Sansürün en etkili silahı: Hakaret

Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK’nin 299. maddesi kapsamında açılan davalardaki büyük artış, hakaret suçunun bir sansür aracı olduğu gerçeğini daha da belirgin hale getiriyor…


FİGEN ALBUGA ÇALIKUŞU

Sıradan, adi bir suç olan hakaret suçu, seviye ve nitelik kazandı.

Nasıl mı oldu?

Cumhurbaşkanı ile elbette. Baskı artıkça şöhretlendi, hızla şöhret basamaklarını çıkarak sansürün en etkili, en vazgeçilmez silahı haline geliverdi.

Sansürün hakaret silahı, ne zaman nasıl patlar kestirmek de zor, anlık bir şey.

Kendinize güvenerek hiç suç işlemeyeceğinizden emin olabilirsiniz ama yargılanmayacağınızdan asla emin olmamalısınız.

Her an paylaştığınız bir tweetten, yazdığınız bir yazıdan hakkınızda dava açılabilir. Bu iş için “gece gündüz fazla mesai sarf ederek büyük bir özveriyle çalışan” ve sürekli bizlerin ne düşündüğünü, ne paylaştığını merak eden görevliler, hoşa gitmeyen sakıncalı olabileceğini değerlendirdikleri bir cümleden soruşturma başlatabilirler pekâlâ.

Hakaret suçu, Türk Ceza Kanununun 125. maddesinde düzenleniyor.

Yasaya göre hakaret suçunun oluşması için “bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırmak” gerekli.

Eleştiri ya da ağır eleştiri, yasaya göre suç değil. Ama takibini yaptığım davaların iddianamelerini yazan savcılara göre eleştiri yapmak suç. Cumhurbaşkanının siyaseti, icraatı eleştirilemez.

Yasaları uygulamakla görevli savcılar, hakaret suçunun unsurları mevcut olmasa da cumhurbaşkanının icraatını eleştirenlere dava açmakta pek zorlanmıyorlar.

Daha iyi anlaşılması için takip ettiğim davaların benzer iddianamelerinden bir alıntı yapmak isterim; “Şüphelinin gazeteci olması sebebiyle ifade özgürlüğünden en geniş şekilde yararlanma hakkı bulunmaktadır. Gazeteci aynı zamanda kamunun bekçisidir. Ancak ifade özgürlüğünün başkalarının itibarları noktasında bir sınırı da bulunmaktadır. Kuşkusuz ifade özgürlüğü sınırları oldukça geniş tutulmalı, özgürlük anlayışına öncelik tanınmalıdır. Ancak yukarda sözü edilen ve yazı içeriğinde geçen cumhurbaşkanına atfedilen sözlerin eleştiri sınırlarını aşan ve hakaret teşkil edebilecek mahiyette sözler olabileceği değerlendirilmiştir.”

“Hakaret mahiyetinde sözler olabileceği değerlendirilmiştir” ifadesi gördüğünüz üzere gayet muğlak bir tarif. Oysa yasa maddesi gayet açık. Savcılara göre “somut bir fiil veya olgu isnadı veya sövgü” olmasa da itibar zedelenmişse suç oluşuyor.

Kimin itibarı? İcraatı eleştirilen cumhurbaşkanının itibarı. Siyasetçinin itibarını gözetmek ceza yasasının amaç ve ruhuna uygun düşmez. Siyasetçi itibarını kendisi sağlamalı ve korumalıdır.

İtibar, yasa üzerinden korunmak istendiğinde sansür, en etkili silahlardan biri olarak hakaret üzerinden devreye girmiş oluyor. İstatiksel bilgiler ve rakamlar da gerçekleri ortaya çıkarıyor zaten.

Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK’nin 299. maddesi kapsamında açılan davalardaki büyük artış, bu gerçeği daha da belirgin hale getiriyor.

2010-2016 yılları arasında açılan toplam 6860 davanın 6272’si 2014 – 2016 yılları arasında, yani Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra gerçekleşti. 2010-2016 yılları arasında verilen toplam 1315 mahkûmiyet kararının 1162’si Cumhurbaşkanı Erdoğan dönemine ait.

Rejimin ana siyasi figürü olarak görülen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın göreve başladığı 2014 yılı içinde cumhurbaşkanına hakaret suçundan 682, 2015 yılı içinde 7 bin 216 ceza soruşturması açıldı, bu sayı 2016 yılı içinde ise çok ciddi bir artışla toplam 38 bin 254 ceza soruşturmasına ulaştı.

