Hatice Yıldız: “Yerel yönetimlerin sanata bakışı da önemli”

Susma Platformu olarak; son yıllarda Antep’in kültür sanat ortamına önemli katkılar sunan derneklerden biri olan Nar Bilim Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Hatice Yıldız ile, kente ilişkin merak ettiklerimizi ve kentin kültür sanat ortamını konuştuk


ÖZKAN KÜÇÜK

Bir sınır ve ticaret kenti olarak bilinen Antep, yakın zamanda bir sanayi kenti olarak da anılmaya başlandı. Sanayi kenti ifadesi yanında, doğal olarak, “işçi kenti” ifadesini de getirdi. Tüm bunların yanında Antep, 1973’te ODTÜ’ye bağlı bir fakültenin açılmasıyla bir üniversite şehri de oldu. Kent sahip olduğu imkanlar nedeniyle geçmişten beri bir çekim merkezi idi. Ancak 2011 yılından itibaren; Suriye iç savaşından dolayı ülkelerini terk eden çok sayıda Suriyelinin geçerken uğradığı ya da kalıcı olarak yerleştiği bir kent oldu Antep: Böylelikle, “göçmen şehri” kimliği de şehrin önceki kimliklerinin yanına eklenmiş oldu.

Nar Bilim Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Hatice Yıldız, geçmişten gelen oldukça köklü bir tarihe ve kültürel birikime sahip olunmasına rağmen bu birikimlerin kent insanına mal edilmesi anlamında ciddi bir yetersizlik yaşandığını vurgulayarak, bu durumun; kültürü inşa etmeye çalışanların bilinçli bir tercihi olduğunu söylüyor.

“Antep’in gastronomi şehri seçilmesinde etkili olan zengin mutfağı bu halkların katkısı olmadan inşa edilmiş olabilir mi?” diye soran Yıldız, kentin mimarisine ve el sanatlarına önemli katkıları olan Ermenilerin bugün unutturulmaya çalışıldığını dile getiriyor ve “Antep gibi kadim bir şehrin kültürü tek dil, tek millet şiarıyla baklava-fıstık yarışmalarına hapsedilemez” diyor.

İşte Hatice Yıldız ile söyleşimiz…

“ANTEP YOKSULLUĞU DA GİDEREK BÜYÜYEN BİR İŞÇİ KENTİ”

Antep, geçmişten beri Türkiye’nin güney ve doğu illeri arasında ekonomisiyle başı çeken bir büyükşehir olmasına rağmen, kültür sanat ortamı açısından durumu farklıydı. Dışardan görünüşü mü böyle, yoksa siz de aynı fikirde misiniz? Bu durumun sebepleri nedir?

Ekonomi elbette ki kültürel yaşamın varlık gösterme biçiminde önemli bir faktör ancak kültür ve sermaye arasındaki ilişkiye baktığımızda, sermayeyi elinde bulunduran kesim ya da kesimlerin kimler olduğu daha belirleyici diye düşünüyorum. Bilhassa son yıllarda, rengini belli etmekten sakınmadan kendi sermayesini yaratan bir siyasi iklim var. Ve elbette ki Antep de bundan azade değil. Antep aynı zamanda yüzbinlerce işçinin yaşadığı büyük bir işçi kenti. Sanayisinin büyümesine paralel olarak yoksulluğu da giderek büyüyen bir işçi kenti.

Diğer taraftan ülkedeki siyasi iklim kadar yerel yönetimlerin kültüre ve sanata bakış açısı da önemli. Antep on beş yılı aşkın bir süredir AKP’li belediye başkanları ile yönetiliyor. Şehrin kültürel iklimindeki değişimin son on beş yılına baktığımızda bile çok şey söylemek mümkün. Alkollü mekanların birer birer kapatılması ya da yeni mekanlara alkol ruhsatı verilmemesi, sosyalleşme pratiklerinin dayatılan bir kültür üzerinden şekillendirilmesi, düzenlenen etkinliklerin dini ve milliyetçi zeminleri yeniden inşa etme amacı taşıması gibi sayabileceğimiz daha pek çok uygulama sadece günlük yaşamın inşası ile kalmayıp, arzu edilen bir kültürün inşasını da karşımıza çıkartıyor. Ayrıca bugün politik olarak iktidara yakın bir kurum olarak varlık göstermiyorsanız bırakın yerel yönetimlerden destek görmeyi, parasını vererek bile bir salonu kiralamanız mümkün değil ne yazık ki.

