“Haklarımızı korumamız için inatçı olmamız gerekiyor”

Susma Platformu Proje Koordinatörü Ayşen Güven, Oyuncular Sendikası ve Sivil Alan Araştırmalar Derneği’nin avukatlığını yapan Baran Kaya ile sanatsal ifade özgürlüğümüzü nasıl koruyacağımızı, sansüre ve otosansüre karşı hukuki mücadele yollarının neler olduğunu ve dahasını konuştu


AYŞEN GÜVEN

Sansür ve otosansüre karşı vakaları tanımlamak ve karşısında mücadele yürütmek için bugüne kadar pek çok söyleşi gerçekleştirdik. Onlardan biri de Oyuncular Sendikası’nın geçen yıl ilk adımlarını attığı projesine dairdi. ‘Türkiye’de Görsel, İşitsel ve Sahne Sanatları Alanında Sansürün Takibi ve Önlenmesi Projesi’nin çalışmaları, salgının da etkisiyle çevrimiçi toplantılar ve panellerle devam etti. Bunlardan birisi de sendikanın avukatı Baran Kaya’yla gerçekleştirilen sansüre ve ifade özgürlüğü engellemelerine karşı hukuki ve idari yolların anlatıldığı söyleşiler oldu. Aynı zamanda Sivil Alan Araştırmalar Derneği’nin de avukatı olan Baran Kaya sanatsal ifade özgürlüğünün korunmasına dair hukuki mücadele üzerinde yoğun biçimde çalışıyor. 

Biz de bu söyleşilerden hareketle kendisiyle tanımı dahi zor yapılan sansür ve otosansürün hukuktaki yerini; yasal dayanaklarımızı, sanatsal ifade özgürlüğü için nasıl mücadele edeceğimizi konuştuk. Avukat Baran Kaya’nın sorularımıza verdiği yanıtlar sanatçılar, sanat profesyonelleri ve yayıncılık yapanlar için sansür ve otosansür üzerindeki buğuyu silip net bir yol haritası çıkarıyor.

Sansür çoğu zaman hele de kimi uygulamalarla -salonda tadilat var bahanesi gibi- elle tutulur gözle görülür olamıyor. Vaka olarak tanımlamak bu kadar zorken hukuken tanımlanabilmiş mi? 

Yıllardır benzer uygulamalarla sanatçılar sansüre uğradığı için bir nevi tecrübeli sayılırlar, bu nedenle dışarıdan zor görünse de sanatçılar için anlaması zor olmuyor. Oyuna, sergiye vs. bir gün kala salon sahibi bir şekilde salonu vermekten vazgeçtiğinde, bir de oyun kamuoyunda tartışılmışsa bunun bir sansür girişimi olduğu anlaşılıyor. Dışarıdan bakıldığında sansür gibi olmayan fakat esasında sansür olan birçok uygulama biçimi var. Sadece sanatçılar nezdinde değil, toplumun her kesiminin bir şekilde uğradığı ya da uğrayabileceği ifade özgürlüğü engelleme biçimleri var. Aynı zamanda alanda Sivil Alan Araştırmaları Derneği ile birlikte kampüste ifade özgürlüğü çalışıyoruz. Kampüste de birçok engelleme biçimi söz konusu. Öğrencilerin ifade özgürlüğünü kullanarak hak arama yolları tıkanıyor, disiplin cezaları ya da özel güvenliklerle fiili engellemeler yapılıyor. Bahsettiğiniz salon meselesi yine öğrenciler için de geçerli. Benzer şekilde gazetecilere de çeşitli şekillerde sansür uygulanıyor. Esere ya da soyut anlamıyla ifadeye müdahaleyi gördüğümüz ya da bir şekilde tespit ettiğimiz anda alarm zilleri çalmalı ve vakayı hukuken sorgulamalıyız.

Öyleyse ifade özgürlüğünü ve sanatsal ifade özgürlüğünü nasıl yorumlamalıyız? 

