Demokrat Parti’den günümüze basın yasakları

Salgın nedeniyle doğru bilgiye erişim ve sansürü daha çok tartışıyoruz. Ancak medyaya yönelik sansürün uzun bir tarihi var. İlk kurulduğunda özgürlükçü tavır sergileyen ancak sonrasında basına ağır darbe vuran Demokrat Parti’nin tarihinden bir kesit Dağhan Tunalı’nın kaleminden


DAĞHAN TUNALI

Koronavirüs salgını ve bu süreçte doğru bilgiye erişim konusunda kamuoyunda oluşan şüphe sansür konusunu yeniden gündeme taşıyor. Muktedirin şeffaflık ve basın özgürlüğü konusundaki yaklaşımını biliyoruz. Dolayısıyla bu şüphelerin yersiz olmadığı sonucunu çıkarabiliyoruz. Zira sansür de bir tür salgındır ve bir kez başladığında, “hürriyet tedbirleri alınmadığında” muhakkak yayılır.

Hıfzı Topuz’un Türk Basın Tarihi kitabında Demokrat Parti dönemi için bahsettiği “neşir yasakları salgını” içinde bulunduğumuz duruma çok benzeyen bir sürece işaret ediyordu.

Aslında Demokrat Parti’yle basının ilişkileri güllük gülistanlık başlamıştı. Demokrat Parti, tek parti döneminde bizatihi CHP’nin içinden çıkan isimler tarafından kurulmuştu. Hürriyet getirecekleri iddiası öyle büyük bir kabul görmüştü ki, sonradan Türkiye İşçi Partisi genel başkanı olacak Mehmet Ali Aybar, DP listesinden bağımsız aday olmayı kabul etmişti. Öte yandan Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel gibi demokrat aydınlar DP’lilerin peşine takılıvermişti. Bu isimlerden biri de Ahmet Emin Yalman’dı. Zekeriya Sertel’in anılarında Yalman’dan, “Kokuyu almış, Bayar ve Menderes’e yanaşarak onlara hizmet etmeye çalışıyordu. Ama onlar Ahmet Emin’e fazla yüz vermiyordu” diye anıyordu. Ki Ahmet Emin Yalman’ın DP iktidarının ilk dönemi için “Basının altın devri” dediğini Hıfzı Topuz’dan okuyoruz. Kuşkusuz Yalman başına gelecekleri bilmiyordu. Dönemin “kullanışlı” isimleri böylece DP etrafında toplanıyordu.

DP’NİN ‘BASIN KANUNU’

DP iktidara gelir gelmez bahsettiği ‘hürriyete’ dair olumlu bazı hamleler de yaptı. Bunlardan biri Basın Kanunu’ydu. Artık bir yayın çıkarmak için hükümetten izin almaya gerek olmayacaktı.

Kanun basın davalarına da düzenleme getiriyordu. Bu konuda özel mahkemelerin yetkilendirilmesi sevinç yarattı. Bundan böyle davaların uzayıp gitmeyeceği düşünüldü. Ayrıca gazetecilik yapma konusundaki ‘yasaklılıklar’ kaldırılmıştı. Herkes gazetecilik yapabilecekti. Bu kanunu 1952’deki yeni haklar taçlandırdı. Gazetecilere sendika kurma hakkı verildi. Ayrıca gazetecilerin patron karşısındaki hakları nihayet düzenlenebiliyordu.

DP ‘HÜRRİYET CEKETİNİ’ NE ZAMAN ÇIKARDI?

Fakat bahar ayları çok sürmedi. DP, yavaş yavaş asli rolüne soyunuyor, “hürriyetçi ceketini” çıkarıyordu.

Kısıtlayıcı ilk adım 1954’te atıldı. Artık basın ve radyo yoluyla “itibar kırılamayacak”, “şöhret ya da servete zarar verilemeyecekti”. Bu muğlak ifadeler nedeniyle ilerleyen süreçte çok gazetecinin başı ağrıyacaktı. Yani bir yolsuzluk haberi yaptığınızda servete zarar verdiğiniz iddiasıyla yargılanabilir, bir DP’liyi eleştirdiğinizde “itibar kırmış” sayılabilirdiniz. Sürecin en kötü yanlarından biri de gazetecilere ispat hakkı tanınmamasıydı. Bu korkunç uygulama nedeniyle gazeteciler kendilerini savunamaz hale geldi. Konu büyük tartışmalara yol açtığında ise DP kanadı itirazları, Tevfik Çavdar’ın “Türkiye’nin Demokrasi Tarihi” kitabında aktardığı gibi, “İspat hakkı mı, İsmail Hakkı mı?” gibi tekerlemelerle alay konusu yapıyordu.