Antep, geçmişten gelen oldukça köklü bir tarihe ve kültürel birikime sahip olmasına rağmen bu kültürel ve tarihsel birikimi kent insanına mal etme anlamında çok ciddi bir yetersizlik yaşıyor. Ve bu durum, kültürü inşa etmeye çalışanların elbette ki bilinçli bir tercihidir. Geçmişten günümüze Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Yahudi gibi farklı halkların ve dinlerin bir arada yaşadığı bu şehirde adım attığınız her tarihi mekânda bu halkların izine rastlarsınız. Hatta sizde hayranlık uyandıracak mimari yapıların bir çoğunluğunun yaratıcısı Ermenilerdir. Antep’in gastronomi şehri seçilmesinde etkili olan zengin mutfağı bu halkların katkısı olmadan inşa edilmiş olabilir mi? Elbette ki hayır! Eski çarşıya gidip oradaki yemenici, dokumacı, bakırcı ustalarla konuştuğunuzda bile geçmişi bilenler bu şehrin el sanatlarına Ermenilerin katkısını anlatır. Peki tüm bunlara rağmen herhangi bir şekilde Antep’in bu çok kültürlü geçmişine vurgu yapılıyor mu? Hayır; bilakis bizler bahsettiğimizde rahatsızlık bile yaratıyor. Sanki hiç bu topraklarda yaşamamışlar gibi… Antep gibi kadim bir şehrin kültürü tek dil, tek millet şiarıyla baklava-fıstık yarışmalarına hapsedilemez.

Suriye iç savaşı boyunca yoğun bir şekilde sığınmacı göçü alan Antep’in kültür sanat ortamı bundan nasıl etkilendi? 

Tam sayısını kesin olarak bilmemekle birlikte, Suriye’deki savaştan bu yana onlarca yabancı sivil toplum kuruluşunun Antep’te faaliyet sürdürdüğünü söyleyebilirim. Bunların bir kısmı insani yardım boyutuyla çalışmalar yürütürken bir kısmı da Suriyeli sığınmacıların entegrasyonu ve kültürel yaşama katılımlarına ağırlık veriyor. Bu uluslararası kuruluşlar, aynı zamanda yerel başka kurumlara verdikleri hibelerle de süreci yönetmeye çalışıyor. Antep’te Suriyelilerce kurulmuş ve aldıkları hibelerle daha çok Suriyelilere yönelik faaliyet sürdüren STK sayısı da az değil. Dolayısıyla ulusal ya da yerel yönetimlerin değil uluslararası kuruluşların ve bizim gibi birkaç tane de dernek ve oluşumun bu boşluğu doldurmaya çalıştığını söyleyebilirim. Diğer taraftan şunu da eklemek gerekiyor ki, maddi imkânı olan, eğitimli kesimin çoğu Avrupa’ya, Amerika’ya gitti. Bizim müzik grubumuzdaki üç müzisyen arkadaşımız gibi. Çok sayıda yetenekli insan gerek dil bariyeri gerekse Suriyelilere yönelik tetiklenen nefret söylemleri sebebiyle çareyi gitmekte buldu. Buradan gitmeyen/gidemeyen kesimin ise büyük çoğunluğu yoksul ve giden seküler kesime nazaran daha İslamcı bir çizgide. Bunların bir kısmı için dil hala önemli bir sorun.

Sizler, nasıl çalışmalar yapıyorsunuz? Kültür sanat ortamını geliştiren diğer kurumların çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Olumlu bulduğunuz gelişmeleri veya girişimleri paylaşabilir misiniz? 

