2019’da Türkiye’nin ifade özgürlüğü karnesi

Susma Platformu, üçüncü yıllık Türkiye’de Sansür ve Otosansür Raporu’nu ülke genelinde yaşanan ifade özgürlüğü ihlallerinin konuşulduğu bir söyleşi eşliğinde paylaştı


Susma Platformu, Ocak 2019 – Kasım 2019 döneminde sanat ve medya alanlarında yaşanan ifade özgürlüğü ihlallerini aktardığı üçüncü yıllık Türkiye’de Sansür ve Otosansür Raporu’nu ve genel kurul toplantısını Cezayir Toplantı Salonu’nda düzenlenen bir etkinlikle kamuoyuyla paylaştı.

Türkiye genelinde yaşanan ifade özgürlüğü ihlallerinin konuşulduğu bir söyleşinin de gerçekleştirildiği etkinliğe, Türkiye’nin farklı kentlerinden pek çok basın ve sanat kurumu temsilcisi, yayıncı, akademisyen ve sanatçı katıldı.

Platformun bu 10 aylık süreçte belgelediği sansür vakalarının dökümünün yer aldığı raporda Medya, Sosyal Medya, Sinema, Yayıncılık, Tiyatro, Müzik, Görsel Sanatlar başlıkları altında ifade özgürlüğü ekseninde farklı alanlarda, farklı yöntemlerle uygulanan ifade özgürlüğü ihlallerine dair değerlendirmeler de bulunuyor. Grafiklerle Sansürü Anlamak başlıklı bölümde ise Susma Platformu’nun sitesindeki vakaları veriye dökerek sansürün hangi yöntemlerle ve hangi alanlarda uygulandığı, gerekçeleri, ifade özgürlüğü ihlallerinin politik gündemle ilişkisi aktarılıyor.

Susma Platformu’nun üçüncü yıllık Türkiye’de Sansür ve Otosansür Raporu, önümüzdeki günlerde Türkçe ve İngilizce versiyonlarıyla dijital ve matbu olarak da yayımlanacak.

Gazeteci Mehveş Evin’in yönettiği, Avesta Yayınları’nın kurucusu Abdullah Keskin, Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaman Akdeniz, oyuncu Pervin Bağdat ve belgeselci-yapımcı Ayşe Çetinbaş’ın konuk olduğu İfade Özgürlüğüne İlişkin Güncel Meseleler başlığını taşıyan söyleşi ise sinema, tiyatro, yayıncılık ve çevrimiçi medyada yaşanan sansürün boyutlarını ortaya koymayı amaçlıyordu.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndan (İBBŞT) ihraç edilen oyunculardan Pervin Bağdat, 15 Temmuz sonrasında gerçekleşen işten çıkarılma sürecini anlatarak başladığı konuşmasında ihraç edilmesinin hem kendisine hem de diğer çevresindeki meslektaşlarına nasıl yansıdığını aktardı.

İBBŞT’den atılan oyuncular vesilesiyle kurumdaki tiyatrocuların da sindirilmek istendiğini vurgulayan Bağdat, “Başından beri bizlere neden işten atıldığımız söylenmedi. Sonradan ‘performans düşüklüğü’ gibi bir bahane öne sürülse de, davaları kazanmış olmamıza rağmen hâlâ sebebini öğrenmiş değiliz. Ama o zamanlar dönemin ŞT müdürü ‘Sosyal medyanızı araştırıyoruz, dosyalarınız elimizde’ gibi şeyler söylemişti. Hiçbirimiz ne ifade özgürlüğü kapsamına girecek herhangi bir şeyle suçlandık ne de ceza aldık ama böyle bir sansüre uğramış olduk. Ancak en kötüsü oyuncu arkadaşların kendilerine uygulamış olduğu sansürdü. Benimle ilişkisini kesenler bir yana, sosyal medyadan bile bu haksızlığı paylaşamayan bir sürü meslektaşım oldu. Bu çok üzücü ve kırıcıydı. Bizim atılmamız geride kalan onlarca oyuncuyu sindirmiş oldu. Birilerini gözden çıkararak diğerlerini korkutmak… Bu yöntem tam da bu dönemin sıkça rastladığımız bir alışkanlığı haline geldi” dedi.

