Çeyrek asırlık dil ve kültür mücadelesi

Kürt dilini, kültürünü ve edebiyatını araştıran ilk kurumlardan İstanbul Kürt Enstitüsü de KHK ile kapatılan kapatılan kurumlar arasında yerini aldı. 1992’den bu yana faaliyetlerini sürdüren enstitünün eş başkanı Sami Tan yaşanan süreci anlattı


ÖZKAN KÜÇÜK

Çeyrek asırdır Kürt dili ve kültürü üzerine çalışmalar yapan İstanbul Kürt Enstitüsü önce İç İşleri Bakanlığı tarafından mühürlendi, ardından 679 sayılı KHK ile kapatıldı. 1992 yılında Musa Anter, Feqi Hüseyin Sağnıç, İsmail Beşikçi, Abdurrahman Dürre, İbrahim Gürbüz, Cemşid Bender, Süleyman İnanoğlu ve Yaşar Kaya tarafından kurulan enstitü, Kürt dilini, kültürünü ve edebiyatını araştıran ilk Kürt kurumlarından biri olarak kabul ediliyordu.

Tekrar açılması için bir imza kampanyası başlatılan İstanbul Kürt Enstitüsü’nün çeyrek asırlık dil ve kültür mücadelesini eş başkanı Sami Tan’dan dinledik.


İstanbul Kürt Enstitü gece yarısı yöneticilerden habersiz kapatılmış, öyle değil mi? Siz bu duruma karşılık ne yaptınız?

Evet, maalesef doğru. Bütün yönetici ve üyelerin telefon numaraları Dernekler Genel Müdürlüğü’nde bulunmasına, binamızda yer alan komşularımızın “Kurumun yöneticilerine haber verebiliriz” demelerine rağmen, mahallenin muhtarı çağrıldıktan sonra polis tarafından kapısı kırılarak girilmiş enstitüye.

Görgü tanıklarının söylediğine göre içeride saatlerce arama yapıldıktan sonra bilgisayarların kasaları alınmış, kurumun para kasası açılmış, ayrıca kendilerince sakıncalı görülen bazı kitaplar tutanak tutularak götürülmüş.

Kurumun kapısı mühürlendiğinden içeride ne olduğunu bilmiyoruz. Ayrıca bütün belgelerimiz içeride kaldığı için tüzel kişilik olarak herhangi bir girişimde de bulunamıyoruz.

Zaten daha sonra yayınlanan KHK ile enstitünün de içinde bulunduğu 83 kurumun kapatıldığı açıklandı. Böylece OHAL süresince bütün hukuki yollar kapatılmış oldu.


Enstitünün kapatılması sizin için ne ifade ediyor, kapatılmasının yürütülmekte olan çalışmalara nasıl bir etkisi olacak?

Bize göre bu kapatma genel olarak Kürt diline ve kimliğine tahammülsüzlüğün göstergesi. Bu kapatmalarla birlikte ret ve inkâr politikalarına farklı bir biçimde de olsa dönülmüş oluyor. Bugün İstanbul’da milyonlarca Kürt yaşıyor, bu nüfusun önemli bir kısmı da İstanbul’da doğup büyümüş insanlar. Bu kapatma kararı ile bu insanların ana dillerini öğrenebilecekleri tek bir kurum bırakılmamış oldu.

İstanbul Kürt Enstitüsü kendi kısıtlı imkânlarıyla yılda en az 1000 kişiye Kürtçe öğreten bir kurumdu.  Şu anda enstitüde Kürtçe öğrenen ve dil atölyelerimize katılan 300 kişi doğrudan mağdur olmuş durumda.


Enstitünün ilk yıllarına dönersek, nasıl bir atmosfer vardı o dönem? Siz o günlerden bugüne nasıl bir miras devraldınız?