Bizler, yaşadığımız coğrafyanın, yerel, kültürel ve tarihsel birikimine sahip çıkmakla birlikte, aynı zamanda tüm Türkiye ve dünyada insanlığın biriktirdiği ilerici değerlerin; kültür, sanat ve bilim alanında ortaya çıkmış tüm olumlu birikimin de bu kentin yaşamıyla buluşturulması gerektiği kanısındayız. Özellikle sanatın, hayatı algılama ve anlamada, derin toplumsal zıtlıkların, savaşların, adaletsizliklerin aşılabilmesi için toplum bilincinin gelişmesinde oynadığı ilerici rolü unutmadan; edebiyattan sinemaya, fotoğraftan resme, tiyatrodan müziğe kadar, sanatın her alanında ortaya çıkmış zenginliği olabildiğince kent halkıyla buluşturmak ve bu birikimi ileriye taşıyacak yeni üretimlerin ortaya çıkmasını sağlayacak çalışmalar yapmak amacı taşıyoruz. 2010’da kurulduk ve o tarihten bu yana film festivalleri, çok sayıda özel gösterimler, konserler, sergiler düzenledik. Ayrıca eğitim ve üretim amacıyla da belgesel ve kısa film çekme, senaryo yazma, ritim ve fotoğraf atölyeleri gerçekleştirdik. Bünyemizde Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Arapça gibi farklı dillerde şarkılar söyleyen bir müzik grubu kurduk. Pandemi sürecinde ise online söyleşiler gerçekleştirdik. Antep’te bizim gibi faaliyet sürdüren fazla kurum yok. Genellikle bireysel girişimlerle düzenlenen etkinlikler ya da hibe alan bazı kurumların belirli zaman aralığında düzenlediği çalışmalar var.

“ÇEVRE İLLERE GÖRE ETKİNLİKLERE TALEP DAHA FAZLA”

Diğer yakın şehirler ile kıyaslarsanız kültür sanat açısından, buranın kendine özgü yanları nelerdir? Yapılan aktivitelerin çeşitliliği veya kendine özgü yanlarının yanı sıra etkinlikleri takip edenlerin-seyircinin nasıl bir özgünlüğü var? Etkinliklere ilgi nasıl?

Antep çevresindeki illere nazaran daha büyük ve daha fazla göç alan bir şehir. Dolayısıyla çok farklı insan profillerine denk gelmeniz daha olası. Ben pratik anlamda Antep’in son 10-12 yılına tanık biri olarak şunu söyleyebilirim ki bundan on yıl önce Antep, çevre illere göre sosyal yaşamın daha hareketli olduğu, kültürel ve sanatsal faaliyetlere erişiminizin de daha fazla olduğu bir şehirdi. Gerek siyasi iklim gerekse İŞID’in Antep’teki faaliyetleri (patlamalar vs.) insanların bir araya gelmesinde zorluklar ve tedirginlik yarattı. Şimdilerde ise buna pandemi ve ekonomik sıkıntılar eklendi. Fakat Antep çevresindeki Urfa, Kilis, Adıyaman, Maraş gibi illere nazaran daha kozmopolit ve seküler bir kesime ev sahipliği yapıyor. Dolayısıyla kültürel aktivitelerin çeşitliliği de bu etkinliklere talep de daha fazla. Örneğin düzenlediğimiz festivallerde, salon şehir merkezinin dışında olmasına rağmen ortalama binin üzerinde izleyiciye ulaştık. Tiyatro oyunlarına veya konserlere katılımlara baktığımızda da salonların neredeyse tam kapasite etkinlik gerçekleştirdiğini görüyoruz. Bu tablo bize halkın bu tür faaliyetlere ihtiyaç duyduğunu ve katılımı önemsediğini gösteriyor. Benzer bir şey burada yaşayan Suriyeliler için de geçerli. Suriyeli ve Antep’te yaşayan farklı kültürlerden arkadaşlarımızla oluşturduğumuz çok dilli müzik grubumuzun konserinde salonda bine yakın dinleyici vardı ve bunların büyük çoğunluğu Suriyeliydi. Bunda afişlerimizde ve duyurularımızda Arapçayı kullanmış olmamız da etkili oldu elbette. Yani insanlara ulaşmayı başardığınız takdirde katılıma son derece hevesli bir kültür-sanat çevresi Antep’te hep mevcut.