ŞT’den ihraç edilmesinin ardından da sansüre maruz kaldığını, TRT’de yayınlanan bir dizi için çağrıldığı halde işten atılma sürecinden dolayı kendisiyle çalışmaktan vazgeçildiğini aktaran Bağdat, “yalnız değiliz” duygusunu paylaşmak için tiyatro aracılığıyla insanlara ulaşmaya devam edeceğini söyledi: “Başlangıçta gerekçe gösterilmese de daha sonraları ŞT’den performans düşüklüğü nedeniyle atıldığımız söylenmişti. Sonrasındaki birkaç yılda çok çalıştım, neredeyse İstanbul’daki tiyatrolarda en çok çalışan kadın oyuncu olduğuma dair arkadaşlarla şakalaşıyorduk ama gerçeklik payı vardı. Galiba performans düşüklüğü meselesine bir tokat atmak istedim. Ağırlıklı olarak Yolcu Tiyatro’da çalışıyorum. Biliyorsunuz Cenk Dost Verdi, sosyal medya paylaşımları yüzünden yargılandı ve 11 ay cezaevinde kaldı. Yolcu Tiyatro’dan bir diğer isim Ersin Umut Güler de bu yıl sosyal medya paylaşımlarından dolayı ceza aldı. Biz yine de kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu sene Borchert’ın tiyatro tarihinin en güçlü savaş karşıtı oyunlarından Kapıların Dışında’yı oynuyoruz ama savaşa hayır demek yasak. Ne yaparsak, ne söylersek suç oldu. Biz tiyatroda dünya görüşümüzü destekleyecek metinler seçerek daha çok insana ulaşmanın bir yolunu bulduk ve daha da azınlıkmış gibi hissettiğimiz bugünlerde en azından bir arada yalnız değiliz duygusunu paylaşmaya devam edeceğiz.”
Son 1,5 yılda 14 kitapları yasaklanan Avesta Yayınevi’nin kurucusu Abdullah Keskin, “En az bizi ilgilendiriyormuş gibi en son biz öğrendik bu vakaları. Geçen yıl İdil’de dokuz kitabımızın yasaklandığını da Van’daki, Ankara’daki birkaç kitapçıdan öğrenmiştik. 2017 Eylül’ünde yasaklanmış kitaplar, bize 2018 Nisan’da tebliğ edildi. Bu dokuz kitap arasında Irak’ta soykırımı, Çaldıran Savaşı’nı anlatan ya da Yezidi kutsal metinlerinden oluşan kitaplar var. Hepsi de terörle mücadele kanunu kapsamında ele alınıyor. Değil terörle mücadele, Türkiye’yle ilgisi olmayan, Osmanlıya ilişkin çalışmalar ya da doktora tezleri bunlar. Üstelik bazıları 18, 20 yıl önce yayımlanmış kitaplar” diyerek yasaklamaların keyfiliğine vurgu yaptı.

90’lardaki baskı ortamında yaşananlara da değinen Keskin, 95’te kurulan Avesta Yayınevi’nin 2000’lere kadar pek çok kitabı hakkında yasaklama, toplatma kararı verildiğini hatırlatarak “Bugün yaşanan ifade özgürlüğü ihlallerinin sonuçlarının daha vahim ve çok boyutlu olduğunu düşünüyorum. Yayıncılık üzerinden konuşursak şu anda bir kitap yasaklanır yasaklanmaz direkt tüm online satış sitelerinden çıkarılacağı gibi, yasaklanmamış kitaplar da satış dışı tutulabiliyor. 90’larda 15 kadar kitabımız yargılanmıştı ama o zamanlar erteleme yasasıyla nefes alıyorduk, bir kısmı da para cezasına dönüştürülüyordu. O zamanlar ne yapacağımızı az çok biliyorduk. Tabii ki yayımlamaktan vazgeçmeyeceğiz ama bir yayıncı bugün şu kötü dönemi (ekonomik-siyasi) atlatayım dese bile hiçbir faydası yok. Çünkü artık 20 yıl önce yayımlanan, baskısı olmayan bir kitaptan dolayı yargılıyorlar” dedi.

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaman Akdeniz ise internet ve ifade özgürlüğüyle 1995’te İngiltere’deyken ilgilenmeye başladığını, 2009’da Türkiye’ye döndüğünde internet sansürünün halihazırda artmış olduğunu söyleyerek, “Türkiye’de internet sansürü 2007’de, 5651 sayılı kanunun meclisten geçmesiyle başladı ve her sene giderek arttı. Gezi ve 15 Temmuz sonrasında ise ceza soruşturmaları arttı. Sadece çok fazla takipçisi olan kişiler değil, sade vatandaşlar da ceza soruşturmalarına uğramaya başladı. Bunlar ‘siber devriyeler’ tarafından tespit edilmiş kişiler. Bu benim tabirim değil, resmi evraklarda yazılan tabir. Uygulamalarsa tamamen keyfi” dedi. Akdeniz, son 3 yıl içinde 60 bin kişinin Cumhurbaşkanına hakaretten soruşturulduğunu vurguladı.