Ben enstitünün kuruluş aşamasında bulunmadım ama kuruluşunda bulunan Musa Anter, Feqî Huseyn Sağnıç, Yaşar Kaya, Abdurrahman Dürre, Çemşid Bender, İsmet Şerif Wanlı, Ordîxanê Celîl, Celîlê Celîl ve İsmail Beşikçi gibi isimleri hatırlıyorum.

Enstitünün ilk başkanı olan Musa Anter’in enstitünün açılışından birkaç ay sonra katledilmesi, benim açımdan da bir  dönüm noktasıdır. Bir üniversite öğrencisi olarak Kürt kurumlarında yer alma kararına varmamda bu olay belirleyici olmuştu. Bu olaydan kısa bir süre sonra Yeni Ülke, Welat gibi Kürt basın kurumlarında önce yarı zamanlı, daha sonra da profesyonel olarak çalışmaya başladım.

Enstitünün çalışmalarına yoğun olarak katılmam 1997 yılından sonradır. Aynı yıl Azadiya Welat gazetesinin genel yayın yönetmenliği görevini devraldım, bundan sonra haftada bir günümü enstitüde geçirmeye başladım. Bu süreçte Apê Feqî (Feqî Huseyîn Sağnıç) , Mele Celalettîn Yöyler, Mele Kerem (Soylu), Mele Îsmet Kılıçarslan, Şêx Şefîk Kuntaş, Mele Reşit Irgat gibi, ‘seyda’ dediğimiz üstatlarla tanışma ve birlikte çalışma imkânı buldum. Bu hem benim hem de benim kuşağımdan arkadaşlar için onur verici bir durum.

2005 yılından kapandığı güne kadar da kurum çalışmalarında profesyonel olarak yer aldım. Aralıklarla da olsa dört dönem kurumun başkanlığını ve eş başkanlığını yaptım. Doğal olarak kurumun kapatılmış olması benim bireysel duygu dünyamda da oldukça olumsuz bir etkide bulundu. Ancak enstitü olarak adını saydığım isimlerin özlemlerini yerine getirmekle mükellefiz. Bu yüzden bu karar bizi ana dilimizi koruma ve geliştirme mücadelemizden alıkoyamaz.


Bildiğim kadarıyla daha önce Mezopotamya Kültür Merkezi’nin (MKM) bünyesindeydi enstitü ama daha sonra dernekleşti. Dernek, KHK ile kapatılarak çalışmalarınız sonlandırıldı. Birlikte çalışma yürüttüğünüz Kurdî-Der de ilk dalgada kapatılmıştı. Kuruluşundan bugüne kadar İstanbul Kürt Enstitüsü’nün baskılar ve engellerle dolu ama bir o kadar da çeşitli dayanışmalarla bugüne uzanan çeyrek asırlık dil ve kültür mücadelesine dair neler söylersiniz?

İstanbul Kürt Enstitüsü 18 Nisan 1992 yılında MKM bünyesinde kuruldu, ancak daha sonra çalışmalarını farklı bir şirket bünyesinde sürdürdü. Türkiye’de Kürtlerin ve Kürtçenin resmi bir statüsü olmadığından, akademik bir kurum olarak kurgulanmış ve bu şekilde çalışmalarını sürdüren Kürt Enstitüsü resmi olarak çalışmalarını çeşitli şirketlerinden çatısı altında yürütmek zorunda kaldı.

Ancak Kürt Enstitüsü’nün her zaman farklı bir iç hukuku vardı, kendisini akademik bir kurum olarak kurgulamıştı ve bu temelde çalışmalarını dil, edebiyat ve tarih alanında çalışan komisyonlar biçiminde sürdürüyordu. Enstitü’nün yönetimi de (hukuki bir zorunluluk olmamasına rağmen) her zaman seçimle işbaşına geliyordu.