Burada önemli olan tam burası. İfade özgürlüğünü ve sanatsal ifade özgürlüğünü geniş haliyle yorumladığımız zaman hiçbir sorun kalmıyor. Anayasa’nın genel olarak ifade özgürlüğünü düzenleyen 24. ve sanatsal ifade özgürlüğünü düzenleyen 27. maddeleri de bence bu hakları geniş yorumluyor. Bilim ve sanat özgürlüğünü düzenleyen 27. madde herkesin “sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına” sahip olduğunu düzenliyor. Bu özgürlüğe getirilen tek kısıtlama nedeni ise maddenin ikinci cümlesinde “yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla” kullanılması hali öngörülmüş. Yani önce özgürlük tanımlanmış, sonra kısıtlama nedeni açıkça sayılmış. Buna göre de sanatsal ifade özgürlüğü maddede yazdılığı gibi Anayasa’nın 1., 2. ve 3. maddelerinin hükümlerini değiştirmek amacıyla kullanıldığı takdirde sınırlandırılabilir. Ancak o zaman sansür kendine hukuki bir zemin bulabilir. Eğer bir Anayasa’da bu şekilde geniş bir hak tanımlanmış ve bu hakkın sınırlanma nedeni de açıkça sayılmışsa, burada geniş şekilde tanımlanmış bir hak vardır deriz. Fakat maalesef yasa uygulayıcılar ya da yetkili idari teşkilat birimleri Anayasa’ya açıkça aykırı şekilde çeşitli şekillerde bu hakka müdahale ediyor.

O nedenle hukuken bir vakayı tanımlamak da zor değil. Sadece sansürün hangi biçimiyle karşı karşıya kaldığımızı anlamak gerekiyor.

Sansür karşısında sanatçıların ve eser sahiplerinin yasalarla güvence altında olan hakları neler? 

Sanatçılar ve eser sahipleri sansüre karşı haklarının dayanağını az önce de bahsettiğim üzere Anayasa’nın 24. ve 27. maddelerinden alıyor. Bu maddelerde ifade özgürlüğü ve sanatsal ifade özgürlüğü düzenleniyor. Burada bu hakların sınırlarını da kapsamını da görebiliyoruz. Aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü tanımı da sansüre karşı hukuki dayanaklardan biri. Hem AİHS’teki hem de Anayasa’daki düzenlemeler bu hakların geniş yorumlanmalarını sağlıyor. Ayrıca bu maddeler nezdinde devletin sanatçıların bu haklarına, sınırları çerçevesinde, müdahale etmeme ve oluşacak engellemelere karşı koruma sağlama yükümlülükleri var. Sansüre karşı izlenebilecek bütün hukuki yolların temel dayanağı da bu düzenlemeler.

Bu haklardan ne oranda haberdarlar peki? 

Sanatçılarla görüşmelerden anladığım kadarıyla oldukça az haberdarız. Bu da beraberinde ciddi bir karamsarlık getiriyor. Sanatçı bir sansürle ya da sansür tehlikesiyle karşılaştığında, “bir şey yapamam, burası Türkiye, işler böyle yürüyor” diye düşünerek geri adım atıyor. Ama işin aslı öyle değil az önce de konuştuğumuz gibi. Yapılabilecek çok şey var. 

“BİR ESERİN MADDİ DESTEKTEN YOKSUN BIRAKILMASI DA SANSÜR KAPSAMINDA”

Hangi tip vakalarda ne gibi bir yol haritası çıkarıyorsunuz? Sansür karşısında hak aramak için atılacak ilk adımlar neler? 

Her vakanın hak arama yolları da kendine özgü oluyor. Kimin engellediği, nasıl engellediği, hangi yolla engellediği sorularına verilecek cevaplar çok önemli. Buna karşı geliştirilecek hukuki yol da bu cevaplardan sonra açığa çıkıyor. Galeriler, idari kurumlar, özel kurumlar, bireyler birçok yolla sansürün uygulayıcısı olabiliyor. Mesela savcılık eliyle esere karşı ceza soruşturması başlatılabiliyor, bu durumda izlenecek yol başkayken bir idari işlemle, örneğin kaymakamlık kararıyla oyunun yasaklanması durumunda bu idari işleme karşı dava açmak gerekiyor. Bazen bir idari karar olmasa da yine idari yolla, örneğin polis vasıtasıyla fiili engelleme yapılabiliyor. Bireylerin bir eserin içeriğinden dolayı eseri hedef gösterip, eserin sergilendiği alana fiili saldırıda bulunmaları da karşılaşılan bir durum. Bunlara karşı yine suç duyurusu, idari koruma talebi gibi yollara başvurarak devletin doğrudan sorumluluğuna gidilebilir.