İfade Özgürlüğü Derneği bünyesinde her yıl Engelli Web raporu yayınladıklarını, 2018 sonu itibariyle 245 bin web sitesinin erişime engellendiğini tespit ettiklerini söyleyen Akdeniz, bu engelli alan adlarının yanı sıra 150 bin kadar URL; yani haber, sosyal medya, Youtube ve Twitter içerikleri, Google aramaları ve Google Maps linkinin de yasaklı olduğunu belirtti.
Mevzuatta yer almamasına rağmen, Erişim Sağlayıcılar Birliği tarafından gönderilen mailler üzerinden, kaldırma zorunluluğu olmamasına rağmen haber sitelerinin içerik ve haberlerini kaldırmaya başladığını vurgulayan Akdeniz, “Bu siteler arasında muhalif diyebileceğimiz T24, Oda TV, Sol Haber, Evrensel gibi siteler de var” dedi.
Son dört yıl içinde 150 defa Türkiye’nin farklı sulh ceza mahkemelerindeki kararlara itiraz edip itirazlarının 150 defa reddedildiğini ve Anayasa Mahkemesi’ne erişim engellemesiyle ilgili bireysel başvuru yaptıklarını söyleyen Akdeniz, erişim engelleme kararlarının tebliğ edilmediğini belirtti. Wikipedia için kullanıcısı sıfatıyla 2017 Nisan ayında Kerem Altıparmak’la beraber AYM’ye başvurduklarını hatırlatan Akdeniz, “Şimdi AİHM hükümetten görüş istediği için başvurular birleştirildi. Anayasa Mahkemesi tarafından sene sonuna kadar muhteşem bir karara bağlanacaktır. Hep aynı süreç işliyor. Osman Kavala davasında da gördük. AİHM sıkıştırdığı zaman Anayasa Mahkemesi bir karar veriyor” dedi.

Belgeselci ve yapımcı Ayşe Çetinbaş ise belgesel alanında karşılaşılan engeller ve yaptırımlara dair 2000’lerin başı ile son yıllardaki durumu karşılaştırmak amacıyla söze, yapımcısı olduğu Dersim 38 ve 5 Nolu Cezaevi belgesellerinin çekimlerini ve karşılaştıkları zorlukları anlatarak başladı.
“Dersim 38 nereden nereye geldiğimizi göstermesi açısından önemli. Dersim 38, Çayan Demirel’in 2006’da bitirdiği ve Dersim Katliamı’nı anlatan filmi. Bu konunun pek konuşulmadığı yıllar… O dönem pek çok festivalde gösterildi, ödüller aldı. Dersim’de gösterileceği zaman ise Eser İşletme Belgesi istenerek engellendi. Bu belgenin varlığını da o zaman öğrendik. Dava açtık ve kazandık, Kültür Bakanlığı itiraz etti, hala Danıştay raflarında sürünen bir dava bu. O zamanlar Dersim Katliamı ülke ve Meclis gündeminde de konuşulmaya başlamıştı. Şunu demek istiyorum; biz belgeselcilerin filmleri konjonktüre göre değerlendiriliyor. Bir film yapıyorsunuz, önce her şey yolundayken sonra kendinizi hapiste bulabiliyorsunuz. Dersim 38 gibi, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nin başına da benzer şeyler geldi” dedi.
Çetinbaş, yönetmenleri Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’nun “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla 4 yıl 6’şar ay hapis cezasıyla cezalandırıldığı Bakur filminin başına gelenlerin de benzer bir konjonktürel değişimin sonucu olduğunu söyleyerek dava sürecindeki hukuksuzlukların altını çizdi.
“2015’te İstanbul Film Festivali’nde galası yapılacakken gösterime bir gün kala filmin gösteriminin iptal edildiğini öğrendik. Filme 2017 yılında dava açıldı. O zamana kadar birkaç yerde göstermiştik, bunlardan biri Batman Yılmaz Güney Sineması’ydı. Bu gösterimle ilgili soruşturma davaya dönüştü ve iki yönetmenin 4,5 yıl hapis cezası almasıyla sonuçlandı. Filmi bitirdiğimiz günün ertesi günü Çayan Demirel’in kalbi durdu ve şu an yüzde 99 engelli durumda, Batman’daki gösterimde de hastanedeydi. İddianamede, Batman’daki o gösterimde propaganda yapıldığı söylenmişti. Eğer propaganda iddiası filmin kendisine dayandırılıyorsa davanın Batman’da değil, İstanbul’da açılması gerektiğine dair avukatların itirazları oldu. Buna rağmen dava Batman’da sürdü, hukuken de pek çok hata var yani” diyen Çetinbaş, karara itiraz edildiğini de vurguladı.
Çetinbaş, belgeselcilerin çok kıymetli işler yaptığını söyleyerek sonlandırdığı konuşmasında bu tür baskı zamanlarında belgelemeye, kayıt altına almaya devam etmenin önemine vurgu yaptı.