiniz siz yurtdışı turnesindeyken KHK ile kapatılmıştı. Öncelikle derneğin kapatılması ile ilgili hukuki süreç nasıl ilerliyor?
Mehmet Küçükgünaydın: OHAL sürecinin işleyişini ne devlet kurumları ne de biz kavrayabildik.nDerneği önce geçici olarak kapattıklarını söyleyip sonra tümden kapattılar. İlk zamanlar devletin birimleri kapatılmamızdan haberdar değildi, polise gittiğimizde başka, OHAL masasına gittiğimiz de başka bir cevap alıyorduk. Genel olarak kapatılmamıza dair ortak tek yanıt “bilmiyoruz”du. Ne zaman açılacak, açılacak mı, bir hukuki süreç işleyecek mi, hâlâ bilgi yok.
Kapatılan mekân aynı zamanda bizim prova alanımız ve toplantı yerimizdi. Ayrıca haftada bir gün yayın yaptığımız Tiyatronun Sesi isimli bir radyomuz vardı. İçinde tiyatro kitaplarımızın da bulunduğu Çağdaş Aydın Kütüphanesi’ni oluşturmuştuk. Binanın arka tarafında da açık bir sahnemiz vardı. Tüm bunlar kapatıldı ve hepsine bir tutanakla el konuldu. Hangi gerekçeyle derseniz, ortada bir gerekçe de yok.
Tiyatro kapatıldıktan sonraki süreçte neler yaşandı? Çalışmalarınızı hangi koşullarda sürdürdünüz?
Mehmet Küçükgünaydın: Bu dönemin en olumlu yanı, kurulan dayanışma ilişkileri oldu. Birçok tiyatro bize sahnesini açtı. Oyun sahnelemek için belediyelerden de destek gördük. Oyunlarımızı kendi ismimizle oynayamıyoruz, Yenikapı Tiyatrosu olarak oynamak istediğimizde yasaklama geliyor. Arada şaşırtıcı olaylar da olmuyor değil. Mesela yasaklanan bir oyunu başka bir kentteki festivalde oynarken resmi bir kurumdan yetkililer bizi tebrik ettiler. Böyle olunca kafamız karışıyor, biri oynamamıza müsaade etmiyor, diğeri tebrik ediyor.
Öte yandan OHAL öncesinde sık sık Türkiye turnesi yapardık. Ege’de ise neredeyse her kentte oynadık oyunlarımızı. Ama OHAL’den sonra ülke içinde hiçbir yere gidemez olduk. Tüm yasal işlemleri tamamlamış olsanız da oyuna bir hafta kala ya da oyun günü oyun iptal edilebiliyor. Biz bu süreçleri yaşadığımız için yurtiçi turneler durdu. Bu dönem sadece yurtdışı turnelerine gidiyoruz. Ayrıca OHAL sonrası talepler de kesildi. OHAL’den önce sendikalar, dernekler ve birçok demokratik oluşum oyun sahnelememiz için bizi çağırıyordu. Bu süreçte onların da hareket alanı kalmadı çünkü.
Yunus Kara: Derneğin kapatılmasının şöyle absürt bir durumu da var: Bizim dernek açmak gibi bir derdimiz vardı. Bunu başardık ve bir dernek kurduk ama biz bir sokak tiyatrosuyuz. Sokağın tiyatrosunun derneğini kapatsan ne olur, kapatmasan ne olur. Biz yine de oynamaya devam ediyoruz.
Şimdi hangi oyunu oynuyorsunuz?
Mehmet Küçükgünaydın: Bir süredir Molière Efendi’yi oynuyoruz. Molière hayatı boyunca hep sansür görmüş, tiyatrosu kapatılmış, turneye çıkmış, sonra kraliyet tiyatrosuna tekrar kabul edilmiş, daha sonra kilise tarafından aforoz edilmiş. Muhalif, aykırı ve absürt biri. Doktorları eleştiren bir oyun yazdığı için doktorlar ölmek üzereyken ona bakmıyor, dini eleştiren bir oyun yazdığı için ölümünden sonra kutsal tören yapılmıyor. Mezarının yerinin belli olmadığı söyleniyor. Böyle süreçler yaşamış olması ayrıca bir yakınlık kurmamızı sağladı.