Bunların dışında yine sansür olduğu belli olmayan fakat aslında sansür olan başka fiiller de var. Bir eserin maddi destekten yoksun bırakılması da sansür kapsamında. Mesela Kültür Bakanlığı’nın açtığı fonlardan destek almak için başvuru yapan bir eserin gerekçe gösterilmeden reddedilmesini bu kapsamda sayabiliriz. Yani aslında içeriğinin muhalif bulunmasından reddediliyor ama komisyon tabii ki bunun yerine “eser yetersiz bulunmuştur” şeklinde somut bir dayanak sunmadan bir cevap verebiliyor. Buna karşı da hukuki yollar mevcut. Sanatçı, eserinin bir festival programından çıkarılmasını ya da hiç kabul edilmemesinin nedeninin sansür olduğunu düşünüyorsa buna karşı da hukuki cevaplar verilebilir. Bir ressamın resminin sergiden galerinin inisiyatifiyle fiili olarak çıkarılması da sansür sayılır. Sansürün çeşitli biçimleri olduğu gibi hak arama yolları da çeşitli. Hemen hemen her sansür vakasına karşı yapılabilecek şeyler var. Yapılacak ilk adım da kimin, nasıl, hangi yolla engellediği ve esere müdahale ettiği sorularına göre değişecektir. Sanatçıların meslek örgütlerinden ve bir avukattan destek almaları oldukça önemli.

“OTOSANSÜRE DAİR HUKUKEN YAPILACAK ÇOK ŞEY BULUNMUYOR”

Sendika üzerinden en sık karşılaştığınız ‘sansür biçimi’ neler oluyor, örnek verir misiniz? 

Tiyatro eserleri için en çok karşılaştığımız sansür biçimi verilen salonların son dakikada iptal edilmesi oluyor. Bunlarla ilgili ‘tadilat’, ‘gördüğümüz lüzum’, ‘kamu güvenliği’ gibi somut olmaktan uzak nedenler ileri sürülüyor. Sinema alanında ise sendikaya bununla ilgili bir başvuru gelmese de eser işletme belgesi konusu açıkça sansürü kurumsallaştıran bir konu. Sanatçılar eserin dolaşıma sokulmadan devletin denetiminden geçmesi zorunluluğu karşısında sorun yaşamaktalar.

Bunlar dışında her alanda olduğu gibi sanatçıların arasında da en çok görülen sansür şekli otosansür. En çok görülen dediğime bakmayın. Çok da gözle görülür bir sansür biçimi değil. Tespiti en zor olan ve hukuken yapılacak çok şey bulunmayan bir sansür biçimi bu. Bireyler ya da kurumlar sansürün şiddetiyle hatta şiddet olmasa da tehlikesiyle yüz yüze geldiklerinde bu çatışma alanına girmekten kaçınıyorlar. En kolay çözüm ise kendi kendini sansürlemekten geçiyor. Kolay çözüm bu olduğu için kişiler birbirlerini de kolay ikna ediyorlar. Örneğin tiyatro oyuncuları oyunda sıkıntı yaratabilecek bir ifade gördüklerinde “bunu çıkaralım, dert olmasın” diyebiliyorlar. Bunu da anlamak lazım aslında biraz. Sanatçıların esas hedefi eseri sergilemek ve sonrasında yeni eserler sergilemeye devam etmek. Sansürün şiddetiyle karşılaşıldığında mevcut eser sergilenemeyebilir ve hatta ciddi şekilde hedef gösterildikten sonra başka eser sergilemek de imkansız hale gelecek şekilde tiyatro topluluğu dağılabilir. Ama hukuken yapılabilecek çok şey varken önce onları göze almak da güçlü bir yol. 

 “SALGIN ÖNLEMLERİ DE FİİLİ BİR ENGELLEMEYE DÖNÜŞMÜŞ DURUMDA”

Sendika olarak bu tip şikayetlerle açtığınız süren davalarınız var mı? Varsa neler? Şikayet yoksa ya da çok düşük ise neden? 