Özetle 2016 yılı içinde açılan 38 bin 254 ceza soruşturmasının tamamı sadece bir kişiyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilgili diyebiliriz.

Anayasa’nın 26. maddesinde, yer verilen “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir” hükmüyle birlikte bu hak, birçok uluslararası belgeye ve mahkeme kararına da konu oldu, olmaya da devam ediyor.

Türkiye’nin de yargılama yetkisini kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), 1976 yılında verdiği Handyside Kararı ile belirlediği ve bugüne kadar pek çok kararında yinelediği bu kriterler çok açık:

“İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve ‘düşünceler’ için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her ‘formalite’, ‘koşul’, ‘yasak’ ve ‘ceza’, izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır.”

2016 yılında cumhurbaşkanının şikâyetiyle açılan 38 bin 254 davada sanıklar bu evrensel ilke kararları ve anayasal hakları üzerinden savunma yapıyorlar ama garip bir tecelli ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı 170 akademisyen tarafından açılan 1 TL’lik manevi tazminat davasında da cumhurbaşkanının Handyside Kararı ile aynı savunmayı yaptığına şahit olduk.

Hatırlarsanız Cumhurbaşkanı Erdoğan, 170 aydına “vicdansız, hain, ahlaksız, adi, terör yardakçısı” demişti.

2010 yılından 2016 yılına kadar 6272, 2016 yılından sonra ise 38 bin 254 dava olmak üzere toplamda 44 bin 526 davanın büyük çoğunluğu mahkûmiyetle bitse de yargıtay aşamasında adaletin devreye girdiğini ve TCK’nın 125. maddesinde düzenlenmiş olan hakaret suçunun unsurlarının hatırlandığını görmek yürekleri ferahlatıyor.

Örneğin Yargıtay 18 Ceza Dairesi, 26.09.2017 tarihli 2015/5105 Esas, 2017/9614 karar sayılı kararında aşağıdaki anlatım sebebiyle verilen mahkûmiyet kararını bozdu:

“Bu açıdan Erdoğan’ın fikri yapısını ifade eden kimliği de faşizmdir. Onu en iyi tanımlayan kimlik bu kimliktir. Bu karanlık tarladan otlayıp büyümüştür. Hazımsızlık, nezaketsizlik, kabalık, saygısızlık, hırçınlık, saldırganlık faşist bir insandan beklenen başlıca özelliklerdir” , “Erdoğan zaman zaman faşizan yüzünü gizleme sihirbazlığını gösteriyor, Erdoğan çok yüzlülüğü gereği zaman zaman Kürt kardeşlerim sıfatını kullanıyor.”, “Erdoğan’ın kişiliği aynı zamanda bir megaloman kişiliğidir. Onun için gırtlağını yırtarcasına bağırıp çağırıyor”, “Özcesi Erdoğan yeni yeni faşistleşmiyor o öteden beri öyleydi” , “Erdoğan’ın kişiliğinden hoşgörü, nezaket, zarafet beklemek onu hiç tanımamak olur.”

Gene Yargıtay 18. Ceza Dairesi 26.09.2017 tarihli 2015/5604 Esas, 2017/9633 karar sayılı kararında aşağıdaki ifadeden ötürü verilen mahkûmiyet kararını bozdu;

“Padişah bozuntusuna bir çift sözümüz var!”

Gerekçe ise aynı: “Somut bir fiil ya da olgu isnat etmek veya sövmek şeklindeki seçimlik hareketlerden biri ile gerçekleştirilen eylem, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır.”

Çünkü yasa maddesinde aynen bu anlatım bulunuyor. Eleştiri, ağır eleştiri ya da itibar zedelemenin suç olduğuna dair yasal bir düzenleme de bulunmuyor.

Zaten mesele Türk Ceza Yasası’nda değil, yazılı kuralları bulunmayan “Türk Sansür Yasası”nda…

Türk Ceza Yasası’na göre suç işlememişsinizdir ama bir bakarsınız ki Türk Sansür Yasası’na göre duruşmaya davet kâğıdı için postacı kapınıza gelmiştir.

Ama son noktada Türk Ceza Yasası gene devrede olacaktır, rahat olunuz derim.

Tabii şimdilik…