2006 yılında dernekleşme kararı alındı ve bu temelde İstanbul Kürt Enstitüsü Derneği kuruldu. Araştırma çalışmaları bugüne kadar bu dernek bünyesinde sürdürüldü. Ayrıca derneğin çatısı altında dil atölyeleri düzenlenerek başvuranlara Kürtçe (Kurmancî ve Zazakî) eğitimi verildi.

Geçmiş dönemde de önemli engelleme ve baskılarla karşılaştık, ancak bugün yaşananlar geçmişi aratacak düzeyde. 1990’lı yıllarda bile bugünkü kadar hukuksuz ve pervasız baskı ve kapatmalar yoktu. Demek ki “ileri demokrasi” böyle bir şey…


Enstitünün kamuoyunda en çok bilinen ürünleri arasında Zana Farqînî tarafından hazırlanan Büyük Türkçe-Kürtçe ve Kürtçe-Türkçe sözlükler ve sizin Kürtçe Dilbilgisi ile Hînker isimli Kürtçe ders kitaplarınız yer alıyor. Onlarca kitabın yanı sıra, bir de 94’ten beri çıkardığınız Zend dergisi var. Enstitünün bu anlamda Kürt dili ve kültürüne katkısı ne oldu?

Enstitü gibi Kürt kurumlarının 1990’lı yıllardaki kuruluşu, aslında inkârcılığa ve asimilasyona bir meydan okumaydı. Bu kurumlarla Kürt halkının kendi dili ve kimliğiyle yaşama isteği ve iradesi ortaya konuldu. Yani bir tür irade beyanı bu. Bu irade beyanı sadece lafta kalmadı, pratik çalışmaların sonucu olarak ortaya çıkan ürünlerle herkese gösterildi.  İstanbul Kürt Enstitüsü, Ehmedê Xanî’nin izinden giderek yok edilmeye çalışılan öz değerlerine sahip çıkmış, bu temelde üretimde bulunmuş bir kurum.

Bunun sonucu olarak da enstitü, bugüne kadar 60’ın üzerinde, çoğu kendi üretimi olan kitap yayımladı, onlarca panel, seminer ve konferans düzenledi, birçok ulusal ve uluslararası etkinliğe katkıda bulundu.

Örneğin Zend dergisi Türkiye’de Kürtçe yayımlanan ilk akademik yayın.  Ayrıca enstitü bünyesindeki yayınlar, sözlükler, gramer ve dil öğretim setleri yaygın beğeni kazanmış olan referans kitaplar oldu.


Kapatılmanın çalışmalarınıza nasıl etkileri olacak? Çalışmalarınızı nasıl sürdürmeyi planlıyorsunuz?

Bu tür kurumların yaşatılması ve geliştirilmesi sadece bu kurumlarda çalışan insanların işi ve sorumluluğu değil. Bugün Kürt dilinin, kültürünün korunup geliştirilmesi bütün Kürtlerin görevi ve sorumluluğu. İstanbul gibi bir yerde, demokratik dayanışma ve yarışma içinde çalışan bu türden onlarca kurum olması gerekir. Enstitü olarak bu alanda çalışmak isteyen kişi ve kurumlara destek olacağız. Tabi öncellikle enstitünün tekrar açılması için mücadelemizi sürdüreceğiz.

Bizim ürünlerimiz daha önce de Zend Bilim Kültür Şirketi tarafından Weşanên Enstîtuya Kurdî adıyla yayımlanıyordu. Bu çalışmalar yine devam edecek, ancak yeni bir dernekleşme çalışması bizim yapacağımız bir iş değil, çünkü enstitünün şu anki yöneticileri böyle bir çalışmada yer alamazlar.

Ayrıca yeni açılacak kurumlar bugünkü kurumlaşma düzeyini aşan kurumlar olmalı. Örneğin neden Kürtçe eğitim veren okullar olmasın? İstanbul’da yaşayan Kürt girişimciler, ana dillerinde eğitim veren okullar açabilirler. Bu inkârcı ve asimilasyoncu uygulamalara verilecek en güzel cevap olur bu.