“Basının altın devri” diyen Ahmet Emin Yalman mı? O bu kez de yasakları ve baskıları savunmaya başlamıştı. Ona göre “komünistlerle” ancak böyle başa çıkılırdı.

BASIN DAVASI SAYISI 2300’Ü BULDU

1954 yılından itibaren birbiri ardına gazeteci tutuklamaları yaşandı. Cemal Sağlam 65 ay, Fuat Arna 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ardından Bedii Faik tutuklandı. O dönemde 79 yaşında olan Hüseyin Cahit Yalçın hapse atıldı. Metin Toker, Şinasi Nahit, Cüneyt Arcayürek bu süreçte tutuklanan isimlerdendi.

Dönemin istatistikleri ise gerçekten korkunçtu. DP iktidarının son 5 yılında, açılan basın davası sayısı 2300’ü buldu! Tam 867 gazeteci ise mahkûm oldu.

Ahmet Emin Yalman’a ne mi oldu? 1959’da o övdüğü baskıların kurbanı oldu ve bir yazısı nedeniyle tutuklandı…

DP bunlarla da yetinmedi. Artık iş resmi ilanları kesmeye, reklam almayı engellemeye, hatta muhalif basına kâğıt vermemeye varıyordu. Bugün Evrensel, BirGün gibi gazetelerin yasal hakkı olan ilanları almaları konusunda çıkarılan engellemelerin bir benzeri o dönemde de yaşanıyordu…

Sansür mü? Okurlar ne 6-7 Eylül’de İstanbullu Rumlara karşı yapılan saldırı ve talandan gerçekten haberdar olabildi ne de 28 Nisan’da İstanbul Üniversitesi’nde başlayan ve Turan Emeksiz ile Nedim Özpulat adlı öğrencilerin öldürüldüğü eylemlerin aslını okuyabildi.

‘BESLEME BASIN’ VE MUHALİFLER

Bu arada o dönemin yandaş basını ise palazlanıyordu. Çok az satan gazetelere ihtiyacından fazla kâğıt vermek, sayfalarını ilanlarla doldurmak artık dönemin gereğiydi. Bu dönemde yandaş yayınlara “besleme basın” denilmeye başlandı.

İşte basın yasakları salgını böyle başlamış ve devam etmişti. Bütün bu yasakların ve baskıların nice söylentiye sebep olduğunu biliyoruz. DP’nin muhalif öğrencileri kıyma makinelerine attırdığına kadar varan dedikodular ortaya çıkmıştı. Muhalif basın ise ısrarla dergi ve gazete çıkarmaya, yazı yazmaya devam etti…

Tüm bu yaşananların ne kadar tanıdık olduğu da ortada… Gazeteci tutuklamaları, iktidara yakın yayınların desteklenişi, muhalif basının yasal haklarının dahi teslim edilmemesi, tutuklu gazeteciler… İspat hakkı mı? Neyle suçlandığını bilmeyen tutuklu gazeteciler ispat hakkını bugün de kullanamıyor haliyle… Besleme basına yandaş basın diyoruz hepsi bu…

SALGINLA MÜCADELE DEVAM EDİYOR

Yine de umut var elbette… Gezi direnişi esnasında olan biteni hepimiz hatırlıyoruz; sansür ve otosansür öyle yer etmişti ki, bir avuç yayın dışında kanallar penguenlerce istila edilmiş gibiydi. Milyonlar özgürlük talep edip gencecik canlara kast edilirken “merkez” medya gittikçe yandaşlaşıyordu. Öyle ki iş, “Alo Fatih” hadisesiyle bir yayını doğrudan yönetmeye kadar varmıştı. Ama tüm bu baskılar o gün yaşananların yazılmasına engel olamadı.

Bugün kim bilir kaçıncı kez Odatv’yi sansürlüyorlar ama editörleri haber yapmayı sürdürüyor.

İdlib’de hayatını kaybeden askerlere dair tüm Türkiye neler olup bittiğini anlamaya çalışırken internetin fişi çekiliyor ama gazeteciler, tutuklanma pahasına doğru bilgiyi aktarmak için canhıraş çalışıyor ve bu ölümlerin asıl sorumlusu yine de işaret edilebiliyor.

Evrensel ve BirGün gibi gazetelerin hakkı olan resmi ilanlar verilmiyor ama onlar inadına gazetecilik yapmaya devam ediyor.

Tutuklu gazeteciler cezaevi koşullarında bile kitap ve haber yazmaya devam ediyor…

“Basın yasakları salgını” bugün de var evet, ancak bu salgınla mücadele de kıyasıya devam ediyor…