Covid-19 pandemisi nedeniyle bir süredir eserler sergilenemediği için mevcut bir dava yok. Yani eserler sergilenmeyince sansür de olmuyor gibi görünüyor. Yine de öyle değil tabii. Aslında sanatın bütün dallarını, tamamını kapsayan engelleme söz konusu. Çünkü sanatçıların pandemiye uygun yeni yayın alanları geliştirmesine uygun maddi kaynakları yok. Devletin, dayanağını Anayasa’da bulan sanatı ve sanatçıyı engellememek gibi bir yükümlülüğü olduğu gibi desteklemek gibi bir yükümlülüğü de var. Bu aşamada devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmesi bu sorunların ciddi ölçüde aşılmasını sağlayabilir. Fakat ticari hayatın devamlılığı için, şirketlere ve tüccarlara yoğun şekilde destek sunan devlet sanatçılara sunmuyor. Bu da fiili bir engellemeye dönüşmüş durumda.

Bir de kültür sanat alanında çeşitli tanımlar çok muğlak. Yani bir tiyatro sahibi aynı zamanda oranın oyuncusu ve sansür uyguladığı zaman bunu ayırt etmek bile güç olabilir. Ki sinema, seslendirme hepsinde benzer olan ve ayrışan durumlar var. Bu konuda durumu daha berrak kılmak için neler yapılabilir?

İşçi-işveren ilişkisi bakımından muğlaklık olsa da aslında sansür uygulayan kişinin eser sahibi olup olmadığına baktığımızda durum berraklaşıyor. Eğer tiyatro sahibi aynı zamanda eser sahibi ise sansür uyguladığında bu otosansür oluyor diyebiliriz. Fakat eser sahibi değilken esere sansür uyguluyorsa bu artık hukukun açıkça konusu olacak bir sansür biçimi oluyor.

“SANSÜRE KARŞI CAYDIRICI VE ÖNLEYİCİ YOLLAR VAR”

Sansürü ve otosansürü yavaşlatmak için sizin sendika üyelerine ve hatta bizlere de tavsiyeleriniz neler olur? 

Öncelikle sanatçıların ve hatta bütün yurttaşların karamsarlığa kapılmaması gerekiyor. Bunun yolu da haklarına biraz daha ilgi duymaktan geçiyor. “Bana yapılanın haksızlık olduğunu düşünüyorum, peki buna karşı ne yapabilirim?” demek iyi bir başlangıç noktası. Sansürün engellenmesi ile beraber sansür uygulayanların bir daha sansür uygulamasını engellemeye yönelik caydırıcı olabilecek şekilde cezalandırılmasına dönük bütün hukuki süreçlerin kullanılması ve sonuna kadar sürdürülmesi çok önemli. Yani haklarımızı korumak için biraz inatçı olmamız da gerekiyor.

Sansüre karşı önleyici olmak da bazı noktalarda mümkün. Örneğin özel ya da kamu tüzel kişilerinden ya da gerçek kişilerden salon kiralarken, galerisini kullanırken vb şekilde kurulacak ilişkilerde sansüre ilişkin koruma da sağlayacak sözleşmeler yapmak, bu sözleşmelerde cezai şart belirlemek caydırıcı olabildiği gibi bir ihlal halinde oluşacak zararlar tazmin edilebiliyor. Böylece sansürün olumsuz sonuçlarından kısmen de sıyrılmak mümkün.

Bazen sanatçı kendini yalnız ve güçsüz hissedebilir. Bunun için de sendika gibi meslek örgütlerine başvurmaları ve onlardan destek almaları kendilerine manevi bir motivasyon sağlayacağı gibi ciddi bir kamuoyu da oluşturulmasını sağlayacaktır. Hemen hemen bütün meslek örgütleri böylesi bir dayanışma sağlıyor. 

Sanat dışındaki alanlarda da ifade özgürlüğü ihlal edilen bireyler bunların yanında konu ile ilgili çalışan sivil toplum kuruluşlarından kolayca ücretsiz destek alabilirler. 

Bütün bunlar kadar hukukçulardan profesyonel destek almak da kilit öneme sahip. Baroların yurttaşlara hukuki destek sağlayacak komisyonları ve birimleri mevcut.

Oyuncular Sendikası da bu konuda birçok çalışma yapıyor. Sanatçıların haklarına ilişkin açık eğitimler sunuyor. Üyelerin başvurması halinde bütün sürece dair hukuki danışmanlık sağlıyor, ihlalin kurumsal takibini yapıyor, kamuoyu oluşturulması için yardımcı oluyor ve bir meslek örgütü olarak meslektaşının ihtiyacı olan her türlü dayanışmayı sağlamaya gayret ediyor.