KHK ile kapatılan bir tiyatronun oyuncuları olarak OHAL sürecinde yaşanan yoğun sansür gündemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mehmet Küçükgünaydın: “Olağan” dönemlerde de yasaklama ve engellemelere maruz kalan bir tiyatro olarak sansürün yeni bir olgu olmadığını biliyoruz. Ancak tabii OHAL’le birlikte yasaklar çok daha doğrudan ve keyfi uygulanıyor. Geçen yıl tiyatromuzun kapatılmasından bugüne uzanan sürece baktığımızda bütün yasakların birbirini tetiklediğini görüyoruz. Adalet, Sizsiniz oyunu Urfa, Antep ve Mardin’de; Sadece Diktatör ise Artvin’in ardından pek çok kentte yasaklandı. Aslında bu yasaklar son bir ayda ortaya çıkan yasaklar değil, hep böyleydi şimdi daha görünür hale geldi.
Yunus Kara: Son dönemde yaşanan yasaklar ve içinden geçtiğimiz süreç aslında bizi şaşırtmıyor ama absürt ve trajikomik bir durumda olduğumuz kesin. Yenikapı Tiyatrosu’nun neden kapatıldığını da kimse bilmiyor. Dernekler masasına neden kapatıldığımızı öğrenmek ve duruma itiraz etmek için başvuru yaptık. İtirazımızı kabul ettiler fakat itirazın sonucunda dava açılmasını kabul etmediler, çünkü ortaya bir gerekçe koyamadılar. Aslında pek çok karar yerelde merkeze yaranmak için veriliyor. Hatta bazı kararların merkezden bağımsız alındığını düşünüyorum. Çünkü verilen bu kararlar birilerinin hoşuna gidecek, birilerinin gözüne girilecek, bu sayede bazı koltuklar korunacak, aşılması gereken bazı evreler daha hızlı kat edilecek…
Mehmet Küçükgünaydın: Ben sansürden ziyade otosansürü daha tehlikeli buluyorum. Çünkü otosansürün bir sonu yok. Ama sansürün bir sonu var. Sansür her defasında kendi başkaldırısını da beraberinde getirir. Bu, efendi-köle ilişkisi gibi; efendi varsa köle vardır, köle varsa efendi vardır. Sansür varsa başkaldırı vardır, sansür yoksa başkaldırı da yoktur. Bu anlamda sansürü tetikleyici bir mekanizma olarak da görüyorum. Sanat, sansüre karşı yeni yöntemler geliştirebilir, zihin açıcı şeyler yaratabilir. Otosansür ise daha tehlikeli. Biri sizi sansürlemeden kendi kendinize sansür uygulamaya başladığınızda bunun sonu yok. Çünkü bu sonradan tiyatronun, oynadığınız oyunun karakterine de yansımaya başlar. Bazı tiyatrolar var ki, kendini sansürleye sansürleye karşı çıktığı şeye dönüşmeye başlamış.
Yunus Kara: Sansür sanatçıyı engelleyemez, sanatçıyı ancak korku engeller. Korktuğumuz zaman sansürün derecesi de artar. Bu yasaklamaların geçmişi eski, her dönemde vardı ama Gezi’den sonra artarak devam etti. Önce tiyatrolara devlet desteği kesildi, “yumuşak” yaptırımlarla başlayan süreç sansür, engelleme ve yasaklamalarla katlanarak bugüne geldi. O ilk engellemelerde daha fazla tepki göstermiş olsaydık, korkmasaydık bugünkü duruma gelmeyebilirdik. Korkmaya devam ettiğimiz sürece baskılar artarak devam edecek. Dolayısıyla her ne yapıyorsak daha cesurca ve daha gür bir sesle yapmaya mecburuz.