Türkiye’nin her bölgesine giderek ifade ve hak ihlallerine karşı toplantı ve çalıştaylar düzenleyen Susma Platformu Diyarbakır, İzmir ve Eskişehir’in ardından Ankara’daydı. OHAL’de İfade Özgürlüğü başlığı altında gerçekleştirilen toplantıya Ankara’daki STK’lar, kapatılan derneklerin temsilcileri, gazeteci, sanatçı ve hukukçular katıldı. Susma ekibinin platformun varoluş sebeplerini, işleyişini ve ifade özgürlüğü ihlallerine karşı hukuki haklarımızı aktardığı toplantının konuşmacıları ise gazeteci Selda Güneysu, yazar ve akademisyen Prof. Dr. Aksu Bora ile yazar Pelin Buzluk’tu.
Cumhuriyet gazetesinde uzun yıllar kültür sanat muhabirliği, bir süredir de parlamento muhabirliği yapan Selda Güneysu, basının farklı alanlarında yaşanan sansür vakalarını aktardı.
Bundan 10 yıl önce kültür sanat ortamında daha muhalif, lafını söyleyen etkinliklerin izlenebildiğini söyleyen Güneysu, baskı arttıkça kalitenin düştüğünü, yazacak alanın da daraldığını belirtti. “Kültür sanat haberciliğinde tiyatro, sinema, edebiyat gibi alanlarla ilgilenirken bir süre sonra kültür politikalarıyla; Kültür Bakanlığı’nın ambargoları, yasaklanan oyunlar hakkında haber yapmaya başladık” diyen Güneysu, zamanla insanların da evlerine kapandığını, özel bir izleyici kitlesi olan Ankaralıların bile sosyal etkinliklere gitmediğini vurguladı.
Mecliste ise 15 Temmuz öncesinde bir hareketlilik olduğunu ifade eden Güneysu, sonrasında muhalefetin kalmadığını ve meclisin neredeyse KHK’ları onaylayan bir yere dönüştüğünü belirterek “Onlar bile konuşmuyorken gazeteci ya da vatandaş olarak bir şeyler yapmaya herkes çekiniyor, korkuyor” dedi. Tüm bunların ancak doğru habercilikle aşılabileceğini vurgulayan Güneysu, gazetecilerin sürekli manipüle edildiği, bastırıldığı bir ortamda otosansürün de ister istemez arttığını belirtti.
Akademisyen ve yazar Aksu Bora, Türkiye’nin OHAL’den önce de baskı altında olduğunu belirterek başladığı konuşmasında özellikle kadınların gördüğü baskı ve hak ihlallerine değindi. Kadın Komisyonu olarak yürüttükleri Zor Zamanda Kadın Olmak başlıklı araştırma üzerinden çeşitli örnekler veren Bora, referandum öncesi KHK’larla atılanların yüzde 20’sinin kadın, kapatılan 11 derneğin de kadın derneği olduğunu hatırlattı.
Bu derneklerin özellikle Kürt bölgelerinde kapatıldığını hatırlatan Bora, derneklerin kadınlar için nefes alama alanları olduğunu ve kapatılmalarının kadınlar üzerinde de ciddi etki yaptığını belirtti.
“İfade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü arasında önemli bir bağ var. İfade özgürlüğü sadece bir şeyden haber almak ya da bir düşünceyi dile getirmekten ibaret değil. O düşünceyi söylemek için de bir özgürlük ortamı gerekiyor” diyen Bora, yeni örgütlenme biçimleri geliştirmek gerektiğini de dile getirdi. 112 kadın derneğinin üye olduğu bir çatı örgütlenmesi olan Kadın Komisyonu’nun 6 ilde, 156 görüşme yaparak ortaya koyduğu araştırma projesinin raporunu yakında yayımlayacaklarını söyleyen Bora, böylece çatışma döneminde kadın hayatlarına ne olduğunu ortaya koymaya çalıştıklarını belirtti.
Bora, yeni bir dil ve yaklaşımın da önemli olduğunu vurgulayarak, “Birbirimize kulak vermek önemli. İlk duyduğumuzda hoşumuza gitmeyebilir ama kalıplardan çıkıp duymaya başlamamız lazım. Biz bu çalışmanın devamı olarak FETÖ davalarından açığa alınanlarla da görüşmek istiyoruz. Başlarına geleni anlamlandıramıyorlar bile. Çünkü dayanışma kültürleri yok” dedi.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndaki görevine geçtiğimiz günlerde son verilen yazar Pelin Buzluk ise son KHK ile yaşadığı bu deneyimi anlattı. Bakanlıkta enerji uzmanı olarak görev yapan ve aynı zamanda iklim değişikliği müzakerecisi olan Buzluk, bu sebeple birçok kurumdan insanla çalıştığını ve farklı bakanlıklardaki çalışanlarla da ilişkilendiğini belirterek “Genel olarak durum aynı; bakanlıklarda amirler, idareciler milli görüşçülerden oluşuyor. Son zamanlarda parmakla gösterilecek kadar az da CHP’liler vardı ama ya emekliliğe zorlandılar, ya kızağa çekildiler. Şimdi hemen hepsi milli görüşçü” diyen Buzluk, ‘bir temizlik yapılacağı’ söylenerek bu insanlardan liste istendiğini vurguladı. Barış imzacısı da olan Pelin Buzluk, öykülerinde de subliminal mesaj vermekle suçlanmıştı.
Bakanlıkta yaptığı işi çok çalışarak prestijli bir hale getirdiği için onu kaybetmek istemediklerini belirten Buzluk, “Algı değiştirmek, manipüle etmek için kullanılan ikna odaları varmış ya, onun çok daha beterini yapıyorlar. ‘Sen çok iyi bir insansın, çok çalışkansın, dürüstsün’ diye başlayan konuşma ‘ama safsın da, kandırıldın, imzanı geri çek, bu yoldan dön’ gibi şeylerle sürüyor. İkinci konuşmada ‘Devlet halkına karşı suç işliyor, bu suça ortak olmak istemiyoruz ama burada suçlu olmadığını bildiğimiz insanları listeden çıkarmaya çalışıyoruz’ diyorlar. Oysa hiçbir şey yaptıkları yok” dedi.
İki ay süren bu ‘ikna’ sürecinde başlangıçta kimseyle konuşmadığını, sürekli ağladığını söyleyen Buzluk, sonrasında sertleşmeye başladığını, yakınlarına ve sendikadan arkadaşlarına durumu aktardığını belirtti. Bir arada olmanın önemine de değinen Buzluk, “Bachman’ın dediği gibi faşizm iki kişi arasında başlıyorsa aslında dayanışma da öyle. Birinin size suçlu olmadığına eminim demesi sizi dikleştiriyor. Çünkü ceza ağır aslında, 7 yılım yok sayılıyor, sağlık güvencem olmayacak, bakmam gereken bir çocuğum var… Onların yalnızlaştırma, itibarsızlaştırma gibi saldırıları olacaksa biz de tersine ne kadar değerli olduğumuzu, onca cezaya rağmen haklı olduğumuzu hatırlatmalıyız” dedi. Yeni mücadele alanları geliştirmenin önemli bir ihtiyaç olduğunu vurgulayan Buzluk, daha büyük dayanışma etkinlikleri organize etmek, hala kamu kurumlarında çalışan ve konuşamayan insanlara ulaşılması gerektiğini de sözlerine ekledi.