“EN BÜYÜK SIKINTI SANAT MEKÂNLARI”

Sanat mekânları diyebileceğimiz sinema, sergi, tiyatro ve müzik salonları açısından Antep’in zenginliğini nasıl tanımlarsınız? Kentte yaşanan sansür vakaları oluyor mu veya size göre kültür sanat etkinliklerine karşı ne tür engeller var?

Şehirdeki en büyük sıkıntının sanat mekânları olduğunu düşünüyoruz. Örneğin bağımsız çalışan sinema salonu kalmadı. Salonların hepsi zincir işletmelerin elinde. Bizim film festivali ve gösterimler düzenlediğimiz son iki bağımsız salon da yıllar önce kapandı. Şimdi AVM’lerin içine hapsolmuş sinema izleyicileri, bu salonların getirdiği gişe filmler dışında bağımsız yapımlara da ulaşamıyor. Bizler de salon sıkıntısı sebebiyle son birkaç yıldır festival düzenleyemiyoruz. Ya büyük paralar istiyorlar ya da salonlarını farklı gerekçelerle vermiyorlar. Bu sebeple alternatif mekanlar yaratmaya çalışıyoruz. Belediyenin elinde bulunan konser ya da etkinlik salonlarına erişim için de benzer zorluklar söz konusu. Bir kere yerel yönetimlerin arzu ettiğinden farklı bir çizgide faaliyet yürütmeye çalışıyorsanız işiniz çok çok zor. Yıllar önce düzenlediğimiz Aynur Doğan-Kardeş Türküler konserinde sözleşmesini yaptığımız bir salon, belediyenin iki bakanın katılımıyla düzenleyeceği TOKİ çekilişi gerekçe gösterilerek verilmek istenmedi. Ancak barış süreci devam ediyordu ve yapılan görüşmeler neticesinde sürece zarar verme endişesi ile iki saat gecikmeli de olsa konserimizi gerçekleştirdik. Şimdi bunun mümkün olabileceğini pek sanmıyorum. Sonra Gaziantep Üniversitesi Sinema Topluluğu ile birlikte düzenlediğimiz Benim Çocuğum filminin üniversite gösterimine ve söyleşisine, film ‘eşcinsel içerikli olduğu gerekçesi ile’ izin verilmedi. Bir başka zaman, Antep’e belki de ilk kez düzenlenen sokak müziği etkinliğimizde arkadaşlarımız Kürtçe şarkı söyleyince polis gelip etkinliğimize son vermemiz gerektiğini söyledi. Bir festivalimiz için yaptığımız sponsorluk görüşmesinde görüştüğümüz firmalar festival programına müdahale ederek bazı filmlerin programdan çıkarılmasını talep etti mesela. Bunlar gibi pek çok örnek saymak mümkün ne yazık ki. Elbette iktidara yakın bir dernek ya da vakıfsanız bütün kapılar size açık olabiliyor ve belediyelerin olanaklarından da faydalanabiliyorsunuz. Yine de tüm zorluklara rağmen ilkelerimiz doğrultusunda faaliyet yürütmenin yollarını aramaya devam ediyoruz. Çünkü sanatın birleştirici ve iyileştirici gücüne inanıyoruz.

Antep’in kültür sanat ortamının geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Bütün bu yukarıda bahsettiğim sorunlara rağmen bunların asla aşılmaz olduğunu düşünmüyorum. Antep’in çok kültürlü yapısı ve geçmişi birileri ne kadar inkâr etmeye çalışsa da tam olarak burada duruyor, herkesin gözü önünde. Antep Zeugma’sıyla, Yesemek’iyle, Ermeni mahalleriyle, Yahudi yapılarıyla, Türkü, Kürdü, Ermenisi, Çerkesi, Suriyelisi; herkesin… Siyasi iktidarlar değişecek ancak bu gerçek değişmeyecek. Bizler zenginliklerimizden beslenmekte, üretmekte, toplumsal barışı inşa etmekte ısrarcı olduğumuzda bu iklim de değişecektir diye düşünüyorum.